İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Mardin’e Doğru  Nurettin Değirmenci

Mardin’e Doğru
15.07.2009

Saat 12’de Süreyya, Cem ve Ceren ile Mardin’e doğru yola koyulduk. Kurallara uygun yol alarak otoban üzerinden saat 15’te Gaziantep’e vardık. Gaziantep’te yemek ve dinlenme için durduk. Şehir merkezinde aracımızı otoparka bırakıp lokantaya girdik. Yemekten sonra şehir merkezinde iki saat dolaştık.
Gaziantep’te Kale civarı güzel düzenlenmiş. Her yer tertemiz. Eski yapıların çoğunluğu restore edilmiş ve kullanıma açılmış. Bazı tarihi mekânları dolaştık. Tarihi yapılarda iş yapanlar müşteri bekliyor ve az sayıda dolaşan gözüküyor.
Gaziantep’te yaklaşık iki saat Kale civarında dolaştıktan sonra yola koyulduk.
Aracı Cem kullandı. İki saat sonra Şanlıurfa’ya vardık. Çevre verimli arazilerle kaplı olup fıstık ve zeytin ağaçları çoğunluktadır. Türkiye’deki özgürleşmenin nedenlerinden biri, tarımsal üretimdeki artış ve verimdeki yükselmedir. Şanlıurfa’da durmadık, çevre yolundan Mardin yoluna çıktık. Mardin yolu bozuk ve kalabalıktı. Habur sınır kapısına giden-gelen araçlar girdiğimiz yolu kullanıyor. Bir süre sonra hava karardı ve araç kullanma oldukça zorlaştı. Konvoy halinde gelen kamyonlar alışık olmayan sürücüleri bayağı rahatsız ediyor. Yavaş ve temkinli olarak iki saat sonra Mardin’e vardık. Mardin Kalesi oldukça güzel ve çarpıcı olarak aydınlatılmış; Mardin, Kızıltepe’den itibaren bir gerdanlık gibi gözüküyor.
Mardin’in girişinde, “Çok dinli, çok dilli Mardin’imize hoş geldiniz” diye yazıyor. Yazıdan cesaret alarak Şehre önyargısız giriş yapıp Tatlıdede Konağına girdik. Önce Konağı gezdik, sonra bir odaya yerleştik. Konağın terasında oturup dinlendik ve çay içtik. Mardin Ovası, gece, deniz gibi gözüküyor. Yalnız çok sayıda gemi ve teknesi olan denize benziyor. Uzaklarda gözüken anız yangınları izleyenleri rahatsız etmiyor. Gökyüzü açık ve sayısız yıldız parlıyor. İnsan usanmadan ve bıkkınlık duymadan sabaha kadar yıldızları ve ovayı izleyebilir. Gece hava kuru ve ılık.
Otelci, kaldığımız Konak hakkında yüzeysel bilgiler verdi. 1500’li yıllarda temeli atılan Konak, bugünkü haline 200 yıl önce kavuşur. Yapanlar hakkında bilgi yoktur. Sadece bazı söylentiler vardır. Örneğin, Konağın, gömüde bulunan “Macar altınları” ile yapıldığı söyleniyor. Bir gün sonra başkası bu söylentinin yanlış olduğunu açıklandı.
Mardin’de Araplar, Kürtler, Ermeniler, Süryaniler ve Türkler yaşıyor. Ermeniler sayıca azalmıştır. Süryanilerin bazıları yurtdışından topraklarına geri dönüyor.
1-Süryaniler Süryanice, Arapça, Kürtçe ve Türkçe biliyor.
2-Araplar Arapça, Türkçe ve Kürtçe biliyor.
3-Çoğunluk Kürtler Kürtçe ve Türkçe biliyor.
4-Türkler, sadece Türkçe biliyor.
Yöneticilerin çoğunluğu Türk ve çok dilli, çok dinli şehre yabancı kalıyor. “Ne mutlu Türk’üm diyene!”
16–7–2009 tarihinde eşek anırmaları ile uyandık. Saat 7.30’da başlayan kahvaltıdan sonra tarihi yapıları gezmeye koyulduk. Tarihi PTT Binası, Meryemana Kilisesi, Müze, Ulu Cami, Zinciriye Medresesi, Kız Sanat Okulu… Gibi yapıları gezdik.
Mardin’deki bütün tarihi yapılar birbirine benziyor. Hepsi işlenmiş taşlarla yapılmış. Taşlar beyazdır. Kolanlardaki taşlar geçmeli olarak konmuştur. Böylece, yapılar, dış etkilere karşı dirençli hale gelmiştir.
Ulu Camide küçük çocuklar Kuran süreleri ezberliyor. Bizleri görünce koşup yanımıza geldiler. Kendilerini sevip sohbet ettik.
Gezimiz sırasında tanıdık bir öğretmenin akrabası olan Engin yanımıza geldi ve bizlere rehber oldu. Rehber ile gezimiz daha güzelleşti ve hızlandı.
Tarihi yapıların tümü ovaya bakıyor. Hiçbir yapı diğerinin önünü kapatmıyor. Bazı yapıların altında insanların ve hayvanların geçişi için özel tüneller yapılmış.
Mardin’de sokaklar dar ve araçlar giremiyor. Eşeklerle temizlik yapılıyor. Sabah erkenden duyduğumuz eşek anırmaları, temizlikçilerin hayvanlarının isyanıymış. Mardin’de ara sokaklar karmaşık ama temizdir.
Tarihi yapılarda düzenli yenileme çalışmaları gözüküyor. Bazı yapılar otele ya da başka işletmelere dönüştürülüyor.
Mardin Müzesi küçük ama etkileyici eserler var. Geziler arasında Süreyya ile Ceren takıcıdan epeyce gümüş takı satın aldılar.
Mardin içinde epeyce dolaştıktan sonra yemek yedik. Sonra Dayrulzafaran’a hareket ettik. Süryanilere ait manastır M.S. 550’li yıllarda temeli atılır. Sonra genişletilerek bugünkü halini alır. Manastırın çevresi verimli topraklarla çevrilidir. Toprak, üzerinde yaşayan insan ile değerli olur. Manastır topraklarını verimli kılan Süryani din adamlarıdır. Manastırda yaşayanlar kendi ihtiyaçlarını çalışıp üreterek temin ediyorlar.
Manastırda, önümüze düşen bir rehber bütün bölümleri gezdirdi. Sadece kütüphane kısmına giremedik. Bir de yaşam alanlarını gezemedik. Manastırda 50 civarında din adamı adayı kalıyor.
Dayrulzafaran’dan sonra Mardin ile Nusaybin arasında bulunan Dara şehrinin kalıntılarını ziyaret ettik. Kalıntılar yıkık ve dağınık durumdadır. Yeraltındaki kısım şimdiki haliyle sağlam ve sütunlardan ibarettir. Sütunlar yaklaşık 12 metre yüksekliğinde olup sarayı taşıdıkları söylenir. Üsteki saray kısmında ise köy evleri vardır. Tarihi taşlar köy evlerinin duvarlarına destek oluyor.
Saraydan 300–500 metre uzakta kaya mezarları vardır. Zerdüştlere ait mezarların açıkta olanları tahrip edilmiş, diğerleri yeraltındadır.
Dara tarihi kalıntılarının açığa çıkması için bilgi, beceri ve parasal kaynak gerekiyor.
Dara kalıntılarının bir kısmı Jandarma sınırları içindedir. O bölümleri gezmek mümkün olmadı.
Yüzeysel incelemelerden sonra Mardin’e döndük. Mardin’i değişik bir bölgeden izledik. Bu arada iki blok halinde sekiz katlı Kuran Kursu binası gördük. Binanın çevresinde üretim ile ilgili herhangi bir etkinlik gözükmüyor. Zaten, binalar kayalar üzerine inşa edilmiştir. Sadaka ile geçinen, üretime yabancı, dilenciliğe aday öğrenciler kurslarda sözcük tekrarlıyor.
Mevlana, “Kuru dua edeceğine, ağaca dönüşecek tohum ile uğraş!” diyor ama 2000’li yıllarda Türkiye’de kuru dualara yatırım yapılıyor.
Gece tarihi Cercis Konağında ovayı seyredip Süryani şarabı içtik. Geç saatlerde kaldığımız konağa dönüp uykuya daldık.
17–7–2009 tarihinde tekrar eşek anırmaları ile uyandık. Önce kahvaltı yaptık. Sonra Mor Gabrial (Duyrulumur) Manastırını gezmek için Midyat’a doğru yola koyulduk. Rehberimiz Engin bizi yalnız bırakmadı. Üstelik aracımızı da kendisi sürüyor.
Mor Gabrial Manastırı Midyat’tan 20 kilometre uzakta bulunuyor. Manastırın yapım tarihi M.S.512 yılları olarak söylendi. Sonradan yapılan eklerle görkemli yapısına kavuşur.
Manastırda, kutsal kısımlar, mezarlar, yaşam alanı ve ekilip biçilen topraklar var.
Kutsal kısımlar ile azizlere ait mezarların bulunduğu kısımları gezdik. Süryani rehber bizlere gerekli bütün bilgileri verdi. Bu arada, “Köylülerle olan toprak sorunu nedir?” diye, sordum. Rehber, “Arazi bize aittir. Tapular, arazilerin bizim olduğunu kanıtlıyor. Köylüler, bizim onayımızla arazileri işliyor. Şimdi, ‘Arazi bizimdir’ diye tutturdular. Davayı kaybettiler.” Diye, açıkladı.
Süreyya arazilere ve binalara bakarak ve çevre köyleri ile kıyaslayarak, “Şu adamları yabancı kabul ediyoruz. Ne kadar utanılacak bir düşünce! Ekiyorlar, biçiyorlar, toprakları işliyorlar, tarihi yapıları koruyorlar ama azınlık diye baskı görüyorlar…” düşüncelerini seslice dile getirdi.
Süreyya düşüncelerini dile getirirken, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, “Azınlıklara ve azınlıkların haklarını savunanlara her türlü hakaret düşünce özgürlüğü sayılır.” kararını, kendi kendimle tartıştım. İlkellik, bir, iki, üç… Kötü olay değil; topyekûn bir zincirdir. Bu zincirin bir iki halkasının güçlü olması, zincirin gücünü arttırmıyor.
Ayrıca, Müslüman toplumlardaki kul-kuyruklar arasından evrensel yönetici, evrensel komutan ve evrensel yargıç çıkmaz.
Rehber, Kuryakos adında bilgili bir insandı. Kendisine dinsel bazı sorular sordum ve severek cevapladı. Ancak, konuşmalarından Süryani din ve dil eğitim işlerinin iyi gitmediğini anlamamak için aptal olmak gerekir. Tanrılara şükür çok akıllı değiliz!
Süryanilerin merkezi, baskılardan ve kısıtlamalardan dolayı Şam’a taşınmış. Gerçekte Metropolit (Yönetim) merkezi Dayrulzafaran ya da Mor Gabrial olması gerekir.
Mor Gabrial Manastırında 70 din adamı adayı kalıyor. Saat 12 civarında rehbere teşekkür ederek, Manastırdan ayrıldık. Doğruca Hasankeyf’e yöneldik. Günün en sıcak saatlerinde tarihi kalıntıların bulunduğu Kaleyi gezdik. Kalede hizmet veren işyerlerinden birinde ayran içip serinledik. Ayranın çok lezzetli olduğu oybirliği ile kabul edildi. Sonra, Dicle kenarında bir lokantada oturup karnımızı doyurduk. Yeteri kadar dinlendikten sonra Mardin’e hareket ettik. Mardin’de sevgili Engin’i istediği yere bırakıp, Diyarbakır’a yöneldik.

nurettind@geteselektrik.com
Nurettin Değirmenci
Elk. Yük. Müh.

Yorumlar kapatıldı.