İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermeni soykırımı çok acı ve çok büyük bir hakikati temsil eder. 

Post-modernizmde yuvalanmış en büyük ‘tehlike’ nedir, bilir misiniz? Sonunda ‘hakikatin’, sözde ‘objektif’ olanın, yani ‘gerçekliğin’ önüne geçmeyi başarması.
Hakikatin gerçekliğin önüne geçtiği bir dünyada, şahıs topluluklardan, toplum devletten, insan ulustan daha ehemmiyetli ve daha etkili hale gelir.

‘Gerçeklik’ otorite gerektirir. Otoriteyi çağırır. Mesela Sovyetler, ‘gerçeklik’ takıntısı yüzünden ‘hakikatlere’ sırt çevirdiği için totaliterliğin şahikasına ulaşmıştır.
Nietzsche ‘Tanrı öldü’ dediği zaman çok erken bir post-modernizm tanımı yapmıştır. Zamanından önce öten herkesin başına gelen Nietzsche’nin de başına gelmiştir. Önce, yanlış anlaşılmıştır.

Ölen Tanrı, ‘Gerçek Tanrı’dır’, insanın dışındaki Tanrı, objektif Tanrı. Ama onun yerini ‘Hakiki Tanrı’ almıştır. Bu Tanrı, Hallac-ı Mansur’un ‘Enel Hakk’ diye tasvir ettiği Tanrı’yı andırır. Tanrı, artık benle doğan, benle yaşayan ve benle bilinmeyene göç eden bir mevhumdur. Kimileri bu Tanrı’nın daha güçsüz ve zayıf olduğunu düşünür. Halbuki tam tersi doğrudur.

Bir hakikat olarak Tanrı, bir gerçek olarak Tanrı’dan çok daha güçlüdür. Gerçek olanın gerçekliği tartışılabilir, ama hakikatler tartışılamaz.

İdealizm materyalizm tartışması artık geride kalmıştır. Dr. Johnson’un kürsüye bir taş getirip ona tekme atarak materyalizmi kanıtlamaya çalıştığı zamanlar geride kalmıştır. Taşın gerçekte var olup olmaması artık kimseyi ilgilendirmemektedir. Taşın hakikati, yani tekmeyi attığınız zaman ayağınızda duyduğunuz acı önemlidir artık. Taş da hakikidir. Tanrı da. Birinin hakikati diğerinin hakikatini yok etmez. Edemez.

Adorno, modernizmin ‘Holocaust’la bitmiş olduğunu söyler. Holocaust’tan sonra insan, ‘ilerlemeye’ inancını kaybetmiştir. Ve kendi hakikati dışındaki bir ‘gerçeklik’ten, ‘gerçeğin’ ne olduğunu ona anlatan ideolojilerden, doktrinlerden kuşku duymaya başlamıştır. (Bence, modernizmin bir diğer bitiş nedeni de Stalin’dir.) Yani, Hitler ve Stalin sağda solda modernizmin sonudur. Artık insanlara ‘gerçekliğin’ ne olduğunu işaret ederek onları ikna edemezsiniz. Yani, onların hakikatini tarihçilere, sosyal bilimcilere havale edemezsiniz. Onların hakikatlerini iyi anlayıp bu hakikatin dilini deşifre ederek ‘belki’ onları kendi hakikatinize yaklaştırabilirsiniz. Ya da, bir geçici ittifak imkânı, zemini yaratabilirsiniz.

Yani, insan şu sonuca varmıştır. Bundan böyle şahsi yanlışlarını, toplu yanlışlara tercih edecektir. Bütünü, ‘gerçekliği’ kavramak imkânsızdır. Şahsi yanlışlar, toplu ideolojilerden, yanlışlardan çok daha az tehlikelidir. Bu da, belki herkesin üzerinde yavaş yavaş anlaştığı yegâne ‘hakikattir’.

Ben, ‘biz’ kadar hataya açık bir mahlukum. Ama ‘benim’ yanlışım, ‘bizim’ yanlışımızdan çok daha masumdur. ‘Ben’ bu yüzden ittifak yapar, katılmaz, destekler, teslim olmaz. Gariptir, Avrupa’da bir soykırımla sona eren modernizm, Türkiye’de bir soykırımın üzerine inşa edilmiştir.

Belki de bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti, en büyük yalanlar Cumhuriyeti’dir.

Modernizm, toplu delilikler için biçilmiş bir kaftandır. Bir zehirdir. Post-modernizm bunun panzehiridir. Bu yüzden kimilerine göre post-modernizm, modernizmin bir devamıdır. Bir tamamlayıcısıdır. Bir karşıtı değil. Karşıtı, düşmanı olarak görenler, genellikle modernizmin karanlık yüzünün ağababalarıdır

Ermeni soykırımı çok acı ve çok büyük bir hakikati temsil eder. Hakikatlere saygı duymayanın bu dünyada yaşama, varolma, yer edinme şansı artık yoktur.

Türk halkı soykırım ‘hakikatini’ çoktan kabul etmiştir. Çünkü hakikatler gizli değildir. Gizlenemez. ‘Gerçek’ ise nedense hep ‘gizli’ bir mevhum olarak tasvir ve takdim edilir.
Türk devleti bunun bir soykırım ‘gerçeği’ olup olmadığını sorgulamayı sürdürerek, Türk halkının zihnine çoktan ‘yuvalanmış’ olan bu hakikatle boşuna savaşmaktadır.

Bir gün mutlaka Türkiye halkını ve bu halkın hakikatini temsil eden biri, Ermeni soykırımı hakikatinin önünde yanına ‘tarihçileri’ almadan saygı duruşunda bulunacaktır.
Hayasız muhasebecilere not. Bunu geciktirmek, ödenecek maddi ve manevi tazminatların zaten en büyüğüdür.

Ermeni soykırımı bir hakikattir. Ben bu hakikati küçük yaşımda ‘sıradan Türklerden’ dinledim. Bana anlatılanları tasvir edebilecek bir sözcük ben hakikaten bulamıyorum. Bu da şu demektir. Bulunan hiçbir sözcüğe de ‘hayır’ diyemem. Demem.

Tabii, kendimi sıradan bir insan olarak görüyorsam. Yani, hakikiysem. Ve hakikatle ilgiliysem.
‘Gerçek Türk’ ne düşünür bilemem. Zaten o da bilmiyor. Fellik fellik kendine ‘gerçek Türk’ tarihçisi arıyor. Ve/fakat o sırada, karşısına ‘futbol hakikati’ çıkıveriyor.

Yorumlar kapatıldı.