İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Oksijeni kalmayan’ Fener Rum Patrikhanesi

‘Oksijeni kalmayan’ Fener Rum Patrikhanesi 

Fener Rum Patriği Bartholomeos, Milliyet gazetesi yazarı Aslı Aydıntaşbaş’a verdiği mülakatta, CBS televizyonunda tartışma yaratan “Bazen çarmıha gerilsek de burada kalmayı tercih ediyoruz” sözlerinin arkasında durmakla kalmamış, yıllardır süren temkinli üslubunu bir kenara bırakarak “Oksijenimiz kalmıyor. Patrikhane tükeniyor” demiş. Patrik Hazretleri “İbadet özgürlüğü var deniyor ama mümin yok” diyor. “Cemaatimiz üç bin kişiye indi, eğer Yunanistan’dan hafta sonu gelen hacılar olmasa kiliselerimiz bomboş” diyor. “Ben 70 yaşındayım, benden sonra kim Patrik olacak, çünkü Heybeliada Ruhban Okulu 1971’den beri kapalı” diyor. “İstiklal Marşı’nı en güzel okuyan Gökçeadalı Marina kızımızın iki yıl önce evini yaktılar, kardeşini öldürdüler” diyor. “Patrikliğimize defalarca bombalı saldırı yapıldı, Ergenekoncuların ‘Kafes’ planlarında adımız geçiyor, Ermeni Patriği Mesrop’la beni öldürmeyi planlıyorlarmış” diyor. “Hazine’nin el koyduğu mülklerimizden çoğunu hâlâ geri alamadık” diyor. Ve soruyor: “Bunlar çarmıha gerilmek sayılmazsa ne sayılır?”

Aslında, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, ortada bir mecaz olduğunu görmezden gelip, tipik bir ‘millet-i hâkime’ nazırı edasıyla “umarız bir sürçü lisandır, çünkü bizim tarihimizde çarmıha gerilmek yok” demesine, “çarmıh yok ama darağacı ve linç var” diye cevap verebilirdi. Mesela, 1657’de Patrik III. Partenios’un ve dört metropolitin, Eflak Voyvodası Konstantin’i Osmanlı’ya karşı isyana teşvik ettiği gerekçesiyle asıldığını; 1821’de Patrik V. Gregorios’un, Mora ayaklanmasına destek verdiği gerekçesiyle Patrikhane’nin kapısında asıldığını ve ölü bedeninin üç gün darağacında bekletildikten sonra denize atıldığını, Patrikhane’nin önünden geçen caddenin adının hâlâ idam fermanını veren Sadrazam (Benderli) Ali Paşa’nın adını taşıdığını; 1922’de İzmir Metropoliti Hrisostomos’un Yunanlılarla işbirliği yaptığı için Sakallı Nurettin Paşa’nın örgütlediği güruh tarafından linç edildiğini hatırlatabilirdi ama hatırlatmadı.

Bu hafta Fener Rum Patrikliği’nin Cumhuriyet dönemindeki tarihçesine bir göz atalım diyorum. Bakalım, Patrik Hazretleri haklı mı?

***

1922-1923 Lozan Barış Görüşmeleri sırasında Türk Heyeti en büyük mücadeleyi “siyasi nifak yuvası” olarak nitelediği Fener Rum Patrikhanesi’nin Türkiye’den çıkartılması için vermişti. Ancak sonunda Britanya Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un “Eğer Patrikhane’nin bir tahrik merkezi olduğu doğru ise, bu Patrikhane’nin siyasi imtiyazlarını sınırlamak veya kaldırmak için sebep olabilir. Ama Patriğin ruhani ve kiliseye ait imtiyazlarını kaldırmaya sebep olamaz. Eğer din ve kilise salahiyetleri yok olursa, medeniyet dünyasının vicdanı kanar. Patrikhane İstanbul’da dinî bir kurum olarak kalsın” fikri kabul gördü ve Patrikhane Türkiye’de kaldı. Ancak antlaşma metninde Patrikhane’nin adı geçirilmedi ve uygulanacak statü sözlü taahhütlere bağlandı. Buna göre, Patrikhane’nin müktesep hakları korunacak, giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapmak konularında diğer Türk uyruklarıyla eşit hakka sahip olacaklardı.

Patrikhane sınır dışı edilmekten kurtulmuştu ama Lozan’ın parçası olan nüfus mübadelesinden dolayı cemaatsiz kalmıştı. İstanbul Valiliği’nce Aralık 1923’te çıkarılan genelge ile Patrik seçilecek kişinin Türk vatandaşı olması ve seçim sırasında Türkiye’de görevli bulunması şart koşulduğu ve devletin aday listesine itiraz hakkı olduğu için devlet Patrikhane üzerinde tartışılmaz bir otoriteye sahip oluyordu. İlk uygulama, Milli Mücadele sırasında Yunan milliyetçiliği ile yakınlık kurduğu için Lozan’dan sonra istifa etmek zorunda bırakılan Patrik IV. Meletios’un yerine, Kadıköy Metropoliti (VII) Gregorias’ın seçtirilmesi oldu. Gregorias’ın yerine seçilen Terkos Metropoliti Araboğlu Konstantinos da, devletin hışmından kurtulamadı ve ‘Mübadele kapsamında’ 29 Ocak 1925 gecesi bir trene bindirerek Selanik’e gönderdi. Bu durum, Yunanistan tarafından Lozan’ın ihlali olarak La Haye Adalet Divanı’na ve Milletler Cemiyeti’ne götürüldü ancak Türkiye’nin ‘Patrikhane’yi de sınır dışı etme’ tehdidi savurması üzerine Yunanistan şikâyetlerini geri çekti ve Patrik ‘kendi isteğiyle istifa’ etmiş gibi yapılarak konu kapatıldı.

Patriklik makamı ihya ediliyor

7 Ocak 1930’da başlayan II. Fotios dönemi Yunanistan’la Türkiye arasındaki ilişkilerin de iyileşmesiyle çakıştı. O tarihe kadar resmî yazışmalarda “başpapaz” denirken, Atatürk, II. Fotios’a gönderdiği bir telgrafta “Fenerdeki Ortodoks Patriği” ibaresini kullandı. Bu yumuşama havası sayesinde, iki Yunan başbakanı, 1931’de Venizelos, 1933’te Çaldaris, Fener Rum Patrikhanesi’ni ziyaret edebildi. Bundan sonraki on sene, asıl etkisi 1974’ten sonra görülecek olan ve Vakıfların mal edinmelerini sıkı kurallara bağlayan ‘1936 Beyannamesi’ ile Türkiye’de faaliyet gösteren 40 metropolitliğin yediye indirilmesi dışında oldukça sakin geçti.

Sahte belge ile vatandaşlık

1943’te Stalin’in 1928’den beri boş olan Moskova Patrikliği’nin başına Moskova Metropoliti Sergey’i, onun iki yıl sonra ölümü üzerine, yine kendisine yakın olan Alexis’i atamasıyla birlikte Patrikliğin statüsü yeniden değişti. Çünkü Stalin’in Balkanlar, Mısır, Suriye, Lübnan ve Filistin’deki Ortodokslara Kilise aracılığıyla ulaşma çabalarına, ABD Fener Rum Patrikliği’nin ‘ekümenik’ (evrensellik) statüsünü canlandırarak karşılık verdi. Batı’yla iyi ilişkileri arzulayan Türkiye de bu politikaya destek verdi. Bu kapsamda, 1948’de Fener Rum Patrikliği’ne seçilen V. Maksimos ‘Stalin yanlısı’ diye istifa ettirdi. Yerine ABD vatandaşı Athenagoras getirildi. Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil’in anlattığına göre, 1923 genelgesine göre Patriğin Türk vatandaşı olması gerektiğinden, İnönü’nün emriyle Athenagoras, nüfusa eskiden Osmanlı Devleti sınırları içinde olan Yanya’da doğmuş gibi kaydedilmiş, sonra nüfus kâğıtlarının yandığına ait işlemler tamamlandıktan sonra yeni bir kimlik düzenlenmişti. Sahte belge işi halledildikten sonra Athenagoras, 26 Ocak 1949 tarihinde ABD Başkanı Truman’ın özel uçağı ile Türkiye’ye getirilecekti.

İnönü’nün kabulü

Athenagoras, 28 Ocak 1949’da Fener Rum Patrikhane’sinde düzenlenen törenle Patrik olurken, SSCB ve Yugoslavya dışındaki tüm diplomatik temsilciler hazır bulunmuşlardı. Taç giyme töreninde yaptığı konuşmada komünizm tehdidini kastederek, bütün dünya kiliselerini ve Müslümanlık âlemini sulh yolunda ortak mücadele ve işbirliğine davet eden Patrik, Atatürk inkılâplarının artık tamamıyla yerleştiğini söyleyerek, Türk çocuklarına din dersleri verilmesi ve bir ilahiyat fakültesinin açılması yolunda adımlar atılmasını övmüştü. Athenagoras, 4 Şubat 1949’da Cumhurbaşkanı İnönü tarafından kabul edildi ve Truman’ın bir mektubunu takdim etti.

Türkiye tarafından gösterilen bu itibarın doğal bir sonucu olarak, Yunanistan’la Patrikhane’nin ilişkileri gelişti. Patrikhane Yunan Anayasası ile en yüksek dinî mevki olarak tanımlandıktan sonra 1952’de Yunan Kralı I. Paulos ve Kraliçe Frederika, İstanbul’a gelip, Patrik tarafından takdis edildiler.

Böylece Lozan’da ‘siyasete karıştığı için’ Türkiye dışına çıkarılması için kıran kırana savaş verilen Patriklik, bizzat Türkiye Devleti tarafından siyasete sokulurken, Patrikhane’nin ‘ekümeniklik’ niteliği de Türkiye desteğiyle güçlendirilmiş oluyordu.

Lozan’ın 30 yıllık ihlali: Heybeliada Ruhban Okulu

Bugün Ortodoks dünyası, ABD ve AB’yle ilişkilerimizde önemli bir sorun haline gelen Heybeliada Ruhban Okulu 1 Ekim 1844’te açılmıştı. Okul binası, Bizans döneminde, 9. yüzyılda Patrik Fotios tarafından Heybeliada’daki Papaz Dağı’nda (günümüzdeki adıyla Ümit Tepesi) yaptırılan Ayia Triada Manastırı’nın 1821’de yanan (yakılan?) kısımlarının Patrik IV. Germanos tarafından 1842’de tamir ettirilmesiyle ortaya çıkmıştı. Kısa süre sonra bir kere daha yanan ve 1894 depreminde yıkılan okulun bugünkü binası, 1896’da Pavlos İstefanaki isminde bir hayırsever tarafından bugünkü şekilde inşa ettirildi.

Okulun Osmanlı dönemi oldukça sorunsuz geçti. 1915-1918 yılları arasında I. Dünya Savaşı nedeniyle İstanbul’un birçok okulunda olduğu gibi eğitim durdu. 1918-1923 arasında okul beş yıllık yüksekokul statüsüne yükseltildi. 1923’ten sonra, Lozan Antlaşması’nın 40 ve 41. maddeleriyle güvence altına alınan ‘azınlıkların masraflarını karşılamaları koşuluyla okul açabilmeleri’ hakkı kapsamında faaliyet göstermesine engel çıkarılmadı.

1936 Beyannamesi uyarınca, Rum Ticaret Okulu ile istimlâk edilerek Hazine adına tapuya kaydedildi. 1939 yılında, yaklaşan İkinci Dünya Savaşı nedeniyle artması muhtemel casusluk faaliyetleri gerekçe gösterilerek okula yabancı öğrenci alınması yasaklandı. Devletin Patrikhane’ye yönelik önyargılarını iyi bilen Türkiye Rum cemaati de, çocuklarını Heybeliada Ruhban Okulu’na değil, sivil okullara göndermeyi tercih ettiği için okul öğrencisizlikten kapanma noktasına geldi.

Demokrat Parti dönemi

1946 yılında uzun pazarlıklar sonucu, Heybeliada’daki Rum Ticaret Okulu için istimlâk kararı değişmezken Heybeliada Ruhban Okulu Patrikhane’ye bırakıldı. Bundan cesaret alan Patrikhane, Haziran 1947’de okulun yüksek okul statüsüne getirilmesi, ders programının değiştirilmesi, yabancı öğretmen ve öğrenci getirilebilmesi için Milli Eğitim Bakanlığı’na başvurdu. Hükümet bu talebe, 26 Ekim 1949 tarihinde ret cevabı verdi.

ABD destekli Patrik Athenagoras döneminde okulun kaderi değişti. Demokrat Parti’nin Batı ile yakınlaşma politikaları uyarınca, 1951’de Milli Eğitim Bakanlığı, savaş ve casusluk gerekçesiyle 1939’da yasaklanmış olan yabancı öğrenci kabul etme işini serbest bıraktı. Okulun, lise üstüne dört yıl süreyle ‘seminer’ statüsünde verdiği dinî eğitim, bir yıl sayılarak, okul, Lozan’ın ‘azınlık okulları’ ile ilgili hükümlerine uygun hale getirildi. 1952 yılına gelindiğinde, okulun öğrenci sayısı 70’e ulaşmıştı ama bunların sadece 10’u Türk uyrukluydu.

Kıbrıs Meselesi’nin etkisi

Pragmatik nedenlerle başlayan bu balayı çok kısa sürdü ve 1957’de Kıbrıs nedeniyle Türk-Yunan ilişkileri bozulmaya başlayınca Türkiye yabancı öğrenci alımını tekrar yasakladı. 1959’da Zürih ve Londra Antlaşmaları’nın getirdiği yapay dostluk havası içinde yasak kısmen gevşediyse de, 1960’da okulun yönetimini üstlenen Sinod’un temsilcisinin vefatı üzerine, hükümet yeni temsilci atamadı. 1963’ten itibaren Kıbrıs’ta toplumlararası gerginliklerin zirveye çıkmasıyla hükümetin tutumu iyice sertleşti.

Yabancı ülkelerden öğrenci alınması engellendiği, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Rumlar da çocuklarını okula göndermeye çekindikleri için 1968 yazındaki mezun sayısı yalnızca dörttü. Anayasa Mahkemesi’nin ‘Özel Yüksek Okulların Devletleştirilmesi’ hakkındaki 12 Ocak 1971 tarihli kararından sonra Patrikhane kararın uygulanmasını beklemeden ilahiyat bölümünü kapatarak kararı protesto etti. Kararda, Heybeliada Ruhban Okulu’nun lise kısmı ile ilgili olarak herhangi bir değişikliğe gidilmediği için, okul diğer özel ve vakıf liseleri gibi varlığını sürdürdü, ancak Rum cemaati, gerekli cesareti gösterse bile okulun açık kalmasını sağlayacak öğrenci sayısına sahip değildi. Çünkü 6-7 Eylül 1955 yağmasından ve 1964 Kararnamesi’nden sonra iyice küçülmüştü. Dolayısıyla okul, yasal olarak açık ancak uygulamada kapalı bir konuma geldi.

Patrikhane, 1984’te okulun masraflarını karşılayamadığını söyleyerek kapatılması için izin istedi ancak o güne kadar okulu kapatmak için elinden geleni yapan hükümet, Lozan Barış Antlaşması, diğer ikili anlaşmalar açısından ve ‘mütekabiliyet ilkesi’ açısından bunun mümkün olmadığını ileri sürerek, bu talebi kabul etmedi. Bugün bir tek öğrencisi olmadığı halde Milli Eğitim Bakanlığı’nca atanan okulun Türk yöneticisi her gün göreve gitmekte. Patrikhane de okulu açık tutmak için masraf yapmaya devam etmekte.

Okul 127 yıl içinde okuldan 226’sı yabancı uyruklu 930 kişi mezun oldu. Bunlardan 343’ü değişik ülkelerde Piskopos oldu ve bu Piskoposlardan 12’si Patriklik makamına kadar yükseldi. Resmî Türk tarihçilerine göre 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı Makarios da Heybeliada Ruhban Okulu’ndan mezun olmuştu. Patrik Bartholomeos ise bu iddianın, Heybeliada Ruhban Okulu’nun gözden düşürülmesi amacıyla üretilmiş bir yalan olduğunu, Makarios’un değil Heybeli’den mezun olmak, ziyaret amacıyla bile okullarına gelmediğini söylüyor.

Dinlerinin gerektirdiği ruhban kadrosunu yetiştirmek için bu okula şiddetle ihtiyaçları olan 270 milyonluk Ortodoks camiası ise tam 38 yıldır Heybeliada Ruhban Okulu’nun eski statüsü ile açılması için umutsuzca uğraşıyor. Bu konuda seleflerinden çok farklı olduğunu iddia eden AKP de, Ortodoks camiasını yedi yıldır oyalamaya devam ediyor. Patrik Bartholomeos‘un “bazen çarmıha gerilsek de…” diye anlatmak istediği şeylerin bazıları işte bunlar…

Ekümenik ne demek

Ekümenik, Yunanca ‘oikoumene’ sözcüğünden gelmekte olup, ‘evrensel’, ‘dünyaya ait’ anlamlarını taşır. Dinî terim olarak ise genel anlamda Ortodoks, Protestan ve Katolik kiliselerin tek bir kilise haline gelmesini; özel anlamda, Fener Rum Patrikliği’nin özerk (otosefal) ve eşit Ortodoks kiliseleri arasında onursal önceliğini belirtmek için kullanılır.

Bir kilisenin ‘ekümenik’ olmasının ilk koşulu, bir havari tarafından kurulmuş olması yani Apostolik kökenli olması ve bu durumun öteki kiliseler tarafından kabul edilmesidir. Bugün Vatikan tarafından temsil edilen Roma İmparatorluğu ile Fener Rum Patrikliği’nin temsil ettiği Bizans arasındaki siyasi çekişmelerin, dinsel doktrinler, kilise disiplini ve ayin usulleri konusundaki kutuplaşmaların, ayrılıkların, barışma girişimlerinin ve bunların başarısızlığa uğramasının 1000 yıllık tarihini anlatmaya yerimiz yetmez. Sadece şunu söyleyelim: Birlik konusundaki son girişim, Bizans’ın son günlerinde gerçekleşmişti. Yıllardır iki kiliseyi barıştırmayı amaç edinen Papalık temsilcisi Kievli İsidoros, 12 Aralık 1452’de Konstantinopolis’e gelmiş ve Ayasofya’daki törende Roma usulü bir ayinle birliği ilan etmişti. Fakat Katoliklikten ölesiye nefret eden başkent halkı birliğe şiddetle karşı çıktı ve bazı din adamları Pantokrator Manastırı’nda (bugünkü Zeyrek Kilise Camii) Ortodoks usullerine uygun bir ayin düzenleyerek durumu protesto etmişlerdi. Hatta Bizanslı tarihçi Dukas’a bakılırsa, megas doux (deniz kuvvetleri komutanı) Lukas Notaras “şehirde Latin papazlarının ayin taçları yerine Türk sarığı görmeyi yeğlerim” bile demişti. Bizans için her şeyin bittiğinin belli olduğu 28 Mayıs 1453 gecesi, İmparator ve halk Ayasofya’da biraraya geldiğinde, son ayin Ortodoks geleneklerine uygun yapılarak 500 yıllık birleşme hayaline dramatik bir nokta konulacaktı.

Günümüzdeki durum nedir

İki kilisenin bir daha temas kurması, 1894’teki mektuplaşmayı saymazsak, ancak Aralık 1965’te Vatikan’da gerçekleşti. Ardından Papa II. Jean Paul, 28 Kasım 1979’da üç günlük resmî ziyareti sırasında Patrik I. Dimitrios ile iki görüşme yaptı ve Patrikhane’de düzenlenen ayine katıldı. Dahası, Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in şaşkın bakışları arasında Ayasofya’da dua etmeyi bile başardı. Patrik I. Bartholomeus’un Roma’yı ziyareti ancak 1995’te gerçekleşti. En son buluşma ise, Kasım 2006’da Papa XVI. Benedictus’un Türkiye’ye gelişinde oldu. Papa, ziyaretinin son gününde, Patrik Bartholomeos ve Türkiye Ermenileri Patriği II. Mesrob ile Saint-Esprit Katedrali’nde ayine katıldı. Türkiye basınında epey heyecan uyandıran ve çeşitli komplo teorilerine kaynaklık eden bu buluşmanın arkası ise gelmedi.

Ancak kuşkucular müsterih olabilirler, bu temaslara rağmen Katolik, Protestan ve Ortodoks kiliselerinin birleşmesi kesinlikle söz konusu değil. Çünkü bu yapılar arasındaki ayrımlar çok net ve oturmuş. Yani ‘Fener Rum Patrikhanesi ikinci bir Vatikan olacak ve Türkiye’yi bölecek’ diye endişelenmek gerekmiyor. Ama ‘keşke Fener Vatikan gibi olsa da Türkiye’ye bol bol turist gelse’ diye sevinmenin de anlamı yok. Bu tartışmalar tamamen Hıristiyan dünyasının iç meselesi. Ama şunu da bilelim. Fener Rum Patrikhanesi’nin ‘Pirumus Inter Pares’ yani ‘eşitler arasında birinci’ sıfatı Ortodoks kiliseleri arasında kabul görüyor ve tartışılmıyor. Kiliseler arası yazışmalarda, karşılıklı ziyaretlerde, Müslüman ve Musevi din adamlarınca bu unvan kullanılıyor. Dahası, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın onayıyla 7-9 Şubat 1994 tarihinde İstanbul’da düzenlenen ve 93 din adamının katıldığı “Barış ve Hoşgörü Sempozyumu”nda Diyanet İşleri Başkanı tarafından imzalanan Boğaziçi Deklarasyonu’nun İngilizce metninde Patriğin unvanı ‘ekümenik’ olarak geçiyor. Türkiye’yi resmen bağlayan bu belgeye atıfta bulunarak Patriğin ‘ekümenik’ niteliğini onaylayan 24 Ekim 1996 tarihli Avrupa Parlamentosu kararı da var. Yani, olan olmuş. Bize düşen, konuyu siyasi istismar konusu olmaktan çıkarıp dinsel özgürlükler alanına taşımak…

Özet Kaynakça: Elçin Macar, Cumhuriyet Dönemi’nde İstanbul Rum Patrikhanesi, (Yay. Hazırlayanlar: Bağış Erten-Foti Benlisoy), İletişim, 2003; M. Süreyya Şahin, Fener Patrikhanesi ve Türkiye, Ötüken Matbaası, 1999; Emre Özyılmaz, Heybeliada Ruhban Okulu, Tamga Yayınları, 2000; Elçin Macar-M. Ali Gökaçtı, “Heybeliada Ruhban Okulu’nun Geleceği Üzerine Tartışmalar ve Öneriler, TESEV Yayınları 2005; Niyazi Berkes, Patrikhane ve Ekümeniklik, Kaynak Yayınları 2005.

Yorumlar kapatıldı.