İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Polis, bir suçluyu soruşturmadan çıkarabilir mi?

Mehmet Y. YILMAZ 

HRANT Dink cinayeti soruşturmasında ortaya çıkan bilgilerden birisi de Erhan Tuncel isimli “polis muhbirinin” durumu.

Tuncel’in “polis muhbiri” olması ile sonuçlanan olay, “cinayetin azmettiricisi” olduğu ileri sürülen Yasin Hayal ile birlikte Trabzon’da bir hamburger lokantasının bombalanması eylemi.

Trabzon Emniyeti o tarihte Tuncel’e “polis muhbiri olmayı kabul ederse o suçtan yargılanmayacağını” vaat etmiş.

Tuncel, bu teklifi kabul edince de dava dosyasına adı hiç konulmamış ve salıverilmiş.

İlgimi çeken, polisin bu yetkiyi nasıl kullanabildiği konusu! Bir zanlının “yargılanmadan” salıverilmesine polis hangi yetkiyle karar vermiş?

Polis, istediği her davada bunu yapabiliyorsa savcılara ve mahkemelere ne gerek var?

Gazetelerdeki haberler Yasin Hayal’in de az bir cezayla kurtulmasının nedeninin “tek başına yargılanması” olduğunu anlatıyor.

“Bireysel bir eylemci” olduğu, bomba yapacak malzemeyi piyasadan kolayca bulabildiği ve kimse de şikáyetçi olmadığı için Hayal paçayı kolayca kurtarabilmiş.

Yani polisin bir zanlıyı muhbir yapacağım gerekçesiyle salıvermesinin öteki zanlı açısından da olumlu hukuki sonuçları olmuş.

Umarım ki savcılarımız, bu yetkinin nasıl kullanılabildiğini de araştırıyorlardır.

Yoğurtlu sicil

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Etiyopya gezisi sırasında fakir bir semti ziyaret ederken tek odalı, mutfak, banyo, tuvalet gibi bölümleri olmayan evleri görünce çok duygulanmış.

Böyle manzaralar görmek için oralara kadar neden gitmiş, anlamak zor.

İstanbul’un yakın civarında bile böyle “teneke mahallelerde” yaşayan o kadar çok insan var ki.

Erdoğan, o mahalleyi gezerken yanında getirdiği çikolataları çocuklara dağıtmaları için koruma görevlilerine vermiş.

Çocuklar çikolata almak için izdiham yaratınca da korumasına şöyle seslenmiş: “Hepsini bir kişiye verme, birer birer ver. Senden bir yoğurt olmaz Turgut!”

Bu sözleri okuyunca kahkaha atmama engel olamadım.

Bunu elbette “Başbakan’ın samimi Kasımpaşa delikanlısı üslubu” olarak da yorumlamak mümkün, “Bir Başbakan’a resmi bir görevliye böyle söylemek yakışır mı” diye düşünmek de!

Her iki yorum da benim kabulüm.

Ama öyle görünüyor ki sonunda olan Turgut Bey’e olacak.

Belki bu “unvan” siciline yazılmayacak ama ne zaman Turgut Bey’i görsek bu “esprili eleştiriyi” hatırlayacağız.

’Geçmişiyle yüzleşmeye’ herkes hazır mı?

Hrant Dink cinayetinden sonra yabancı basında “Türkiye geçmişiyle yüzleşmeli” gibi bazı yorumlar okuduk.

1915’teki Ermeni Tehciri ile başlayan ve yüz binlerce insanı derinden etkileyen, birçoğunun canına mal olan olaylar dizisinin hafızalarımızda yeniden canlanması demek bu.

Unuttuğumuz, hatırlamak istemediğimiz bir geçmişi yeniden yaşamaya zorlanmak bizde nasıl bir travmaya yol açar, nedense batı basınında bunu düşünmek isteyen de yok gibi.

Aslına bakarsanız Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde bu topraklarda yaşanan tek acı ülkenin doğusunda cereyan etmedi.

Geçmişi düşünmeye ve onunla yüzleşmeye başlayacaksak tarihin saatini 1915’e değil, 1800’lerin sonlarına almak gerekecek.

1878’deki Berlin Anlaşması’ndan başlayarak Balkan Savaşları ile devam eden süreci, o süreçte kitleler halinde katliamlara uğrayan, yerinden yurdundan sürülenleri de hatırlamak gerekecek.

Sadece bizim hatırlamamız da yetmeyecek elbette.

Tarihte olup bitenlerden bugünkü insanları sorumlu tutacaksak, “geçmişiyle yüzleşmek” sadece Türklerin yapmaları gereken bir iş değil çünkü.

Bugünkü Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Sırbistan, Hırvatistan, Bosna topraklarında o tarihte nelerin olduğuyla da “yüzleşmek” gerekiyor.

Hadi diyelim ki biz geçmişle yüzleşmeye hazırız. Herkes hazır mı?

Yorumlar kapatıldı.