Sovyetler Birliğinin (Kuruluşunun ve Çöküşünün) Gayri Resmi Tarihi: Tehlikeli Bir Hayat
Sait Çetinoğlu
Ermeni Sorununa Sovyet bakışının Türkçe’deki bir ilki olan Wartkes Tewekelyan’ın Hayatın Anlamı (1) adlı tarihi romanı, yeri belirtilmemesine rağmen romandaki yer tasvirlerinden muhtemelen Şebinkarahisar’daki Ermeni direnişinde başlayıp Anadolu’yu boydan boya geçerek İstanbul’a, oradan Balkanlara, Ortadoğu’ya ve Sovyet Ermenistan’ına kadar geniş bir coğrafyada süren bir yaşamın, 1. Savaş içindeki tehcir adı altında Soykırımın ardından dünyanın dört bir yanına savrulan Ermeni halkının trajik hayatlarının tarihsel bir anlatımı olmasının yanında Ermeni Sorununa Sovyet bakışını yansıtması bakımından da önemli bir belge niteliğinde uzun soluklu bir direniş öyküsüydü.
Pencere Yayınları bu kez de Wartkes Tewekelyan’ın Tehlikeli Bir Hayat(2) ’ıyla 1. Savaşla 2. Savaş arası dönemini kapsayan, Rusya’dan Sovyetler Birliğine giden süreci ve bu süreç içinde çok genç yaşta Kızıl Ordu’ya katılan bir Ermeni genci İvan Zilin’in hayat hikayesiyle Sovyetler Birliğini mercek altına alan romanını okurlarıyla buluşturdu.
Geniş ve fırtınalı bir dönemi kapsayan iki büyük savaş dönemi içinde, Ekim Devrimi, Emperyalist kuşatma, iç savaş, Sovyetlerin kuruluşu, NEP, Yeni Sovyet insanı yaratma coşkusu, ekonomik sabotajlar, Sovyetlerle dünya devriminin ilişkisi, Soykırımdan kurtulan Ermenilerin yaşadıkları mülteci kampları, 1936 yılı tasfiyeleri, Anayurt savunması… gibi çeşitli konular ve olaylar, Sovyet sisteminde yetişen bir göz aracılığıyla okurlarına sunulur. Tewekelyan’ın eseri aynı zamanda gayri resmi Sovyetler Birliği tarihidir.
Sovyetler birliğinin en acılı ve zor dönemine odaklanan eser de Tewekelyan, dönemin olaylarını ayrıntılı bir analizini yapar. Dönemi ayrıntılı olarak resmederken en küçük ayrıntıyı bile gözden kaçırmaz. Bu bakımdan Tewekelyan’ın eseri Sovyetler Birliğinin kuruluşunun ve Sovyet deneyiminin iflasının gayri resmi tarihi olarak okunmalıdır.
Dönemin yakıcı sorunlarından biri de Ermeni Sorunu’dur. Tewekelyan bu soruna da değinmeden geçmez. İç savaş sona ermiş Devrim’den dört yıl sonra hala iç savaşın yaraları sarılmaya çalışılmaktadır. Sovyetlerin karşı karşıya kaldığı bir izolasyon ortamında Sovyet vatandaşlarının çektiği sıkıntılarla birlikte Ermeni Soykırımından kurtularak, Sovyet Ermenistanı’na ve Sovyet Gürcistanı’na sığınan Ermeni mülteciler çok daha zor koşullar içerisinde yaşamaktadırlar:
Bir gün Yabloçko ve ben Çeka başkanı, eski Bolşevik Tsinbadze tarafından çağrıldık.
“Sizinle konuşacak şeylerim var”, dedi biz içeri girdikten sonra ve bana döndü: “Zilin, hiç Kızıl Kışlalarda bulundun mu?”
“Hayır, yalnızca adını duydum.”
“Kışlalara ortalama dörtyüz Ermeni kaçak getirilmiş. Kadın¬lar, çocuklar ve yaşlılar. Katliamlar yüzünden Anadoludan kaç¬mışlar ve 1919’dan beri buradalar. Şimdi açlık çekiyorlar. Bir de tifüs salgını çıkmış. Zavallılar ne olursa olsun kurtarılmalı, ne yazık ki araçlarımız yok. Moskova yardım sözü vermiş ama an¬cak altı hafta sonra. Siz devreye girseniz nasıl olur?”
Ermenilerin kamp yaşamından bir kesit verilirken Ermeni soykırımından kurulabilen mülteciler içler acısı koşullarda ölüm kalım savaşı vermektedirler:
Kışlanın eskiden kırmızıyken zamanla kararmış olan tuğla duvarları şehrin kenarında yükseliyordu. Kapıya giden yol ça¬mur içindeydi, güçsüz kalmış bir sürü çocuğun yalınayak ve pa¬çavralar içinde bir çöp yığınında debeleştikleri avluya zorlukla vardık. Sonra ilk en iyi odaya girdik. Gördüklerimiz korkunçtu.
İki düzine aile ıslak ve kirli salonda, çıplak taş üzerinde kalı¬yordu. Köşelerde üzerlerine paçavralar örtülmüş hastalar inliyor¬du. Soluk benizli kadınlar, mumyalar gibi kurumuş kollarında yaygara koparan bebeklerini taşıyordu. Bu hafif, ümitsiz, şikayet dolu ağlayış dayanılmazdı. İnsanın kalbini parçalıyordu.Kışla sakinleri etrafımızı sardılar. “Sovyetler insanların bura¬da böyle yaşarken çürümelerine izin verebilir mi?” diye yaşı pek belli olmayan basık göğüslü bir kadın sordu. Gözleri gençti, ama taranmamış gri saçı ve güçsüz kırışmış yüzüyle yaşlı bir kadın damgasını taşıyordu.
“Hastaları götürün”, diye ciyakladı köşesinden, kollarını bize doğru uzattı beyaz saçlı bir ihtiyar.
“Çocukları kurtarın! Şuna bakın, ne halde!” Açlıktan ateş gi¬bi parlayan gözleriyle bir anne bize çocuğunu gösteriyordu, bez parçalarına sarılmış iskeleti çıkmış sıska bir soluk yüz.
“Yeter!” diye bağırdı Yabloçko. Yüzü ölü gibi bembeyazdı. “Şerefim üzerine yemin ediyorum, size yardım edeceğiz! Hasta¬ları götüreceğiz, çocuklara yemek getireceğiz!” Döndü ve he¬men uzaklaştı oradan. Onu hiç böyle gergin görmemiştim. Sessizce tüm kışlaları dolaştı. Her yerde aynı görüntü vardı… “Birilerinden duymak veya kendi gözleriyle görmek, bunlar tamamen farklı şeyler”… “Zilin ve ben bugün Kızıl kışlalara gittik. Orada gördükleri¬miz anlatılacak gibi değil”, diye devam etti Yabloçko. “Çocuklar yaşayan iskeletler olarak etrafta koşuşuyor, kadınlar bir deri bir kemik kalmış. Yaşlıları hiç anlatmayayım. Sinekler gibi ölüyor- lar. En büyük felaket tifüs salgını. Bu zavallıları kurtarmak mümkün değil mi, diye düşündük.” Yumruğuyla masaya bir vur¬du, bardaklar şangırdadı ve sonra etrafındakilere baktı.
Kamptakiler için asgari yaşam koşulları tesbit edilerek gerekli girişimlerde bulunularak Ermeni mültecilerin koşulları düzeltilmeye çalışılır::
Neler gerekeceğini aşağı yukarı hesap etmek iyi olurdu. Eğer uygun görürseniz birlikte düşünelim: Günde iki kez sıcak yemek, ekmek, eh diyelim ki adam başı dörtyüz gram, giysi ve ayakkabı, bunlar en gerekli olanları. Kışla içindeki pencereler en azından tahtalarla çakılmalı ve içeriye soba konmalı. Herşey den önce de oradakiler yıkan¬malı, elbiseleri ve kaldıkları yerler dezenfekte edilmeli. Bunu biz üstleniyoruz. Banyonun iki gün yalnız kışladakiler için açıl-masını sağlayacağız ve dezenfekte ettireceğiz. Tabii birkaç sey¬yar mutfak vereceğiz ve hastaları hastaneye götüreceğiz.”
Koşullar eldeki imkanlarla asgari düzeye çıkarılarak Ermeni mülteciler ölümden kurtarılır:
İvan Mefodyeviç hastaları şehir hastanesine yatırmak için çok uğraştı. Ben bizim idari şefin yardımıyla dezenfeksiyon mal¬zemelerini buldum ve seyyar mutfak işini hallettim.Kışla sakinleri banyoda yıkanırken özel komando, odaları de¬zenfekte etti, pencereleri çaktı ve sobaları kurdu. Banyodan dön¬dükleri zaman gerekli olanlara giysi ve ayakkabı verildi. Günde iki kez kışla avlusunda sabah saat sekizde ve akşam beşte seyyar mutfak dolaşıp dumanı tüten çorba ve arabayla ek¬mek dağıtılıyordu. Çocuklara ayrıca tatlı kahve veriliyordu. Kışladaki kadınlar her yerde işe giriştiler. Yemek dağıtımına yardım diyor, ekmek kesiyor, bulaşıkları yıkıyorlardı.
İç Savaş sonrasındaki yoğun sefaletin ortadan kaldırılması için yoğun çalışmalar vardır, Yeni toplum kuruluşunun coşkusu herkesi sarmıştır. Bunların yanında eski toplumdaki ayrıcalıklı sınıfların direnişi, işletmelere yapılan sabotajlar da üretimin artırılmasını engeller yeni Sovyet toplumunun coşkusu bu olumsuzlukların üstesinden gelirken, geniş bir parti bürokrasisinin doğuşu gözlemlenir. Yeni bürokrasi de yukarıya verdiği raporlarda olan değil olması gereken sahte raporlar verilmektedir. Tewekelyan eseri ile Sovyetler Birliğini masaya yatırmıştır. Roman kahramanı Zilin bu yeni olguyu anlamlandıramaz. Bu yabani ot nereden fışkırmıştı? sorusunu kendine sormaktadır.
Bu bakımdan Tewekelyan’ın eseri aynı zamanda Sovyet deneyiminin başarısızlığının da tarihsel açıklaması niteliğini taşır. Romanın kahramanı Zilin 1936 tutuklamalarına anlam veremez bütün ülkede cadı avı gibi halk düşmanı aranmaktadır. Tewekelyan’ın kahramanı Zilin’in sadece kendi yakın çevresinden verdiği örnekler çok şeyi anlatmaktadır:
Yıl 1936 idi. İşletmede her şey kuralına göre ilerliyordu. Ama ben sıkıntılıydım çünkü hayatı yaşanmaz yapan, çok tuhaf, çok yadırganacak, anlaşılmaz bir şeyler oldu etrafımda. Özellikle iti¬bar gören değerli insanlar, yetenekli, kabul gören uzmanlar ara¬sından bu kadar çok halk düşmanı birdenbire nasıl çıkmıştı? Öyle ki dün şehrin ileri gelen bir kişisiyle en hayati konulan konuşuyorsun, bugün ise onun geceleyin halk düşmanı olarak tutuklandığını duyuyorsun. Tabii bu tür olaylar bizim işletmede de oluyordu. İşletme için sorumlu olan güvenlik görevlisi kadro bölümü odasından yeni çıkmıştı ama yine çalışanlarımız hakkında devamlı yeni bilgiler istedi ve dosyalarını inceledi. Bazen iyi tanıdığımız bir elemanı¬mız hakkında tarafsız, objektif bir biyografi yazamadan ertesi gün onun yakalandığını öğreniyorduk. Hangi sebeple? Cevap hep aynıydı: Halk düşmanı!
Partinin şehir komitesi işletmenin parti sekreteri olarak bir mühendis önermişti. Yoldaşlar şehir komitesinin kararına daya¬narak onu oy birliği ile parti sekreteri yaptılar. Herkesin beğen¬diği aktif biriydi ama seçimden iki ay sonra tutuklandı. Mühen¬dis otuz üç yaşındaydı, bir işçi ailesinden geliyordu, Sovyet top¬lumunda büyümüş ve eğitilmişti. Bu insan nasıl bir halk düşma¬nı olabilirdi?
Sovyet toplumundaki canlılık ve tartışma yok olmuş derin bir sessizliğe gömülmüştür. Herkes attığı adımdan korkmakta birbirleriyle ilişkiden çekinmektedir. Bu tutum işletmelerin yönetimine de sirayet etmekte gecikmez kimse inisiyatif geliştirme cesaretini gösteremeyecektir. Yukarıdan gelen talimat dışında kimse iş yapmaya, işi geliştirmeye cesaret edemeyecektir.
Tuhaf! Artık kimse kendi başına düşünüp olanları açıklamayı denemiyor, buna cesaret edemiyordu. Yukarıdan direktif ve yönerge mi bekleniyordu?İnsanlar görünür biçimde değişiyorlardı, birbirlerine güvenlerini kaybedip içlerine kapanıyorlardı. En kötü olan da buydu
Sovyetlerde sonun başlangıcına işaret edilmektedir….
(1) Sait Çetinoğlu, Uzun Soluklu Bir Direniş Öyküsü, http://www.www.karalahana.net/index.php?option=com_content&view=article&id=2129:wartkes-tewekelyann-hayatn-anlam-adl-tarihi-roman&catid=77:sait-cetinoglu&Itemid=101
(2) Wartkes Tewekelyan, Tehlikeli Bir Hayat, Çev. Gül Sabar, Pencere Yayınları, Aralık 2008, 329 shf.
Yorumlar kapatıldı.