İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Sevgili Hrant, Korkunu Paylaşıyorum!

Ahmet ÖNAL

Sevgili Hrand!
Tepeden Tırnağa Suçlu bir sistemle karşı karşıya olduğum için korkuyorum ve korkunu paylaşıyorum.

Türk adalet sistemi, hazırladığı iddianamelerle özgür düşüncelerimizden, özgür yayıncılık faaliyetlerimizden dolayı bizleri faşist çetelere göstererek, işaret ederek, “yakın tehlike” olarak Türk ırkçı hezeyana kapılan sokak serserilerinin önüne bıraktığı ve bizlerin şimdilik çaresizlik içinde olduğumuz / bırakıldığımız için korkunu paylaşıyorum…

Her seçtiği kelimeyi adeta kılı kırk yararcasına, tüm dikkatini kimseye “hakaret” etmemek üzere sözcükler seçmeye zamansızlık içinde zaman ayırıp, adeta kendine oto sansür uygulamana rağmen sen gibi bir hümanist insanın Halasgargazi’de “kandırılmış çocuklar”a katlettirenlerin halen kahraman diye kendilerini Türk millet sisteminin gölgesinde gizlediklerine inandığım için ve özgür bir yayıncı olarak yayınlama ettiğinden taviz veremeyeceğim için korkunu paylaşıyorum sevgili Hırant.

Özgür düşünce karşısında sadece 301 değil, o madde gibisinden 300’den fazlası var, bundan da öte düşünceyi silahla karşılayan bir gelenek ile karşı karşıya olduğumuz için korkunu paylaşıyorum sevgili Hrand…
Yani anlayacağın hiç bir hukuksal tarafı olmayan Türk adalet sisteminden de öte esasta uygulanan infaz şeklinden dolayı yaşama sonsuz bağlı ve işimizi severek yaptığımız bir anda ne olacağını, nereden yöneleceğini bilemediğimiz serseri sürüsünün sinsiliğini hissettiğim için korkunu paylaşıyorum sevgili Hrand!..
Önce İHD’ de “Kürtçe konuştu!” diye yargılamaya tabi tutan ve ardından sokağa bırakıldıktan sonra, kendinden bir parça olan ve sokağa saldırttıklarına infaz edilmek üzere deşifre edip (adeta gösterip), “buyurun gereğini düşünün” demek ile özdeşleşen, teşhirden sonra o umutlu beden parça parça edilerek, Maden’de köprü altına atılan Vedat Aydın’ın, gazetelerdeki hunharca resimlerini gördüğümde irkilmemem, korkmamam için bir sebep var mı? İşte senin resminle birleşen Vedat Aydın’ın naaşlarını hayal ettiğimde korkunu daha bir içten paylaşıyorum, sevgili Hrand!
90’lara varmış Kürtlerin Apê Musa’sı “Kımıl”ı kaleme aldı diye yaşamı boyunca ve kendi deyimi ile “ Hazreti Musa’dan, İsa’dan sonra nerede ise ‘her şeyden mesul ve iflah olmaz Musa!” diye topluma propaganda edilip, kocaman yaşamı zehir edildiği yetmemiş olacak ki hayatının sonbaharındaki Apê Musa, Abdulkadir Aygan’ın itiraflarından da belirtildiği üzere “devlet görevlileri tarafından” Amed Seyrantepe’ye çekilerek ak bedenine isabet ettirilen kurşunları tasavvur ettiğimde senin irkilmeni, korkmanı daha içten paylaşıyorum Sevgili Hrant Dink…
Haber peşine koşuşturan, mesleklerine aşık gazetecilerin haberlerini tasvip etmedikleri için yargılayıp, ardında topluma teşhir edildikten sonra Diyarbakır’ın, Maden’in, Bingöl’ün, Elazığ’ın kuytu “kuçe”lerinde, yada kuytu bir su ve ya orman kenarında birkaç satır darbesiyle sesiz ve sinsice, belki de tek el kurşunla “gereği düşünüldü” denilen mağdurların bu toplumda sayısızca ve benzerleriyle o kadar çokça karşılaştığımda irkilmemem ve korkunu paylaşmamam, senin de son halini gördükten sonra ‘korkmadım’, ‘korkmuyorum’ demem mümkün değil sevgili Hrand!
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!” söyleminin yanına vicdanlarıyla çatışarak, felsefe olarak ırkçılığı yeğleyerek “Kürtler yok. Rumlar, Ermeniler hayin!” şu’urunu yerleştirilip “Var!” diyenler “bölücüdür, mozaiğimizi bozdu, teröristtir.” Demelerinden sonra başımıza nelerin geleceğinden korkuyorum sevgili Hrant…
İkiyüzlüce “Türkiye’de Kürtler her hakka sahiptir. Kürtler her şey olabilir, işte milletvekilleri” zorlama yalanlarını dünyanın gözlerine bakıp utanma hislerine kapılmadan dillendirdiklerini görünce korkuyorum sevgili Hrant.
Henüz kendi dilleri ve kimlikleriyle siyaset yapma hakları bile yokken, hafızada taptaze duran 1990’larda bile hiçbir ettiğe ve usa sığmayacak şekilde kürsülerde kulaklarından tutup atmalar, linç etmeler, sokakta enseleyip gözaltına almalar, usulsüzce yargılamalar ve sindirip Kürt halkının karşısına bırakılan Kürt milletvekilleri, bir de Mehmet Sıncar gibi sokakta infaz edilmeleriyle empati kurarken, yalanın böylesine kocaman olduğunu aşkere gördüğüm için ürkmemem ve korkmamam için artık geride bir sebep kalmıyor, sevgili Hrant…!

Eskiden Ermeni, Rum ve diğer halklara yapılan yapıldı. Sonra bir sürü bulgu ortada dururken “Türklüğe helak gelmesin” diye inkar edilmesi bir yana, daha son 15-20 yıllık Türkiye’de 20 bin faili meçhul, bunun 3,500’ü Kürt aydını -ki çoğu sıradan ve masum- halde Kürt halkını sindirmek üzere ortadan kaldırıldığını bilirsin. Böylesine bir sistemin karşısında olmayı insan olarak benimsediğimiz ve bu insanlık hassasiyetini tüm olanlara rağmen, savunan insanlar olmasına sevindik ancak bazı şeyleri başarmak için hala yeterli olmadığını düşündüğüm için gücümüzün yetmeyeceğini bildiğim için korkuyorum ve korkuyu seninle paylaşıyorum, sevgili Hrant Dink…

1999’da Hayrı Argav’ın “Batının Yeni doğu Seferi” isimli kitapta; “Kürtler Ortadoğu’da 40 milyona varan bir Kürt nüfusa sahip. Bu nüfusa dayatılan hep çözümsüzlük olursa, kendileri istemezse bile, müdahalelerle bu potansiyelden devlet çıkarma olasılığı vardır.” dediğim için de değil, böylesi bir cümleyi telaffuz eden bir kitaba yayımcı olduğum için 3713 maddeden BİR YIL SEKİZ AY “bölücülük propagandasından” hapis cezasına çarptırıldım, sonrasında ceza paraya çevrildi, fakat süreçte AİHM’ giden davada TC.hükümeti mahkum oldu.. Oysaki bu süreçte bir Kürdistan devleti Kuruldu. Türkiye’nin işadamları, emniyet mensupları, milletvekilleri, Habur sınır kapısından geçerken pasaportlarına “Kürdistan’a Giriş” damgası yedirildi ve “Kürdistan’a hoş geldiniz” nizamiyesinden, Kürdistan bayrağının dalgalanan gölgesinden geçerek Zaxo’ya doğru güven içerisinde yol almaktadırlar. Oysaki ben, bunlar “olacak” denen bir kitabı yayımladığım için bana ceza verildi. Hükmüm infz edildi. Ben her sicil kaydı aldığımda, o upuzun sabıkamda bir de bu davadan kaynaklı “sabıkalı”lığım görülür. Orada duran tarihi ve tapu gibi sabıkamın gelecekte başıma neler getirebileceğinden korkuyorum ve korkunu paylaşıyorum Sevgili Hrant Dink…
Rahmetli yazar Mahmut Baksi’nin Teyrê Baz kitabı için yayıncısı olarak İstanbul 5 Nolu DGM’nin hakkımda hazırladığı iddianamede; “Kürtlerin bir halk olarak var olduğunu savunarak ayırımcılık yaptığı, kin ve nefret yaydığı” savı Yargıtay’a kadar “yerinde” görüldü, yanlış eksik görülmedi. 1.840 TL’ye çevrilen BİR YIL SEKİZ Ay’lık cezanın infazı ile halen uğraşırken, dava AİHM’ de sonuçlanacağı günleri sayarken, bu devletin Kürt, Ermeni gibi “öteki”lerine karşı daha uzun süre kin ve nefret tohumlarını yayarak linç kültürünü canlı tutacağından ve her an her yerde “mahkeme de suçlu olduğun sabittir” deyip yine yetiştirilmiş “iyi” bir yada bir kaç “çocuğun” karşımıza bir soğuk namlu ile çıkabilirliği ihtimal dışı değildir diye korkunu paylaşıyorum, sevgili Hrant..

Bu dava ve korku bununla da sınırlı değil, aynı kitap içeriği itibarıyla bir uyuşturucu, bir zehir tüccarının itirafları “devlet yetkililerine” hami de en üstlere kadar vardı, belki de üsten inşa edildiğini sergileyen itiraflarını yayımladım.. Türkiye’deki savcılar kitabı toplatıp ifademe başvurduklarında saf saf İtalyan Savcı Di Petro’nun hukuk savaşımını kendilerine hatırlattığımda, aldığım cevap hukuk kaygısından ziyade “bağımsız(!)” savcıların ağzından “başıma bela mı…” diye ağızlarında geveledikleri sözün ardındaki korkularını görünce, Türkiye’deki genel geçer kolay yolun ne pahasına olursa olsun “ekmeklerine hukuku katık ettikleri” tercih etmeyi yeğleyen hukukçuların hukuksuzluk içindeki maaşlarına nasıl da köle olduklarını, taraf olmak üzere devletten adeta rüşvetli olduklarını anlamaz bir şekilde benim yaptıklarım “hakaret”e, “hakaret edildi”ye yorumlandı. Temiz toplum ve hukuk mücadelesinin başarıya ulaşması için mücadele edeyim derken, Türk Milleti ve devleti adına “hukuk icra eden Türk adaleti” “çok yerinde” olarak o kirli işlere bulaşanlar yerine bana cezayı bastı. İki kez ceza yargıtayda leyhime bozulmasına rağmen, yerel Beyoğlu 2. Ağır ceza mahkemesi; 301’in ÜÇ KEZ tatbikine karar vererek, İKİ YIL’lık ceza; 1.690 YTL ile infaz edilmesinde “diretti”. Dava daha Yargıtay aşamasında ve sürüyor.. Bu dosyada da tarih karşısında “Suçluların suçsuz, suçsuzların ise suçlu” olark addedilmesi olarak düşen kaydının daha uzun yıllar devam edeceğinden korkuyorum ve korkunu bu nedenle de paylaşıyorum sevgili Hrand!

Munzur Çem’in, Dersimde Alevilik isimli Kitabının yayıncısı olduğum ve kitapta; “Topkerdime bedrime werê koyê Mazgîrê/ Ekserê Mıstê Korê amê ma qirkenê/ Tırko Tırko Tırko xayîno Tirko!” anonim bir ağıtın yazar tarafından Türkçe’ye çevrilmesi ile adeta kıyametler koparmışım gibi, hakkımda İstanbul Fatih 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde iki adet 159’luk (şimdiki 301’e denk), bir de İstanbul 5. Nolu DGM’de 312 (şimdiki 216’ya denk) olmak üzere üç dava açtıldı. Fatih 2. Asliye Cezadakiler Yargıtay ile yerel mahkeme arasında gelgitlerle zaman aşımına doğru yol alırken, İstanbul 5. Nolu DGM’deki dava “Kin ve nefret yaydı” ğıma yorumlanarak BİR YIL SEKİZ AY’lık ceza paraya çevrilerek onandı. İnfaz edildi ve AİHM’de sonuçlanacağı günleri sayarken, leyhime sonuçlanması durumunda bile gelecekte “sabıkalı”lığımdan silinmeyeceği ve bu durumumdan ben öldükten sonra bile çocuğumun dahi mesul tutulacağından, benim yerime ona bile zarar verileceğinden korkuyorum ve senin çocuklarına dair hissettiğin korkularını ben de paylaşıyorum sevgili Hırant Dink!

Yazar Evin Çiçek tarafından kaleme alınan “Tutkular ve Tutsaklar (Portreler)” isimli kitap; Avrupa’ya mutlu olmak “Tutkular”ı ile yola çıkanların, nasıl da mutsuz ve “Tutsaklar” ordusunu teşkil ettiklerini anlattığı belgesel kitabında aklı dengesini yitirtmek ile yüzyüze kalan Sado isimli hasta ile yaptığı roportajda aklı dengesizin Atatürk’e “Beton Misto” terimini kullanması ile benim; yazara Evin Çiçek’e ait kitapta ve yazara ait olmayan bir akıl hastasının sarfettiği bir sözcükten dolayı Beyoğlu 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin verdiği BİR YIL ALTI AY’lık hapis cezasının Yargıtay’da bozulması ve tekrar aynı karardan ısrar eden yerel mahkemenin haksız ve yerinde olmayan kararının bu kez onanması ile benim özgürlüğümden olmam yanında mahkemenin gerekçeli kararında ‘iflah olmaz’; “Sanık Ahmet ÖNAL’ın benzer bir suçu işlememesinin garantisi yoktur. Kitabın yazarı Evin Çiçek olarak aidiyat belgesi ile bellidir, Yazar TC vatandaşı olmasına rağmen yargılayabilmenin koşulları oluşamadığından cezanın yayıncıya verilmesine, ertelenmemesine ve paraya çevrilmemesine karar verilmiştir” diye verilen katı cezanın Yargıtay’ca onanması ile “temiz olmayan” sicilime yeni bir “sabıka”nın eklenmesine vesile olmasından değil, birilerinin işte mahkeme kararı deyip, infazı mahkemeye bırakmayıp tıpkı korktuğun üzere sana yapılanın aynısının bana ve bizlere yapılacağını hissettiğim için korkunu paylaşıyorum sevgili Hrant Dink…

Bunca davayı ardı ardına sıralayıp korkularınızı nasırlaştırmak, korkularınızı çoğaltabileceği için artık paylaşacağımız korkularla Türkiye’nin utanç tablosunu deşifre etmek de korkulacak şey olur… Zira benzer davalardan bende çok oldu, 27 dava ve her biri ayrı rakamlarla tarif edilmiş; 301, 216, 314, 305, 288, vb. Bu kadar dava örneğini paylaşacağımız korkulara yeter sanırım sevgili Hrant..

Savcıların, düşünsel-ifadesel yapıtları dahi anlama yerine –belki anlamayacak kadar uçuk, ya da ne kadar düşünce karşısında katı olunursa derece alır dereceye girer kaygısı içinde Kürt, Kürdistan, Ermeni Ermenistan ile ilgili yazıları yanlış yorumlayıp yalnız zindan yada verdikleri para cezasını ödetirmekle yetinemeyip, bu arada “iyi bir çocuk”a infaz çektirtmeyi hedefleyeceklerinden korkuyorum. Eleştiriyi “suç” sayan ve kendini “eleştirilemez” gören toplumsal refleksten tıpkı senin gibi nefret ettiğim kadar korkuyorum ve korkunu paylaşıyorum sevgili Hrant!
Milletin ve ülkenin devlete ait olmadığını, olmaması gerektiğini söylemekle “bölücü-yıkıcı-anarşist, terörist” olarak nitelendirildikten sonra, tez elden sürülüp süpürülmekten korkuyorum ve korkumu seninle paylaşıyorum Hrant.
Devletin çirkin gündem yaratma ve maniple etmedeki ustalığından, hünerliliğinden korkuyorum ve korkumu senin korkunla paylaşıyorum Hrant.
Aydın duyarsızlığından, parçalanmış bilincinden, pısırık, ama zaman zaman hiddetlenip kendi yaptığı eleştirileri kendisinin de kaale almayıp eleştirdiği şeyin durumuna düşenlerin çokluğundan korkuyorum, ama korkularımı tıpkı Hrand Dink gibi sizinle de paylaşmak istiyorum…
Toplum bireylerinin kendisi olma iradesini göstermemelerinden ve her birinin her an birilerine malzeme olmalarından korkuyorum ve korkuyu sizinle de paylaşmak istiyorum.
Bilim adına, kelimelerin yakıcılığının farkında olmaksızın kullanan cahil kocamanlardan ve özgür düşün ve ifade karşısındaki hayasız, ikiyüzlü ve samimiyetsiz kocaman et yığınlarının duruşundan korkuyorum ve aynı korkuyu seninle, sizinle paylaşmak istiyorum sevgili Hrant’lar.
Çocuklarına sahip çıkma acısı içindeki aciz ailesel, toplumsal ve siyasal sistemin yapılanmasındaki dayanılmaz hafifliğinin korkunçluğundan korkuyorum ve “aptallaştırılmış kitleler”in haleti ruhiyesinden korkuyorum ve korkumu sizinle paylaşmak istiyorum, sevgili Hrant…
İnan ki korkmam, korkman o kadar sıradanlaştı ki, bu durum sadece karşımızdakinin taşlaşmasını değil, bizim de ölüm karşısında “olağandışı” ve taşlaşmamıza vesile olur diye korkuyorum.
Taşlaşmak kadar çirkin ve miskin bir şey yok. Bende korkularımdan arınıp taşlaşmaktan korkuyorum.
Korkmak kadar normal, korkmak kadar çirkin, korkmak kadar insani bir şey yoktur.
Ben tüm korkularımı seninle paylaşmak istiyordum sevgili Hrand, ama senin benimle artık eskisi kadar paylaşacak durumun yok. Bu yalnızlığım ne kadar sürer bilemem. Zira sen, artık cesaretliler kervanına katıldın.
Keşke korkular kadar cesaret de olmasaydı. Hep dostluk, mutluluk ve özgüven olsaydı. Paylaştığımız sevinç, bilgi ve mutluluk olsaydı. Bunlara varmak o kadar mı zor, sevgili Hrand!?!
Evet zor… Onun için biz korkuyu paylaştık, barî çucuklarımız paylaşmak zorunda kalmasın!
Bunun için tüm korkumla haykırmaya devam ediyorum…Zira korkunun acele faydası yok, biliyorum.. Onun için var gücümle haykırıyorum… “Hepimiz Ermeniyiz, Hepimiz Kürtüz, hepimiz Aleviyiz, hepimiz Êzdîyîz, hepimiz Süryani-Asuriyiz, hepimiz Çingeneyiz, hepimiz Çerkeziz, hepimiz Yahudiyiz, hepimiz Hiristiyanız, hepimiz Lazız, hepimiz Ateistiz! Vs. Kısacası Türk İslam hezeyana hedef olmuş her “öteki” olarak dışlanmış her kimliğe saygı duyuyorum, sahipleniyorum, savunuyorum, korumaya çalışıyorum ve kendim ile ifadelendiriyorum.
Ama hala korkularımızı paylaşmak değil, yenmek uğruna “hepimiz Ermeniyiz, hepimiz Hrand Dink’iz, hepimiz Kürt’üz!” Bunun anlaşılamayacak bir tarafı mı var?…Hayır!

Yorumlar kapatıldı.