İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Sosyalizmden Soysalizme 

Sosyalizmden Soysalizme

Türkiyeli Kürtler ve Iraklı Türkmenleri yer değiştirelim. Evet, bu sözleri 60`ların devrimcisi, 70`lerin düşünce mahkûmu, 80`lerin inatçı devletçisi, 90`ların kuvvacısı, 2000`lerin İttihatçısı Mümtaz Soysal 2009`da söyledi…

ERKAN ŞİMŞEK/ Yazar

Güneydoğu`da ise, bölgesel özerklik, resmi dil dışında öğretim gibi ulus-devlet ilkesiyle çatışan isteklere karşı kesin kırmızı çizgiler çizmek ve düzen değiştirici planlı ekonomik-sosyal kalkınmayı öne çıkarıp bu koşullara uymak istemeyenlerin Irak`taki Türkmen nüfusla değiştirilmesini önermek gerekecektir…

Hayır, bu sözler İkinci Cihan Harbi`nin korkunç gestapo şefi Adolf Eichmann`a ait değil. Bu sözleri 60`ların devrimcisi, 70`lerin düşünce mahkûmu, 80`lerin inatçı devletçisi, 90`ların kuvvacısı, 2000`lerin İttihatçısı Mümtaz Soysal 2009`da söyledi. Tıpkı, sıkışınca o mübadele senin bu tehcir benim diyen; sürgünlerde örgütlendiğini unutup ahaliyi sürgünlere salan İttihatçılar gibi.

Malum, Ümit Kıvanç`ın `inkâr etmek suçtur` dediği Kürt sorunu, nihayet memleket gündemine geldi. Her büyük mesele gibi bu da Türk büyüklerinin milli sporu olarak önce inkâr edilmiş, bahsini açanlar terörize edilmiş, ileri gidenler vatan hainliğinin kılıcıyla sınanmıştı. Diyarbakır Cezaevi gibi, yakılan köyler gibi, Ermeni katliamı gibi, Kıbrıs meselesi gibi…

İşte bu Kürt meselesi tartışılırken, tartışmadan geri kalmayan hocaların hocası Mümtaz Soysal, kimsenin aklına gelmeyeni söyledi ve mübadele önerdi: Kürtlerle Türkmenleri değiştirelim. Doğrusu `hikmet-i hükümet`imizden bile beklenmeyecek bu zalim teklifin sahibinin Mümtaz Hoca olması şaşırtmadı. Ömrünün bu 80. yaşında renkli biyografisinin onu getirip bıraktığı noktadan başka ne beklenirdi ki? O halde mübadeleci Mümtaz Hoca`yı biraz yakından tanıyalım.

Hoca`nın tuhaf yaşamı

Yıldırım Türker`in, `siyasal tarihimizin büyük hayal kırıklığı` dediği Mümtaz Hoca 15 Eylül 1929`da Zonguldak`ta doğdu. Çok değil 45 gün sonra ABD`de `Kara Salı` [Black Tuesday] patlamış ve Büyük Buhran, tüm dünyayı alt üst etmişti. Tahminen Mümtaz Hoca da bu `darlık buhranları`nı yaşayarak büyümüştü. Belki de `müstakbel ve kronik` ABD muhalefetinin temelinde bu psikolojik kalıntı vardı. Genç Mümtaz, merkezî siyasetin ikbal kapılarından Galatasaray Lisesi`ne başladı. Büyük ihtimalle, [kişisel mitolojisi bir gün kamuya açılırsa], devre arkadaşlarının `Vallahi adı gibiydi. Çok zekiydi. Hocalarımızı sorularıyla bunaltırdı. Biz balık pazarında içerken o kitap okurdu` diyeceği türden bir öğrenciliği vardı.

Demokrat Parti iktidarından olsa gerek Emre Kongar`ın lanetleye lanetleye bitiremediği 50`li yılların başında Mülkiye`ye girdi; cümle İkinci Yeni şairiyle aynı yıllarda… Demek onları Mümtaz Hoca`nın serüveninden uzak tutan şair ruhları oldu. Keşke Mümtaz Hoca da iki şiir karalasaydı.

Devir Menderes devriydi, Amerikan tarz-ı siyaset ve hayat, memleketin orta yerini sinemaya çevirmişti. Mümtaz Hoca dönemin entelektüel zemini Forum dergisine gönüllü yazılmıştı. Tıpkı CHP`nin içinden DP`nin çıkması gibi bu liberal dergiden de `solcular` çıkmıştı. Sağıyla soluyla kimler yoktu ki? Müzmin antikomünist Aydın Yalçın, Şerif Mardin, Sadun Aren, Muammer Aksoy, Coşkun Kırca, Bülent Ecevit ve sonradan Mümtaz Soysal.

Soysal`ın bugünlere değin kesintiye uğramayacak tefekkür macerası başlamıştı; tabii sürekli değişerek. Hoca`nın değiş tokuşa olan merakı bu değişimde gizli zaten.

Anayasa hukuku konusunda uzmanlaşan Mümtaz Hoca henüz 32 yaşındayken 61 Anayasası`nı hazırlayan komisyonda yer aldı. Silah arkadaşları da Sıddık Sami Onar, Muammer Aksoy, Bahri Savcı gibi hocalardı. Memleketin demokrasi kumaşında artık Hoca`nın da ipliği vardı. Bu adanmışlık günümüze kadar geldi. Hoca her dönem biraz daha şaşırtarak milliyetçi siyasetinin sinyallerini veriyordu.

Yerli Duverger ders veriyor

Maurice Duverger meşhur bir Fransız entelektüelidir. Siyaset biliminin [her iki anlamda da] kitabını yazmıştır. Mübalağa olmasın, 60`ların Türkiye`sinde Fransa`da olduğundan daha meşhurdu. 60`ların ikinci yarısından sonra handiyse bütün kitapları çevrilmişti. Memlekette CHP, Kemalizm, sosyal demokrasi, sosyalizm, darbe tartışmaları Duverger`nin etrafında dönüyordu ve Duverger`yi ülkemize takdim edenlerden biri de yine Mümtaz Hoca`ydı. Fransa`nın resmî düşünürü ve merkezci siyasetin teorisyeni Duverger, Mümtaz Hoca`nın himmetiyle Yön Hareketi`ne giden yolda `Fransız kalmak` istemeyenlerin rehberi oldu. Evet, Doğan Avcıoğlu`nun `efsane` Yön Dergisi etrafında örgütlenen Yön Hareketi`nden bahsediyoruz. Ama yönümüzü bulmak için önce `Kadro`ya yani 30`lara gitmek gerekiyor.

İnkılâbın emrinde bir `Kadro`

Cumhuriyetin ilk aydın hareketlerinden biriydi. 1932`de çıkan Kadro Dergisi etrafında örgütlenmişlerdi. Yakup Kadri hariç, Bolşevik çizgiden gelen ve Murat Belge`nin tabiriyle Marksizmin rahle-i tedrisinden geçen ilk dönem Cumhuriyet aydınları tarafından kuruldu. Tarihsel materyalizm ve Marksizm üzerinden bir Kemalizm inşa etmeye çalıştılar. Kendilerinden sonra gelen sol düşünceleri ulusalcılıkla malul kıldılar. Kendi tabirleriyle inkılâbın emrine girdiler. Üstelik `Darülfünun`u, inkılâbın emrinde tek bir sayfa üretmiyor` diye ihbar ederek… Şevket Süreyya Aydemir`in `İnkılâbın emrinde bilim yapmıyor` dediği de Türk Tarih Tezini, Güneş Dil Teorisini onaylamıyor oluşlarıydı. Kadrocular, Cumhuriyetin kültür politikasını bütünüyle benimsediler. Dönemin gereği olarak bağımsızlıkçı, devletçi, otarşik [kendine yeten] bir ekonomi politik ürettiler. Kurtuluş Kayalı`nın ifadesiyle `biz bize benzeriz`ci bir dil tutturdular. İnkılâbın özgünlüğünü saplantı düzeyinde vurguladılar. Devletçiliği giderek bir ekonomi modelinden çıkarıp bütünüyle bir devlet modeli olarak kodladılar.

Hayallerindeki Türkiye`yi ancak elit bir kadro hareketinin inşa edeceğine imanları tamdı: Kara kalabalıkların ve çarıklıların olmadığı; bürokratların, askerlerin, aydınların halay başı olduğu bir siyaset. Kadrocular Türkiye`nin temel sorunlarının, elitist/öncü bir edayla, bürokratik kanallarla iktidara yol göstererek çözüleceğini düşünüyorlardı. Mümtaz Hoca`nın, Kadroculardan 70 yıl sonra hâlâ onlar gibi düşünüyor olmasındaki nostaljik ısrarını takdir etmemek elde değil. Hoca, kendi şahsiyeti ve tefekkür macerası üzerinden adeta Kemalizm`in tarihi seyrini okutuyor. Hani Metin Erksan gönül düşürse bu ısrarın filmini bile çeker.

Takvimler 1960`ı gösterirken Cumhuriyette bir ilk oldu ve mutabakat bozuldu. Yeni devletin töresine darbe kuralı girdi. 30`unu henüz devirmiş Mümtaz Hoca`nın ikbal yolu açılmıştı. Devrimci, demokrat bir anayasa hukukçusu için ne hazin bir ikbal. Lâkin Hoca`nın bir şikâyeti yoktu ve kolları sıvayıp yeni anayasaya imza koydu. `En demokratik` dedikleri bu anayasa, partilerin taşrada örgütlenmesini kısıtlıyor; TBMM`ye güvenmeyip, darbecilerin tabii senatör sayıldığı ikinci bir seçkinler meclisini yani cumhuriyet senatosunu başımıza musallat ediyordu. Halkımız da zaten senatoyla `okumuşlar meclisi` diye dalga geçer olmuştu.

Demokrasiye `Yön` verenler

İşte bu dönem hayatımıza Yön girdi. Doğan Avcıoğlu, Mümtaz Soysal, Cemal Reşit Eyüboğlu üçlüsü Kadrocuların mirasını yeniden diriltmek için 27 Mayıs rejiminin de atmosferiyle Yön Dergisini kurmuştu. Marksizm üzerinden Kemalizm üreten Kadrocuların aksine Yöncüler, Kemalizm üzerinden bir Marksist devrimin teorisini üretiyorlardı. `İçeriden` konuşuyorlardı: Eyüboğlu CHP`de mebus, Avcıoğlu ve Soysal CHP kontenjanından kurucu meclis üyesiydiler. Devletin partisinde sosyalistçilik, darbecilik oynamaya başladılar. İşçilerin esamisi okunmuyordu. Askeri darbenin meşruiyeti için çırpındılar, yetinmeyip milli demokratik devrimi formülleştirdiler. Bu formülün Türkçesi de `ordu gençlik el ele`ydi. İsmet Özel`in hatıralarına göre Doğan Avcıoğlu, Yön tecrübesi sırasında `on tane işçiyi kandıracağıma bir tane albayı kafalarım daha iyi` demişti de tarihler bunu devrim stratejisi diye kaydetmişti. Yöncülerin bir sorunu da çokça bel bağladıkları orduyu kızdırmamaktı. `İşçisiz devrim`in temelinde bu vardı: koskoca albaylar elleri yağlı işçilerin arkasından mı yürüyecekti?

Mümtaz Hoca`nın `Yön`ünde siyaset böyle yapılıyordu. Zinde güçler diyorlardı başka bir şey demiyorlardı ve bu zinde güçler, Kadrocuların elitist kadrolarına tekabül ediyordu. Bir de ithalat yapıyorlardı. İthalatları Avrupa`yla sınırlı değildi. Ortadoğu`dan BAAS`çılık getirmişlerdi. 9 Mart 1971`de `ordu millet gençlik el ele` darbe yapacaklardı. Olmadı. Oyunu bozan sağcı paşalar 12 Mart`ta muhtırayı verdiler ve de üstelik intikam da aldılar. Mümtaz Hoca diğer Yöncülerle birlikte cezaevine düştü.

Hem de `12 Mart`ın haftasında öğrencilerinin alkışları arasında dekanlığını yaptığı Mülkiye`de tutuklandı. Ceza sebebi o meşhur `Anayasaya Giriş` kitabıydı. Yürürlükteki anayasayı anlattığı kitabı yüzünden 15 ay hapiste yattı. Suçu komünizm propagandası yapmaktı. Hoca`yı mahkûm eden askeri savcı ise 90`ların o korkunç DYP-SHP koalisyonunda karşımıza çıkan Baki Tuğ`du. O Baki Tuğ, 72`de üç fidanı iştahlı cümlelerle, damak şaklatmaları eşliğinde darağacına yollamıştı.

Mübadeleyi savunmak

Ama Mümtaz Hoca`nın bundan pek şikâyeti yoktu ki hükümet eylemek bir yana Dışişleri`ne bakan bile oldu. Bu dönemde hayırla andığım tek girişimi sanırım ABD`de vize uygulamasıydı. Naif ama işte haklıydı. 60`lardan itibaren başlayan değişimi 90`larda tamama ermişti. Hoca, `Kıbrıs Türktür Türk kalacak`, `Rauf Denktaş millî kahraman`, `Kürt sorunu yoktur`, `Saddam`la ortak operasyon yapmalı Kürtleri etkisiz hale getirmeliyiz` seviyesine gelmişti. Hapislerde yatan, `özgürlükçü anayasa` yapan, halkçı Mümtaz Soysal sosyalizmin bağrından kopup `soysalist` bir adam olmuştu.

UNESCO`dan insan hakları ödülü alan, Sosyalist Kültür Derneği`ni kuran, öğrencilerini polise vermeyen Mümtaz Hoca, Susurluk sürecinde vicdanı rahat bir şekilde Mehmet Ağar`ın dokunulmazlığının kalkmasına çekimser kalmış; 28 Şubat sürecinde `demokrasiler cumhuriyetin düşmanıdır, neyimize gerektir` demiştir. Son 10 yıldır bütün yazdıklarının özeti: Eyvah İran olacağız, CHP sol partidir, onu sevelim, solculuğun gereği olarak devletimizi ve Kemalizm`i bağrımıza basalım.

Evet sol, solculuk, sosyalizm, devrimcilik diyen Mümtaz Hoca bu kavramların içini boşaltıp yerlerini devletimiz ile doldurdu bunu da solculuk diye yutturdu. Yaptığı en düzünden sağcılık ve milliyetçilikti. Türklüğün davasını solculuk diye satıyordu. Halen de böyle yapıyor. Kadrocularda, 27 Mayıs`ta, Yön`de, 28 Şubat`ta tecessüm eden farklı Kemalizm perspektiflerini şahsında cem etmişti bir kere. Son hezeyanı da sanırım bunların bir sonucu oldu. Mümtaz Hoca solculukla geçen son 50 senesi boyunca nedense ezilmişliklerini, mazlumluklarını ve mağduriyetlerini bir kez olsun anmadığı Kürtler için projesini açıkladı. Değişerek ama değişmediğini savunarak ve hukukla, anayasayla, insan haklarıyla geçen 50 sene sonunda Hoca bir ulusu sürmeyi, başka ülkeye göndermeyi önerdi.

Meşhur sözdür, `haddini aşan her şey zıddına inkılâb eder`. Mümtaz Hoca da öyle oldu. Solculuk adına yelken açtı milliyetçiliğin sığ sularında kaldı.

erkansimsek@gmail.com

Yorumlar kapatıldı.