İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İnkâr ırkçılığın en besleyici gıdasıdır

İnkâr ırkçılığın en besleyici gıdasıdır
Taraf / herTaraf – Istanbul – 05.10.2009

AYŞE GÜNAYSU* / Türklerin neden ırkçı olamayacağına, zaten Türkiye’de ırkçılığın hiç olmadığına ilişkin çok yazı okudum. Ama ırkçılığın bilgi işi olduğunu, Türkiye’de ırkçılığın olmamasının bilgisizlikten kaynaklandığını, demokrat bir kalemden ilk kez okuyorum.

Erol Katırcıoğlu’nun 1 Ekim 2009 tarihli Taraf’taki “İçimizdeki Irkçılık mı” başlıklı yazısı beni hayretten hayrete düşürdü. Katırcıoğlu, Beyoğlu Musevi Hahamhane Vakfı’nın bir araştırma şirketine yaptırdığı Türkiye’de farklı kimliklere karşı tahammülsüzlüğü sergileyen araştırma sonuçlarının Türkiye’deki ırkçılığın göstergesi olduğu şeklinde yorumlanmasına karşı çıkmış. Radikal gazetesinin “İçimizdeki Irkçılık” başlığını da, karşı çıktığı yorumlara örnek göstermiş. Ankete katılanların yüzde 57’sinin ateist, yüzde 42’sinin Yahudi, yüzde 35’inin Hıristiyanlarla komşu olmak istememesinin bu ülkede ırkçılık olduğunu göstermeyeceğini, olsa olsa önyargıların varlığına işaret edeceğini anlatmış.

Aynı ankette söz konusu gruplara ilişkin ortaya çıkan yüksek bilgisizlik oranını da bu görüşüne dayanak olarak göstermiş. Aynen şöyle diyor Katırcıoğlu: “Doğrusu eğer Türkiye toplumu Batılı bir toplum olmuş olsaydı, araştırmadan çıkan bu sonuçlardan benzer kanaatlere varmak mümkün olabilir ve gerçekten ‘ırkçılık içimizde’ sözünü ciddiye alabilirdik. Ama böyle değil. Bu çalışmadan Türkiye toplumunun farklı kimliklerle ilgili bazı önyargıları olduğuna dair bir kanaate varmak mümkündür ama bence bu sonuçlardan Türkiye toplumunun zihniyet dünyasının temel özelliğinin “ırkçılık” olduğu sonucuna varmak pek mümkün değil. Değil çünkü Türkiye toplumu tarihinin hiç bir anında bu meseleleri kendi arasında konuşmuş değil. Yani bu toplumun hamurunda farklılıklar başından beri vardı ve toplum modern anlamda hiç bir zaman bu farklılıklarla nasıl birlikte yaşarız gibisinden bir tartışma ve sorgulama süreci yaşamadı. O nedenle de Türkiye toplumunun bu konularda “bilgisi” olamaz. Olsa olsa önyargıları olabilir ki bu önyargılar da diğer bütün toplumların sahip olduklarından çok farklı değil.”

Yani Erol Katırcıoğlu diyor ki bilgili olmayan ırkçı olamaz. Irkçı olmak için bilgi gerekir. Ancak bilgili olan ırkçı olabilir.

Gerçekten gözlerime, okuduğumu anlayan aklıma inanamadım. Irkçılığın cehaletten kaynaklandığını, ırkçılığın en güçlü, en etkin panzehirinin bilgi olduğunu, bu kadar tabak gibi ortada bir gerçeği, bu meselenin ABC’sini Türkiye’de hâlâ anlatmak durumunda mı kalıyoruz? Hem de bir Taraf yazarına? Türklerin neden ırkçı olamayacağına, zaten Türkiye’de ırkçılığın hiç olmadığına ilişkin çok yazı okudum. Ama ırkçılığın bilgi işi olduğunu, Türkiye’de ırkçılığın olmamasının bilgisizlikten kaynaklandığını, demokrat bir kalemden ilk kez okuyorum. Yani, hangi birini söyleyeyim ki? Ortaçağlarda Avrupa’yı kasıp kavuran veba salgınlarından Yahudileri sorumlu tutanlar, içme su kuyularını zehirledikleri ve bu hastalığı bilerek bulaştırdıkları söylentisi sonucunda birçok kentte Yahudileri toplu halde öldürenler, kimilerine işkenceyle kuyuları zehirlediklerini “itiraf” ettirenler ve bu “itiraflar” sonucunda, örneğin henüz hastalığın hiçbir izinin görülmediği Strasbourg’da 14 Şubat 1349’da Yahudileri diri diri yakanlar, Yahudiler hakkında “bilgi” sahibi oldukları için mi bunu yaptılar? ABD’de Ku Klux Clan’lar siyahlar hakkında çok şey bildikleri için mi onları linç ettiler? Daha neler neler. Sayfalar almaz.

Burada yazılanların neresinden tutacağımı şaşırıyorum. “Türkiye Batılı bir toplum olmuş olsaydı…” diye başlıyor paragraf. Irkçılık bilgili Batılı toplumlara ait bir şeymiş yani. Ne güzel. Ne kolay. Ne rahatlatıcı.

Durum vahim. Çok vahim. Ama vahamet sadece ırkçılığın bilgiden değil cehaletten kaynaklandığı gerçeğinden bile habersiz olunmasıyla sınırlı değil. O kadar basit de değil. Vahamet, bu milletin ırkçılığını inkâr etme refleksinden kaynaklanıyor, çünkü ırkçılıkla mücadelenin karşısına çıkan en güçlü engel bu inkâr refleksi. Kimse ırkçılıkla kendini bağlantılandırmıyor. Böylece ırkçılığın hareket alanı alabildiğine genişliyor. Irkçılık hep başkalarına, başka toplumlara ait bir şey olarak görülüyor. Bizden başka herkes ırkçı olabilir ama biz asla. Aynı anda ırkçılığın kapsama alanı da daraltılıyor, kafatasçılığa indirgeniyor ya da deri rengine göre muameleyle ve de ırkçı eylem katletmeyle, öldürmeyle sınırlandırılıyor.

Öldürmüyorsanız, fiziki şiddet uygulamıyorsanız, ırkçı olmuyorsunuz. Sıradan, gündelik ırkçılık böylece hoşgörülüyor, normalleştiriliyor, kabul edilebilir kılınıyor. Irkçılık “kötü”lüğü herkes tarafından kabul edilen ama kimsenin üstlenmediği bir melanet olunca, bir de insanlar ırkçılığı her fırsatta lanetledikten sonra ırkçı önyargılardan yola çıkan ya da onların değirmenine su taşıyan bir sözlerine, davranışlarına en küçük bir eleştiri getirildiğinde “Bana ha!” ya da “Falancaya ha!” çığlıklarıyla öfke nöbetlerine tutulunca, ırkçılık, ya da ırkçılığı besleyen duygu ve düşünce biçimleri müthiş bir dokunulmazlık kazanıyor. Ülke tasavvurumuz da böyle. “Ülkeme söylenen bana söylenmiştir” hissiyatının ne güzel bir ifadesi! Ne kadar çok aydınımız var Türkiye’ye ırkçılık konusunda toz kondurmak istemeyen. Tipik Türk aydınının en şiddetli direnç gösterdiği konulardan biri bu. Neden acaba? Neden bu hassasiyet, neden bu gocunur vaziyet?

Katırcıoğlu’na seslenmek istiyorum. Herhangi bir gruptan bir insanın, o insan olduğu için, kişilik özellikleri, huyu suyu için değil de, salt o gruba ait olduğu için komşusu olmasını istememek ırkçılığın en açık evrensel kriteridir. Söz konusu araştırma sonuçları da Türkiye’de yaygın ve güçlü ırkçı eğilimler olduğunu ortaya koyuyor.

Irkçılığın tanımını daraltmak, üstüne alınmamak, kendine hiç kondurmamak ırkçılığın en besleyici gıdasıdır. Ondan da bizde bol bol var.

Kürtler için açık açık, adını vererek “nihai çözüm” öneren, Kürtlerin topyekûn tehcirini öneren, bunun için özene bezene iki bölümlük bir yazı dizisi hazırlayan namlı büyükelçilerimizden rahmetli Gündüz Aktan’ı hatırlıyorum da.; en çok üzerinde durduğu konulardan biriydi bu. Türkiye’de hiçbir zaman ırkçılığın olmadığını, bundan sonra da olamayacağını uzun uzun anlatırdı. Ve Gündüz Aktan, Türkiye’nin “sol” bilinen bir gazetesinde köşe yazarıydı. Evet, Gündüz Aktan yalnız değildi ve yalnız olmamaya devam ediyor. Türkiye’de ırkçılığın olmadığı, bizim yazar-çizerlerin sevdiği bir temadır; ama ben demek istiyorum ki sadece Gündüz Aktan’ın varlığı ve onun da aynı şeyi savunmuş olması bile Erol Katırcıoğlu’nun düşündüklerinden şüphe etmesine, bir durup düşünmesine yetmeliydi.

* İnsan Hakları Savunucusu / ayse.gunaysu@gmail.com

Yorumlar kapatıldı.