İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Anadolu Ermenileri değerlerine saygı istiyor

Hrant Dink bir keresinde bir yaşlı Müslüman’ın kendisine Anadolu’da “Ermeni altınlarını, definelerini” sorduğunu anlatır. “Var, doğrudur” der Dink; “Çok define var orada. Ama asıl define toprağın üstündekidir. İnsandır.” Ama ayrımcılık hamuru ile yüzyıllardır yoğrulan toprağın üstündekinin gözü ne yazık ki hâlâ toprağa bakıyor! O yüzden ki o toprağı yüzyıllarca paylaştığı diğer halkların kültürel, tarihi ya da dini değerlerini yok sayabiliyor.
Kendi değerleri için kendisi de yıllardır mücadele ediyor olsa bile.

2006 yılında Sasonlu bir Ermeni olan ve hâlâ Sason’da akrabaları, toprakları, o topraklarda yatan ataları olan Aziz Dağcı, bölgede kadastro çalışmaları yapılmaya başlanınca görür ki Ermeni mezarları tapuya ya kaydedilmemekte ya da başkalarının üzerine yazılmakta; orman alanı olarak gösterilip Hazine’nin hanesi yazılmakta; kiliseler de “harabe ev” diye geçmektedir. Kişisel itirazları işe yaramaz. Hatta kadastro elemanları tarafından darp edilir. En sonunda İstanbul’daki Ermeni cemaati, Agos gazetesinin de yardımlarıyla işi araştırınca görür ki, ata topraklarındaki değerleri kurtarmanın yolu denek olmaktır. Böylece Bitlis, Batman, Muş, Van İl ve İlçeleri Sason Ermeniler Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, çoğu Sasonlu olan Aziz Dağa, Erdal Yıldırım, Raif Yıldırım, Bahri Gez, Etto Öcal, Haçadur Kebapçı ve Dikran Demirci tarafından kurulur.
Hem hak iddia ediyorlar hem Ermeniler! İşleri zordur. Çünkü İstanbul’da Ermeni olmak zordur ama Anadolu’da Ermeni olmak daha da zordur. Üstüne bir de kilisesine, mezarına, toprağına sahip çıkan Ermeni olmak, hele devletin de sahip çıkmasını istemek hiç akıl kârı değildir Ama onlar kadastro müdürlüğü, vali, İçişleri ve Bayındırlık Bakanlığı da kâr etmeyince en son TBMM İnsan Hakları Komisyonu’na kadar gittiler. İstedikleri en doğal, insani haklan olmakla birlikte aynı zamanda Anayasa ve kanunlarla da korunuyor olduğu iddia edilen haklar. İstedikleri; mezarlıklarının Ermeni Mezarlığı olarak kayda geçmesi, 1915’ten bu yana tek papaz görmemiş kiliselerine saygı duyulması, hâlâ temmuz sonunda ziyaret edip adaklar adadıktan Mereto Dağı Manastırı başta olmak üzere dini yapılarının definecilerden ve ahır olarak kullananlardan korunması ve tamir edilmesi. Çünkü onlar, vali aksini iddia etse de “hâlâ orada yaşıyorlar”. Yazın aylarca memleketinde kalan, toprağını süren birçok Ermeni aile var.
Batman Valiliği’nden bahsettik. Çünkü dernek olarak valiliğe kilise ve mezarların durumunu şikâyet ettiklerinde, aldıkları yazılı cevap da, “Bize bir şikâyet gelmemiştir” oluyor. Yani vali kendisine Ermenilerin yaptığı şikâyeti saymıyor bile!

Benim Ermenilerim!

Bu bakış açısının nedenini derneğin kurucularından 35 yaşındaki Erdal Yıldırım’ın sözleri anlatıyor aslında. Yıldırım, “Komşularımız yani ağalar bizi kendi aralarında paylaşmışlardır.
Her bir Ermeni aileyi bir ağa almış; ‘benim Ermenim’ meselesi var. Bizim ayrı ağamız var, Aziz abinin ayrı ağası var. O ağalar zamanında bizi kurtardıkları için kendi aralarında paylaşmışlar. Bize ait olan her şeyi kendilerinin algılıyorlar. Biz bırakıp çıkarsak orada topraklarımızı ekip biçmezsek bizim bütün mallarımız onlara kalmak zorunda. Bizim sahiplerimiz olarak kendilerini görüyorlar çünkü.
Bitlis Mutki’de bizim mezramıza yakın bir bölgede dedelerimden kalma topraklar, bizim tarlamız var. Oranın tapusunu çıkarttırmayıp kendilerinin üstüne almaya çalışıyorlar.
Kiliselerimize ve mezarlıklarımıza hiç saygı göstermiyorlar. Asıl kırıcı olan bu aslında. Bir insan ölüyor, onun bir şekilde geleneklere uygun olarak gömülmesi gerekir ama onları yapamıyoruz. Kış şartlan zor olduğu için kışı burada geçiriyoruz. Yazın da 8–9 ay orada kalıyoruz. Biz şunu istiyoruz; açıkçası dünyanın neresine gidersek gidelim, yüz yıl sonra bile geldiğimizde mezarlarımızı ziyaret etmek istiyoruz. Amcam 40 yıl önce Bitlis’ten çıktı Fransa’ya gitti. Ama 40 yıl sonra mezarlarımızı ziyaret etmeye geldi. Baskılar yüzünden göç etmişti…” diyor, ancak devamını getiremiyor.

Kendilerini kanıtlamak
zorunda kalmışlar Yaşananları anlatacak kelime çok ama boğazında takılıp kalıyor sitem sözleri. Gözleri yaşarıyor. Daha sonra da zaman zaman sözleri yarım kalıyor bu yüzden. Kendini toparladığında anlattıkları ise kardeşlik, birlikte yaşamak gibi kavramların, aslında hem ne kadar yakınında hem de ne kadar uzağında olduğumuzu gösteriyor. Yakınındayız çünkü topraklarında azınlık kalanların en büyük dilekleri “sadece” saygı görmek. Uzağındayız çünkü çoğunluk onların sahibi olduğunu düşünüyor. Erdal anlatmaya devam ediyor: “Bizim dedelerimiz orada yaşarken İslam komşularımız yoktu, sonradan gelip yerleştiler, şimdi Ermeni kalmadı diyorlar, onu sorgulamak lazım; niye Ermeni kalmadı? Çocuk yaşta gördük bazı şeyleri, o yüzden duygulanıyoruz. Kiliselerimiz en az bin yıllık kilisedir. Merato Kilisesi bizim için çok değerlidir. Kala kala mezarlıklarımız kalmıştı. Onları da kaybetmek istemiyoruz. En büyük sorun, kendilerini bizden üstün görüyor olmaları; kendilerini bizim sahibimiz görüyor olmaları. Bu bakış olmasa komşular birbirlerinin ibadethanelerine saygı da gösterirdi. Dedeleri dedelerimizi kurtarmış. Aslında zanaatkar oldukları için kurtarmışlar, çünkü kendilerinin işine de yarayacaklar. Yine de ne olursa olsun biz minnet duyuyoruz bunun için. Ancak dedeleri bize iyilik yaparken torunları da böyle yapıyor, bu bize çok üzüntü veriyor. Bizim ailelerimiz de parçalanmış. Yarımız Hıristiyan kalmış, yarımız İslamlaştırılmış. Benim dayılarım, halalarım var İslamlaştırmışlar. Onlar kendilerini sürekli ispatlamak zorunda kalıyorlar. Hatta bir kısmı İslam’dan daha çok İslamcı olmuşlar.”

TCK’ye göre yapılanlar suç Aziz Dağcı, en çok devlet yetkililerine “Ermeni” demek zorlarına gittiği için kızgın. Birkaç yılda ilgili ne kadar kanun varsa hepsini Bölgedeki kiliseler, ahır olarak kullanılıyor. öğrenmiş: “Devlet Ermeni mezarı diye tapuya geçmek istemiyor. Ermeni kelimesini bile kullanmak istemiyor. Hâlbuki mecburdur yazması. Anayasa’nın maddelerine göre yazması lazım. Eşitlik ilkelerine aykırıdır. TCK’ ya göre bir mezara zarar verdiğinde 3 yıla kadar cezası var. Kiliselerimizi de kullanamıyoruz, harabe olmuşlar. 1915’ten bugüne kadar köyümüze bir tane papaz düşmüş değildir. Vaftiz olmamız gerekiyor İstanbul’a geliyoruz, evlenenlerin takdis edilmesi gerekiyor yine İstanbul’a geliyoruz. Vali bize verdiği cevapta diyor ki ‘Terk etmişsiniz.! Terk etmiş olur mu, biz varız orada. Sason’da hâlâ aile olarak kalanlar var.
Bizim mezarın ortasından bir yol geçirmişler.
Yolun bir tarafı biri üzerine yapmış, yolun öbür tarafını da öbürü üzerine yapmış. Bitlis’te kimi 8 köy var bazılarını orman arazisi yazmışlar, kimi ahır olmuş.”

Kiliseler ‘harabe ev’ diye tapuya geçiyor

“Hepsi kullanılmaz halde yüzlerce kilisemiz var. Bizim en önemli kilisemiz Mereto Dağı’ndaki manastır. Bir de Guske’deki Meryem Ana Kilisesi var. Bunlar harabe ev olarak tapuya geçirilmiş. Bütün Avrupa bu Mereto Dağı’nı biliyor. Biz Temmuz’un 25’inde oraya gider tepeye çıkar, adağımızı adarız. Hâlâ gidiyoruz kurban keseriz. Şandir diyoruz ona. Oradaki Ermenilerin Hıristiyan kalmasının en önemli sebebidir o manastır. Surp Azvadiz Kilisesi var bir de, bizim en büyük kilisemiz. 365 odadır. Ve bütün papazlarımız zamanında orada yetişmiştir. Ama şu an için ahır olarak kullanılıyor. Öz be öz benim dedelerimin mezarlarına dozer vurmuş, bütün cesetleri yol altına atmış, ayıp değil midir bu? Bizim mezarlarımıza saygısızlık yaparsan, kiliseyi ahır yaparsan olur mu? Gavurdur, diyorlar; yaparsanız günahı yoktur kazın, diyorlar; kazılıyor. Müslümanların mezarlarını yazıyorlar, bizim Ermenilerin mezarlarını yazmıyorlar. Ama yazdıracağım ben. Ben Doğu’nun insanıyım. Ben kendi mezarımı bırakmam!”
EVRENSEL HAYAT

Yorumlar kapatıldı.