İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Acıları karşı karşıya getirmek!

Hasan Cemal 

Aile içinde, ‘Ermeni komitacıları’nın suikastına kurban giden dedemle ilgili hikayeleri duyarak, dinleyerek büyümüştüm.
Dedem, Cemal Paşa’ydı.
İttihat Terakki’nin Enver-Talat-Cemal üçlüsünden biri… İmparatorluğun batışında da, bizim tarihe Ermeni tehciri diye geçen kepaze sayfaların yazılmasında da sorumluluğu vardı.
Bir yanda dedem…
Bir yanda tarih…
Zamanla ikisini birbirine karıştırmamayı öğrendim. Acıları karşı karşıya getirmek, acıları karıştırmak yanlıştı. Çünkü böyle bir tutum, düşmanlık ve çatışma kapılarını açıyordu. Toplumda cepheleşmelerin tohumlarını atıyordu.
Oysa tarihin sayfalarını çevirirken, yazarken ve yorumlarken doğru olan, tarihten husumet çıkarmak değildi. Tam tersine, insanı önyargılardan kurtaracak, insanlığı dostluk ve barışa götürecek duygu ve düşüncelerin tomurcuklanmasını sağlamaktı.
1973’ün ocak ayı.
Bir ajansta muhabirdim.
Acı bir haber geldi:
Mülkiye’den yakın arkadaşım Bahadır Demir bir suikasta kurban gitmişti. Bahadır diplomattı ve Los Angeles’da konsolos olarak görev yapıyordu. Sık sık mektuplaşırdık. Cinayeti işleyen yaşlı bir Ermeni’ydi.
Sonra ASALA terörü başladı.
İçlerinde yine arkadaşlarımın bulunduğu kaç Türk diplomatı şehit edildi. Hepsine içim acıdı. Bütün bu cinayetleri lanetledim, gazetede manşetler attım, yazılar yazdım.
Ama altını çizin:
Ermenilere karşı içimde bir husumet, bir düşmanlık beslemedim. Teröristleri, fanatikleri, kendi milliyetçiliğini kendisi gibi olmayanlara karşı bir savaş bayrağı gibi sallayanları hep ayrı yere koydum.
Onlardan hem Ermenilerin, hem Türklerin içinde vardı. İki tarafı birbirinden özenle ayırt ettim, birbirine karıştırmadım. Bu benim insanlık anlayışımın, demokrasi kültürümün gereğiydi.
Bugün olduğu gibi eskiden de can dostlarım arasında Ermeniler hiç eksik olmadı.
Hrant Dink de onlardan biriydi.
Bir Türk öldürdü onu.
Ama fanatik bir Türk…
Hem katile lanet ettim, hem de katili yetiştiren ve farklılıkları düşmanlık gibi belletmek isteyen o zihniyet iklimine… Sonra da cenazenin arkasından yürüdüm, “Hepimiz Hrant Dink’iz, hepimiz Ermeni’yiz!” diyerek…
Çünkü, Hrant benim sevgili arkadaşımdı, Ermeniler de benim kardeşim. Çünkü, tıpkı Hrant Dink gibi ben de Türklerle Ermeniler arasında, Türkiye’yle Ermenistan arasında barış ve dostluğun geçerli olmasından yanaydım. Çünkü, Hrant Dink gibi ben de Ermeni meselesi diye bir sorundan kurtulmak istiyordum.
Ayrıca söyler misiniz, derin bir acıyı paylaşmaktan daha insani ne olabilirdi ki…
Şimdi tepkileri izliyorum.
Bir kısmına hayret ediyorum.
“Türk diplomatları şehit edilirken, neredeydiniz?” diye soruluyor. “Hiç şehit cenazesine katıldın mı?” diye soruluyor.
Acılar karşı karşıya getiriliyor.
Hrant Dink suikastının yol açtığı, çok derinlere giden acıları, kendisini karşısındakinin yerine koyarak hissetmeye, anlamaya çalışmak yerine, toplumda cepheleşmeyi daha beter kışkırtabilecek satırlar kaleme alınıyor.
Çok yazık.
Orada burada Ermeni sözcüğünün yine küfür gibi sloganlaştırılmaya başladığı bir dönemde, doğru olan tutum nedir, barış, dostluk ve huzur kapıları nasıl açılır sorularını, başta siyasetçiler ve medya olmak üzere herkesin büyük bir sorumluluk bilinciyle düşünmesinde yarar var.
Tekrarlıyorum:
Acıları karşı karşıya getirmekten kaçınmak lazım. Tarihin sayfalarından düşmanlık çıkarmak çok kolaydır. Sureti haktan görünerek milliyetçiliği okşamak da öyle…
Ancak zor olan, tarihi yerli yerine oturtmaktır; acıları paylaşmaktır; tarihin sayfalarındaki acılardan olgunlaşmak için yararlanmaktır, milliyetçi önyargılardan kurtulmak için yararlanmaktır.
Bu topraklarda barış, dostluk ve huzur diyorsak, zor olanı seçelim ve gereğini yapalım.

Yorumlar kapatıldı.