İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hakemlik etmeyelim İlhan Selçuk’un yaşı söz konusuysa, aylar boyunca her hafta gözlerimizin önünde tekmelenen, coplanan, saçlarından sürüklenen Cumartesi Anneleri’ne yaşlarını sormuş muyduk?

Yıldırım Türker

24/03/2008 (9666 kişi okudu)

Şimdi, şöyle başlamam gerekiyor.
Efendim, okurlarım bilir, Cumhuriyet gazetesi ve İlhan Selçuk ile tamamıyla zıt fikirlere sahip olmama rağmen yaşanan kabalık beni de çok incitti.
Hem zaten büyük gazete de sürmanşet dökümünü çıkarmış, konsensusu dayatmış: “İlhan Selçuk’a yapılan muamele ayıplandı. Üç beş fanatik dışında tüm yazarlar ‘Kabul edilemez’ dedi.”

Bu dilin hoyratlığı, baskıcılığı karşısında ne düşünüyorsunuz? Bu dilin birlik ve beraberlik terörüyle mayalanmış tehditkârlığını sineye çekmemiz bekleniyor.
İlhan Selçuk’un 83 yaşında sabaha karşı gözaltına alınmış olması elbette çirkin. Üslubuyla insanı tiksindiriyor. Ama böylesine şoke olunası bir durum mudur? Türk polisinin üslubu konusunda fevkâlâde bir sapma mı göstermektedir?

İlhan Selçuk’un yaşı söz konusuysa, aylar boyunca her hafta gözlerimizin önünde tekmelenen, coplanan, saçlarından sürüklenen Cumartesi Anneleri’ne yaşlarını sormuş muyduk? İşkencede yetişkin oğluna ölümü izletilen babalardan hiç mi haberimiz olmamıştı?

Üstelik yeni değil. Bu memleketin, otoritenin vahşetinden çekmiş olduklarını da tarihçilere mi bırakalım? Sözgelimi Selçuk’un affettiğini ilân ettiği işkencecileri, 12 Mart’da yine bir sabaha doğru evlerini bastıkları ana babamı tartaklıyordu.

Bütün bunlar, Selçuk’a reva görülen muameleyi affettirmiyor elbet, ama sıradanlaştırıyor.
Ellerindeki düdükleri hep birlikte öttürerek bize bir hassasiyet dayatanlara, buradan bir hassasiyet konsensusu çıkarmaya çalışanlara, duygu ve tepki hakemlerine bildirilir.

Koskoca toplumun böylesi bir kabalık karşısında şaşkınlıktan ağzı açık kalmış, ‘artık bu kadarına da pes’ demiş bir ve beraber halk olarak portresi en azından trajikomiktir.
Basının, yaşlı bir emekçisine sahip çıkması, onun haklarına kefil olması elbette anlaşılır ve beklenir. Ama simgelerden çektiğimiz yetmiyormuş gibi Selçuk’u bir simge, bir duayen, bir anıt olarak tepemize oturtma çabaları kantarın topuzunun kaçtığı noktadır.

(Bu arada birkaç işgüzar gayretine karşın parantez içinde kalmış olan Prof. Kemal Alemdaroğlu ve Doğu Perinçek için söylenenler işi iyice sulandırıyordu: Bir bilim adamıyla bir parti başkanı. Kemal Alemdaroğlu bir rektör olarak, “Güneydoğu’da 25 bin şehit verdik. Bir 45 bin daha, 100 bin daha şehit verir, Kıbrıs’ı da alırız, Yunanistan’ı da” şiarıyla hatırlanacak olan, Cumhuriyet’i tartıştırmayız diye sıkça haykıran, kendi alanında da intihaliyle, yani bilimsel hırsızlığıyla sivrilmiş bir başkomutandır. Perinçek, Kıbrıs’ı ‘kaybettiğinde’, “Türk ordusu Türk vatanının bağımsızlığını, egemenliğini ve güvenliğini sağlamakla görevlidir ve böyle görevler halkoylarına sunulmaz. Bu demokrasi budalalıklarının kesinlikle terk edilmesi gerekir. Genellikle gözler orduya dönmüştür. Devrimci, laik cumhuriyet, sosyal devlet hiç sevmediğim kelimeler. Türkiye’nin yönetimini düşman ele geçirmiştir” diye haykırdığında yanında Alemdaroğlu da vardı. Perinçek, sistemin bünyesinin yarattığı bir sivilcedir.)

İlhan Selçuk, Cumhuriyet’in, laisizmin simgesi olarak tanıtılıyor, sabaha karşı gözaltına alınıp badem gözlü olduğundan beri. Oysa, ille bir simge olacaksa, demokrasi düşmanlığının, darbeci militarizmin, vahşi jakobenliğin simgesi olduğu daha rahat söylenebilir.

Duayenin, popüler alanda nasıl yürekler titreten, ağızlar sulandıran bir kelime olduğunu biliyoruz. Biraz kıdemli hemen herkesin bu mertebeye ulaşma, bu unvanı hak etme olasılığı çok yüksek memleketimizde. Kelimenin yabancı tınısı, apayrı bir heyecan, neredeyse uluslararası bir liyakat hissini güçlendiriyor. Oysa İlhan Selçuk’a basının duayeni demek için gerçekten de Kemalist Kişilik Bozukluğu’ndan (KKB) muzdarip olmak gerek. Bir gazeteci olarak değil bir toplum mühendisi, bir fetvacı olarak sivrilmiş, hep ‘önce devlet’çi olmuş, hakikat ile derdi memlekete kendi çizdiği yol haritasındaki duraklara yakışıp yakışmadığı kıstası içinde olmuş, kana inanmış, postala kanmış bir varoluş. Yasakçıların, militaristlerin duayeni. MHP dostluğuna kadar tenezzül buyurmuş bilge Türk. Apoletli yazar.

İlhan Selçuk’a başkalarına reva gördüğü biçimde vahşi bir dokunuşla dokunulmuş olması hepimizi sarstı. Onun dokunulabilir, sıradan, bizim gibi bir vatandaş olduğunu gördüğümüzde ne hissedeceğimizi bilemedik. Dokunulabilirlerin, incitilebilirlerin, üstünde tepinilebilirlerin yaraları karşısında son derece umursamaz görünen basınımızın bir anda insan hakları şampiyonu kesilmesi her ne kadar sinirimizi bozduysa da asıl gösterilen tepkinin bir ‘kutsal’ın kirletilmesine yönelik olduğunun altını çizmeliyiz.

İlhan Selçuk, yüce Türk ordusu gibi, hayatımızın kutsallarından biriydi. Artık değil.
Ama bu durumu kutlu ilan etmek aymazlığın daniskası olacaktır. Hayatımızın dokunulmazları, kutsalları değişiyor, o kadar.

Baykal’ın, “AKP, kendi derin devletini yaratıyor” sözleri, kanımca gereken ilgiyi görmedi. Öfkeli kabuki suratıyla derin devletini kaybetmiş bir dadaştı. Sözleri hakikati işaret ediyordu elbet. Devletin, derini ve sığıyla el değiştirme dönemine girmişliğinin gerilimi yaşatılıyor hepimize. Okur yazarlar, özgürlükçüler, solcular da acilen hakemliğe çağırılıyor.

Hakemlik
Lisedeyken futbol oynamaktan nefret ederdim. Beden Eğitimi derslerini fazlasıyla ciddiye alan bir Amerikan okulunda eski güreş şampiyonu hocamız bana müthiş bir oyun oynadı. Maçlara çıkmayacaktım, ama verdiği kitabı su gibi ezberleyip futbolun bütün kurallarını öğrenecek, sonra da hakemlik yapacaktım.

Kitabı dikkatle okumuş, yanlış hatırlamıyorsam ofsayt kuralından fazlasıyla etkilenmiştim. Her hafta ders saatinde yapılan sınıf maçlarında kimseye soluk aldırmıyor, ikide bir var gücümle ofsayt diye bağırıyordum. Maçların tadı tuzu kalmadı. Hocam tarafından uyarıldım. Ben hâlâ, ‘Ama ofsayttı’ diye tepiniyordum.
Hakemlik, düşünce hayatımızda aklıselim sahibi olmak anlamına gelmektedir. Kendi dışında cereyan eden oyun hakkında oyunun gidişatını asla belirleyemeyecek eleştiriler üretip iki tarafın da faullerinin dökümünü çıkarmak görevi veriliyor hakka hukuka inananlara.

Yeni bir iktidar blokunun oluşması savaşında kaçınılmaz olarak kâh o tarafın kâh bu tarafın avukatı olarak gerilimli ve fuzuli bir varoluşa çağırılıyoruz.
Karşı tarafın vahşi darbeleri sonucu kendisini mağdur demokrasi gazisi ilan eden AKP’nin elinin güçlendiği anlaşılıyor. Karşı tarafın ceberutluğu karşısında rahatlıkla el artırıyor. Ama Ergenekon’un kökünü kurutma kararlılığının ikna edici olabilmesi için gereken hiçbir demokratik adımı atmıyor.

Sözgelimi İlhan Selçuk’un tutuklanması ve AKP’nin kapatılması davasının gürültüsü, kulakları Van ve Hakkâri’de yaşanan Newroz vahşetine sağır ediyor.
Taraf gazetesi dışında kimsenin gündemin alnına oturtmaya tenezzül buyurmadığı olaylarda, Van’da 3 bin kişilik gösteriye polisin müdahalesi sonucu 50’nin üstünde yaralı, 100’ün üstünde tutukluyla sonuçlandı Newroz kutlamaları. Hakkâri’de biri ciddi 12 yaralı var.

Oysa İçişleri Bakanı on gün önce “Valiler sorun çıkarmayacak” sözü vermemiş miydi? Valilerine söz geçiremeyen ya da böylesine kanlı bir yalan söyleyen iktidarın hesap vermesi gerekmez mi?
Vahşi laikçiler, Ergenekon teorisyenleriyle teknisyenleri, yasakçı militaristlerle karşısında aynı karanlık hırslar içinde devleti ele geçirmeye çalışan kendine demokrat AKP iktidarı.

Onların itişmesine kilitlenmiş, hak hukuk bilgisini bu savaşın stratejisine harcayan; işçinin, emekçinin, ezilen kesimlerin hak ve özgürlükler mücadelesinden kopmuş, adını bile İlhan Selçuk’la Deniz Baykal’a kaptırmış bir sol.

Devlet’le, kimin eline geçerse geçsin sorunu olan, bu tepemizde oynanan oyuna katılmak istemeyenler, hakemlik görevini de reddetmeli. Bu maçta top oynamak istemiyorsak hakemlikle cezalandırılmayı da kabul etmeyelim. Bu maçın sonu hiçbir şekilde bize yaramayacak.
Güçlü bir dayanışma hattı inşa etmenin tam zamanıdır. Solu tekrar kazanmak, biçimlendirmek, meydanlara salmak gerek. Solun öznesi, bu filler tepişmesinde ezilecekler olmak zorunda.

Yorumlar kapatıldı.