İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ahlâk

Etyen Mahçupyan 

Modern dünya, toplumsal hayatı mümkün kılabilecek bir ‘ortak ahlak’ üretmek açısından pek başarılı olamadı. Liberalizm, dayandığı göreceli algılama nedeniyle ahlaki kodları tüm topluma yaygın kılmakta aciz kaldı, çünkü bireyin söz konusu ‘doğru’ davranış kalıplarını kendi başına saptamasını meşru kılmaktaydı.
Bugün Batı dünyasının bu sorunla nihayet yüzleşmesi demokratlığı gündeme getirmekte. Ötekini dikkate almayan, kendi kimliğini ötekinin içinden ve onunla birlikte kurma yatkınlığına sahip olmayan toplumlarda sağlıklı bir ahlaki zeminin oluşmayacağı giderek idrak ediliyor. Çünkü gerçek toplumlar daima çeşitlilik içerir ve söz konusu heterojenlik içinde size benzemeyenle sizi aynı çerçeve içine alan bir etik algılamaya ihtiyaç vardır. Bu ise demokratlığı modern dünyada ahlak üretebilmenin önkoşulu kılar. Ötekini kendinize eşit göremezseniz, onunla hangi ahlakı paylaşabilirsiniz?

Türkiye gibi ülkeler ise bu açıdan daha da sorunludur. Bizde ahlak, kadim insani ve İlahi zeminini çoktan yitirmiş durumda. Bazı insanların inanca dayalı ahlaki duruşları artık sadece kişisel bir iç dünya tercihi olarak yaşanabilmekte. Bu, Batı’daki gibi özgürce yaşanabilen, konuşulabilen, dolayısıyla ahlaki tutumumuzu kuşatan bir bireysellik bile değil. Öte yandan aynı baskı ortamı sadece dinsel değil her türlü la-dini demokrat açılımı da engelliyor… Bu nedenle de inancı tehlikeli sayarak kamusallığın dışına iten otoriter laiklik, gerçekte vahim bir ahlaki boşluk üretmekte. Bugün elimizde ne kadim geçmişten miras edindiğimiz toplumsallaşmış bir ortak ahlaki zemin var ne de onun yerine geçebilecek, demokratlıktan beslenen bir birliktelik iradesi.

Cumhuriyet’le birlikte devlet adına davrananlar bir ‘millet’ üretmek üzere yola çıkarken, otoriterlikten ayrılmadan, yani toplumu işin içine katmadan bir ahlak önermenin de yolunu aradılar. Milliyetçilik bu açıdan son derece uygun gözüküyordu, çünkü hem otoriter zihniyetin uzantısıydı hem de farklılıkların üstünü örttüğü için toplumu bir anda milletleştiriyordu. Böylece millet için önerilen ideolojik bir ahlaki kodun, gerçekte toplum oluşturmak için de yeterli olacağı varsayıldı. Derken bir adım daha ileri gidilerek, bu kodun topluma zorla empoze edilmesi millet olmanın önkoşulu sanıldı.

Bu ahlaki kod resmi ideolojideki ‘vatandaşlık’ tanımından ve beklentisinden başka bir şey değil… Bizde ‘vatandaşlık’ milletin üyesi olmak için toplumun sahip olması gereken birtakım fikir ve davranış kalıplarını ima eder. Ahlak ise bireyin söz konusu fikir ve davranışları benimsemeye ne derece yatkın olduğuyla ilintilidir. Kısacası milliyetçi ideoloji altında aslında ahlak gerçek niteliğini yitirir… Çeşitlilik içeren bir toplumun birlikteliğini mümkün kılan bir kabuller manzumesi olmaktan çıkar, bu çeşitliliği boğduğu ölçüde toplumu gayrı insanileştiren bir kimliksel faydacılığa meyleder.

O nedenle bugün birtakım insanlar, örneğin ‘hepimiz Ermeni’yiz’ sloganını hazmedemiyorlar. Haksızlığa uğramış birinin kimliğini paylaşma isteğini anlamıyor, bunun insan olduğumuzun beyanı olduğunu fark edemiyorlar. O insan sırf Ermeni olduğu için öldürülmüşken, inanılmaz bir şekilde Ermeni kimliğinin içinden ‘analizler’ yapmaya yelteniyorlar. Ama asıl mide bulandırıcı olan ise bu tür tiplerin bir de çıkıp ‘dostum Hrant’ demeleri… Ötekinin ölümünü bile kendi ahlaksızlığına malzeme yapan bir ‘ahlak’ mı Türkiye’yi geleceğe taşıyacak? Kendinden memnun bir duyarsızlığın pespayeliğinden sahih bir duygunun, sahih bir kimliğin çıkması mümkün mü?

Değil elbet… Türkiye bu değil. ‘Türk’ de bu değil. Bu topraklar kimlik fetişizmine kapılmadan kendi içindeki ahlaksızlığı bir safra gibi atacak geleneğe ve güce sahip. Hatırlamak için yürek gerekiyor olsa da…

Yorumlar kapatıldı.