İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

4 T PLANI  Yıl 2002… Batman Bölge Jandarma Komutanlığı’ndaki 8 aylık askerliğimin ilk günleri…

4 T PLANI

Yıl 2002… Batman Bölge Jandarma Komutanlığı’ndaki 8 aylık askerliğimin ilk günleri…
Gerçek anlamda uçsuz bucaksız bir ovanın tam ortasında, binlerce askerin ve asker ailesinin yaşadığı gizli bir Dünya… Etrafımız göz alabildiğine pamuk tarlası… Kuzey’de Sason, Güney’de Batman, Raman Dağı, daha ötesinde Beşiri güçlükle görülebiliyor; diğer yönlerde ova açık bir deniz gibi ufukla birleşiyordu. Daha sonraları pamuklar bembeyaz açınca tüm ovaya kar yağmış gibi bir manzara oluşmuştu…

3 haftalık eğitimin ardından icabında vatan hizmet ve vazife uğrunda canımızı seve seve feda edeceğimize dair, namus ve şerefimiz üzerine and içtikten sonra askerliğin daha önce düşündüğümüzden farklı boyutları ile karşı karşıya geldik. Kısaca “saçını tara iş ara” şeklinde ifade edilen bu durum, sivil hayattaki gibi iş aramayı, iş görüşmelerine gitmeyi, sabit bir iş bulmayı gerektiriyordu. Sabit işi olmayanlar sabah içtimasına çıkıp perakende hizmetler adı verilen günün gerektirdiği amelelik işlerine gitmek durumundaydı. Kısa dönem devre arkadaşlarım yavaş yavaş kendilerine bir iş bulmaya başladılar, yani yazıcı oldular. Benim komutanlarla iş görüşmelerim ise hep aynı şekilde gerçekleşiyordu:

-Adın ne senin?
-Aret
-Neden öyle?
-Ermeni’yim
-Bilgisayar kullanabiliyor musun?
-Evet
-Tamam biz sana haber göndeririz…

Günler geçtikçe inşaat işçiliği, çim biçme, ot tırmıklama, taş kırma, harç yapma, ağaç kesme gibi işlerde becerilerimi artırmaya başlamıştım, ama yaz yaklaşıyordu ve 40 dereceyi aşan sıcaklıkta askeri kıyafetler içinde bu işlere aylarca devam etme fikri pek hoş değildi. Durumum artik devre arkadaşlarım arasında da espri konusu olmaya başlamıştı. Klimalı odalarda akşama kadar bilgisayar başında olan arkadaşlar, akşamları bir araya geldiğimizde “Aret anlat bakalım bugün nereye gittiniz?” diyerek takılıyorlardı.

Bir gün sabah içtimasında içimizde ziraat mühendisi olup olmadığını sordular. Hüseyin isminde bir arkadaş vardı, o öne cıktı. Asker ailelerinin kaldığı lojmanların ortasındaki bir toprak alana gülfidanları dikilmişti. Ziraat mühendisi Hüseyin’in görevi bu fidanların bakımı olacaktı ve her gün bununla ilgilenecekti. “Kendine bir de yardımcı seç” dediler. Artık bu olağanüstü hal bölgesinde muhabereci veya Jitem yazıcısı olamayacağımı anlamıştım. Olmak isteyip istemediğimden de emin değildim doğrusu. Hüseyin’e beni seçmesi için bir işaret yaptım.

Artık sabahları içtima alanı yerine asker ailelerinin yaşadığı lojmanlara gidiyorduk. Burası çok farklı ve rahat bir yerdi. Hüseyin ziraat mühendisi olduğu için değil ama köylü çocuğu olduğu için çiçek bakımı işini iyi biliyordu. Sabahları makas ve çapayı alıp bize verilen toprak alanda işe koyuluyordu. Ben de onun öğrettiklerini yapmaya çalışıyordum. 1 saatte işimiz bitiyordu. Sonra akşama kadar yakındaki ağaçlıkların altına gidip , “arazi olmak” deyiminin tüm gereklerini yerine getiriyorduk. Sohbet ediyor, ağaçlardan sarkan bal gibi dutlardan yiyor, hafta sonu çarşıdan aldığımız kitapları okuyorduk. Aksam üstü güneş batıp ortalık serinleyince de güllere kova ile su taşıyıp mesaimizi bitiriyorduk.

Artık durum değişmişti. Günlerim son derece rahat geçiyordu ve bu defa ben akşama kadar emir altında çalışmak zorunda olan yazıcı arkadaşlara takılmaya başlamıştım. Kısa dönem askerler olarak oldukça güzel bir arkadaşlık ortamı kurmuştuk. Bu arada olağanüstü hal bölgesinde olduğumuz için tazminat alıyorduk; o zamanın parasıyla 60 milyon lira diğer şehirlerde askerlere verilen cüzi paraların çok üzerindeydi. Her şeyin çok ucuz olduğu askeriye ortamında bu para hemen hemen tüm ihtiyaçlara yetiyordu. Hatta maddi durumu iyi olmayan askerler içinde, parayı harcamayıp ailesine gönderenler bile vardı.

Bir gün bölükteki tüm askerlerin işlerine gitmeyip alanda toplanması istendi. Bizi alıp film izlettirmek üzere kışlanın sinemasına götürdüler. Gösterilen film, askerliğini yapmış herkesin mutlaka izlemiş olduğu bir belgeseldi: Neden hedef Türkiye? Öncelikle hedef tahtasındaki iç içe yuvarlaklar ve ortasında Türkiye haritası belirdi ekranda. Sonra tüm komşularımız anlatılmaya başlandı tek… Bulgaristan sorunlar çözülmüş gibi gözükmesine rağmen halen Türkiye’ye düşmanlık besliyordu. Yunanlılar Ege’yi bir Yunan gölü haline getirip Kıbrıs’ı almak, Pontus devletini canlandırmak, en sonunda megalo idea’yı gerçekleştirmek amacındaydılar. Suriye Hatay’ı topraklarına katmak için olmadık işler yapıyordu. İran’ın amacı Türkiye’nin bir şeriat devleti haline gelmesiydi ve bu yüzden köktendinci örgütleri destekliyordu. Rusya zaten tarihi düşmandı. Sıcak denizlere inme sevdasından vazgeçmiş değildi. Antalya’ya turist göndermekle yetinmeyecekti. Kürtler tüm bu devletlerin gizli veya açık desteği ile bölücülük faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Tabii benim beklediğim en sonda bir assolist gibi cıktı sahneye… Burger King’in -Whopper alevde ızgara- reklamında gibi, siyah bir fonda alevden harflerle “ERMENI” yazısı belirdi… Ermeniler tarihi düşmanlıklarından dolayı PKK’nın bölücü faaliyetlerine destek veriyor, soykırım yalanlarıyla Türkiye’yi uluslararası alanda güç durumda bırakıyorlardı. Bunun için uyguladıkları plan 4 aşamalıydı: Tanıtma, Tanınma, Tazminat, Toprak… Yani 4 T planı…

Sinemadan çıkarken tüm kısa dönem arkadaşların yüzünde komedi filminden cıkmış gibi bir ifade vardı. “Kardeşim madem herkes bizim düşmanımız, sorun bizde olmasın?” diye soranlar , “bu kadar paranoya ile sonumuz iyi değil” diye söylenenler… Ben böyle durumlarla çokça karşılaşmış olmanın verdiği ustalıkla gerekli umursamaz tavırları takınmışken, arkadaşlar benim gibi güç bir durumda kalmış biriyle ilk kez karşılaşmanın verdiği acemilikle ne yapmaları gerektiğini kestirmeye çalışıyorlardı. Kimisi “boş ver, takma” gibisinden omzuma vuruyor, kimisi “anlat bakalım Aret neymiş şu 4 T planı?” diye işi şakaya vurarak beni rahatlatmaya çalışıyordu. Tam bu anda çok sevdiğim bir arkadaşım, arkadan espriyi patlattı:

“Arkadaşlar Aret zaten 4 T planını uyguladı.

Önce buraya geldi kendini tanıttı.
Sonra herkes tarafından tanındı.
Sonra tazminat almaya başladı, ayda 60 milyon…
En sonunda da toprak aldı, hem de üzerinde güllerle birlikte…”

Aret Çiçekeker

Yorumlar kapatıldı.