İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hrant Dink için şiir yazdım

 
Gençlik yıllarından beri ülkücülerin ‘Muhsin Başkan’ı sıfatını taşıyor. Âşık Veysel gibi Sivas’ın Şarkışla ilçesinden ve şair tabiatlı. Hrant Dink cinayeti, partisini ve takipçisi olan gençleri fotoğraf karesinin ortasına yerleştirdi. Ancak BBP lideri Yazıcıoğlu, haksızlığa uğradığını, medya manipülasyonları ile mahkûm edildiğini belirtiyor.

Şair parti lideri, cinayetten sonra Hrant Dink için şiir bile yazmış. Tamamının yayımlanmasını istemese de, “Kan sızıyor Fırat’ın delinmiş tabanından toprağıma / Bağrındaki bütün Mehmetler ağlıyor / Oğlunun adını Fatih koyan bütün Ermenilerle birlikte…” mısralarını okuyor.

“Hrant, bu topraklarda yüzlerce yıl egemen olmuş kültürün bir yadigârı idi. Benim için bir emanettir. Benim zimmetimdeydi.” diyen Yazıcıoğlu, İslâm hukukuna göre, Müslümanların, aynı toprak üzerinde yaşadığı bir gayrimüslimin canından, malından ve namusundan sorumlu olduğunu hatırlatıyor. Her Türk vatandaşının cinayete bu gözle bakması gerektiğini vurguluyor. Hrant Dink’in öldürülmesiyle Ermeni olması arasında doğrudan bir ilişki görmediğinin altını çizen BBP lideri, sözü Ermeni terör örgütü Asala’nın cinayetlerine getiriyor: “Asala birçok diplomatımızı şehit etti. Türkiye’de bir tek Ermeni’nin burnu kanamadı.”

Muhsin Yazıcıoğlu, cinayetin üzerinden siyasî bir proje üretmeye çalışan sol marjinal bir örgütün harekete geçtiğine de dikkat çekiyor. İçinde bulunulan psikolojik ortamın, Kuvayı Milliye jargonu ile çeteleşmeyi teşvik edebildiğini söylüyor. “Bu, hukuk devletinin, dolayısıyla devletin yara almasına yol açabilir. Önemli olan, bu kuşatmayı parçalayacak siyasî iradeye destek vermektir.” görüşünü dile getirirken Türkiye’nin her tarafında her an harekete geçebilecek, istismara açık tipler bulunduğuna işaret ediyor.

——————————————————————————–

Psikolojik ortam, Kuva-yı Milliye jargonu ile çeteleşmeyi teşvik edebilir

O, gençlik yıllarından beri ülkücülerin “Muhsin Başkan”ı sıfatını taşıyor. Âşık Veysel gibi Sivas’ın Şarkışla’sından; ve tabiî şair tabiatlı. Bir şiirinin klibi de çekilmiş. Hrant Dink cinayeti, partisini ve takipçisi olan gençleri fotoğraf karesinin ortasına yerleştirdi. Öteden beri kendisini, düşüncelerini ve partisini savunmakta zorluklarla karşılaştığını söylüyor. Bir haksızlığa uğradığını, medya manipülasyonları ile mahkûm edildiğini düşünüyor. Halbuki, bu şair parti liderinin, Hrant Dink cinayeti üzerine yazdığı bir şiiri bile var. Şiirin tamamının yayımlanmasına izin vermedi. Uzun şiirden not alabildiğim mısralar şunlar:

Yine bir korku ve telaş arasında kalakaldık,

Yine ne derler diye endişelendik maktulün başında

Timsah gözyaşlarından daha masum değil gözyaşlarınız

Caniyi besleyen korku ve telaşlarınız

Hep korku ve telaşlarınızla süslediğiniz çatışma kültürünüz

İnsan hakları söylemleriniz, medya maydanozu liberalleriniz

Kan sızıyor Fırat’ın delinmiş tabanından toprağıma

Bağrındaki bütün Mehmet’ler ağlıyor

Oğlunun adını Fatih koyan bütün Ermenilerle birlikte

Şiddetin bir psikolojisi, hatta bir ideolojisi var. Çok sayıda saik devreye giriyor ve bizleri ürküten sonuçlar çıkıyor ortaya. Toplum olarak, siyasetçiler olarak, eğitimciler olarak ve aydınlar olarak bu psikolojiyi kontrol altına alabilmeli ve yönetebilmeliyiz. Bunun ilk adımı diyalogsuzluğu ortadan kaldırmak. Yazıcıoğlu, şiddetin kaynağında rol üstlenenlerden biri değil. Tersine şiddet eğilimlerini ortadan kaldıracak güçlü aktörlerden biri. Bir politikacı olmanın çok ötesinde öncelikle samimi bir insan olarak böyle; şairler cinayeti onaylayamaz. Bu durumu herkesten önce hem onu suçlayanların hem de onun takipçisi olanların bilmesi lâzım.

Türkiye’yi şoke eden bir cinayeti ve arkasından gelen tartışmaları konuşacağız. Bu tartışmaların odağında size yakın duran gençler var. Cinayetin sonrasında siyasi gerginlik endişesi büyüyor. “Siyasî cinayetler dönemine geri dönüldü.” sözleri telaffuz ediliyor. Fotoğrafın tam ortasına sizi koyanlar var. Söze cinayet hakkındaki yorumunuzla başlayalım. Dink kimdi sizin için?

Cinayet, Hrant Dink’in Ermeni kimliği ile gündeme geldi. Cinayet cinayettir. Herkesin üzerinde durduğu gibi, maktulün Ermeni olması elbette farklı bir boyut katıyor bu cinayete. Hrant, bu toprakların, bu topraklarda yüzlerce yıl egemen olmuş kültürün bir yadigarı idi. Benim için bir emanettir. Dink benim zimmetimdeydi. Yanlış anlaşılmaması için “zimmet” deyimini açıklamalıyım. İslâm hukukuna göre, gayrimüslimlerin yaşadığı bir toprak parçası fethedildiği zaman oranın sakinleri ile bir zimmet anlaşması yapılır. Gayrimüslimler Müslümanlara karşı bazı mükellefiyetlerin altına girerler: Haraç ve cizye vergisi gibi. Karşılığında gayrimüslimlerin canı, malı, namusu Müslümanlara zimmet edilir. Bu yüzden Osmanlı Devleti içinde yaşayan gayrimüslimlere “zimmî” denirdi. Müslümanların tamamı, bir gayrimüslimin canından, malından ve namusundan sorumludur. Zarar gelirse hesabı onlardan sorulur. Türk ve Müslüman olarak ben, benim dinimden olmayanı benim zimmetim altında görürüm. Onun canından ben sorumluyum. Bu toprakların, bu tarihin ürünü olan her Türk vatandaşı Hrant Dink cinayetine bu gözle bakmalı.

Ya “Ermeni soykırımı” tartışmaları?

Aslında bu tartışmalar bizimle Ermeniler arasında değil. Ermeniler “millet-i sadıka” idi. Osmanlı Devleti’nde çok önemli görevlere gelmişler, Osmanlı’nın zirvelere taşıdığı medeniyete değerli katkılarda bulunmuşlardı. Ermeniler İstanbul’a, Fatih İstanbul’u aldıktan sonra girebilmiştir. Bu yüzden Fatih ismini Ermeniler yaygın olarak kullanmışlardır. Avrupa Hıristiyan kültürü Ermenilere ikinci sınıf insan muamelesi yapıyordu. Mesela Viyana kuşatmasında, tünel kazanların (bunlara lağımcı denirdi) çoğu Ermeni’ydi. 19. yüzyılın sonlarında emperyalistler devreye girdi. Ermenilerle aramıza giren sorun azınlık sorunu değil, emperyalizm sorunu idi. I. Dünya Savaşı’nda yedi cephede savaşan devlet, cephe gerisini emniyete aldı. Çünkü savaştığımız Avrupa devletleri, çeteleri kışkırtıp destek sağlıyordu. Ülkemizin her taraftan işgale uğradığı bir dönemde, topraklarımıza giren düşman kuvvetleri ile işbirliği yapan Taşnak Hınçak çeteleri var. Bu çeteleri Ermeni vatandaşlarımızdan ayırarak değerlendirmek mecburiyetindeyiz. Araya kavga ve nefreti sokan, Ermeni’ye de, Türk’e de acılar yaşatan emperyalist devletleri görmeliyiz.

Cinayet ile onun Ermeni olması arasında doğrudan bir ilişki görüyor musunuz?

Görmüyorum. Çünkü ASALA birçok diplomatımızı şehit etti. Türkiye’de bir tek Ermeni’nin burnu kanamadı. Hiçbir zaman “Ermeniler bir diplomatımızı şehit etti, öyleyse içeride de bunun intikamını bir Ermeni’den alalım” düşüncesi hiçbir Türk’ün aklına gelmedi. Bugün, Anadolu’nun her şehrine şehit tabutu geliyor. Omuzlarımız nasırlandı şehit tabutu taşımaktan. Ama, hiçbir vatandaşımız PKK’nın işlediği cinayetin faturasını bir Kürt kardeşimize çıkarmadı. Bu milletin öz mayasında bu değerler vardır. Dink’in Ermeni olması, hedef olması için kesinlikle bir sebep olamaz. Provokatif bir atmosfer var. Buna eğilmek lâzım.

Cinayeti duyduğunuzda ne hissettiniz?

“Yine Türkiye’nin üzerinde kara bulutlar dolaşıyor.” dedim. Çok derin bir provokasyonun sahneye konulduğunu düşündüm. Yine bir cana kıyıldı, dedim. İlk tepki olarak cinayeti kınayan, ailesine Ermeni vatandaşlarımıza ve Türk halkına başsağlığı dileyen bir mesaj yayınladım. Dink’e sıkılan kurşunlar Türk devletine, huzurumuza sıkılmıştır. Bu cinayet derhal aydınlatılmalı ve arka planı kesinlikle ortaya çıkarılmalıdır. Bu, yeni provokasyonların önlenmesi için çok önemlidir.

Cinayetle birlikte Türkiye’de etnik kökenler etrafında bir kutuplaşma başladı. “Hepimiz Ermeni’yiz” sloganı, başlangıçta “Şayet Dink Ermeni olduğu için öldürüldü ise biz de katillere meydan okuyoruz” mantığı ile başladı. Yani bir meydan okuma vardı. Bugün bu mantık başlangıcından uzaklaştı, kontrolden çıktı ve karşı kutbunu oluşturdu. “Hepimiz Türk’üz” sloganları yaygınlaştı. Bunun başlangıçtaki maksadını aşan gereksiz bir kutuplaşma işareti olduğunu düşünüyorum. Siz ne düşünüyorsunuz?

Bu cinayetin üzerinden siyasi bir proje üretmeye çalışan sol marjinal bir örgütün harekete geçtiğini gördük. Hâlâ tarih öncesi çağları yaşayan Marksist-Leninist gruplar var. O kadar hızlı bir şekilde cinayetin hemen arkasından ‘Hepimiz Kürt’üz, hepimiz Ermeni’yiz’ şeklinde sloganlar çıkarılıyor ki. Türkiye’deki bir etnik milliyetçiliğin bu cinayetin üzerinden dünya kamuoyu önünde bir yandaş bulma çabası gayet açık. “Hepimiz Ermeni’yiz” sloganı ile Türkiye’de bir etnik sorun üretme niyetleri açığa çıkıyor. “Hepimiz Hrant’ız” demekle yetinselerdi, yüzlerine de Hrant fotoğrafı koysalardı, ben de derdim ki “bu bir duygusal meydan okumadır”. Tamam… Ama burada bir etnik kavramı kullanarak başka duyguları tahrik ediyorlar.

Cinayetin sebebi neydi size göre?

Cinayeti tek bir sebebe dayandırmak kolay değil. Birincisi, Türkiye’nin içinde bulunduğu sürece bakmak lazım. Şöyle bir ortam var: Irak’ın kuzeyinde bir aşiret devleti kuruluyor. Kerkük, bu devletin merkezi yapılmak isteniyor. Türkmenlere yönelik bir temizleme hareketi başladı deniliyor. Meclisin gündemi olmuş. ABD Temsilciler Meclisi’nde bekleyen bir Ermeni soykırım tasarısı var. Bunların meydana getirdiği bir iklim var Türkiye’de. Türkiye’nin yeni bir Sevr’le karşı karşıya getirildiği, kanıyla kültürü birbirine karışmış bir toplumun mikrolaştırılarak parçalanma sürecine doğru geldiği havası var.

“Elimize silahı alıp bu makus talihi yenmeliyiz. Kuva-yı Milliye gibi çete kurmalıyız.” diyenler var. Yeni Ulusalcılık adında bir eğilimden bahsediliyor.

Elbette ki, millet fakr u zaruret içine düştüğünde, siyasî alanda bulunan unsurlar çözüm üretemez ve milletin var oluş değerlerini ayakta tutamazlarsa, millet kendi yolunu açmak için formüller arayacaktır. İçine düştüğü zilletten, her dönemde millet kendi azim ve kararı ile kurtulmasını bilmiştir. Türkiye, bir kuşatılmışlık problemi yaşıyor. Böylesi bir yeis girdabında, denize düşen yılana sarılır misali, en ufak bir çözüm ürettiğini iddia edene meyledenler olabilir. Kuva-yı Milliye jargonu ile çeteleşmeyi bu psikolojik ortam teşvik edebilir. Bu, hukuk devletinin, dolayısıyla devletin yara almasına yol açabilir. Önemli olan, bu kuşatmayı parçalayacak siyasî iradeye destek vermektir. Hükümet bu psikolojik ortamın, adeta derin bir zillete dönüşmesine fırsat veriyor. Milletin vicdanında derin yaralar açılıyor. Hükümetin önündeki en önemli mesele, bu psikolojik problemi çözmektir.

Çeteleşmeyi doğal mı karşılıyorsunuz?

Tabii ki doğal karşılamıyorum. İlkokullara kadar şiddet yaygınlaşmış. Bir yandan ahlaki çöküntü, uyuşturucu, fuhuş lise sıralarına kadar girmiş durumda. Diğer tarafta terörün meydana getirdiği baskılar ve bu baskılar karşısında da devletin acziyet içine düşürüldüğü şeklindeki endişeler, sapmaları artırıyor.

Yeni ulusalcı akım ile farklarınız neler? Dink’i yeni ulusalcıların hedefi haline getirdiği iddiası var. Bunların fikirleri anti-emperyalist, anti-sömürgeci 3. dünya solculuğunu hatırlatıyor. Sesleri Soğuk Savaş döneminden geliyor gibi. Sizin vurguladıklarınız ise tamamıyla farklı etnik kökenler arasında düşmanlığı engellemeyi ve Türkiye’yi birlik beraberlik içinde tutmayı amaçlayan bir yaklaşım. Bir tarafta uluslararası ortam ve onların karıştırdığı zihinler, diğer tarafta Türkiye’nin kendi sosyal şartları gençlerin içinde bulunduğu şartlar, onları sapmalara teşvik eden nedenler. Hepsini birlikte değerlendirdiğiniz zaman ortaya çıkan sonuçlar neler?

Türkiye’de bir dönem değerlerimize yönelik saldırılar ve bunlara karşı fikirle cevap vermek yerine saldırgan bir tepkiyi destekleyen çevreler oldu. Bu çevrelerin gençler üzerinde etkisinin olduğunu düşünüyorum. Bilgisayara nasıl, bir virüs girdiğinde her tarafa kontrolsüz bir şekilde gidiyor, şu anda Türkiye’nin her tarafında her an harekete geçebilecek, istismara açık çok kolaylıkla birtakım değerlerimiz adına kahramanlık yapmaya müsait özenti içinde tipler var. Bu ortamı besleyen çok şey var. Bir tarafta ulusalcı kesimin ifadeleri, ortaya koydukları üslup ve tarz elbette ki etkiliyor. Ama bununla beraber dışarıdan da bölücü unsurların demokrasi adına, insan hakları adına yaptıkları ve söylemleri de etkili.

Alperenler şiddete başvurmaz

Hedef tahtasına konulan, sizin temsil ettiğiniz kitle. Cinayetle bağlantısı olanların Alperen Ocakları ile ilgisi var mı? Siz, kendi kitlenize neyi telkin ediyorsunuz?

Bunu nereden çıkartıyorsunuz? Bir fotoğraf karesinden değil mi? Ben diğer liderler gibi değilim. Türkiye’nin her tarafını dolaşıyorum. Her gittiğim yerde yüzlerce insan benimle fotoğraf çektiriyor. Fotoğraf çektirmek isteyenlere ‘savcılıktan temiz kâğıdı getir’ diyemem. Alperenlik, milletimizin var oluşunun mayasıdır. Horasan erenleridir. Yunus’tur, Hacı Bektaş’tır, Kürt Molla Gürani’dir, Akşemseddin’dir. Yani bize bu coğrafyayı, bu kültürü kazandıranlardır. Akif’in dediği gibi “asrın idrakine” onun yeni terkibini kazandıracak olan yeni alperenliğe ihtiyaç var. Alperenler, şiddete kesinlikle karşı, bu bin yıllık terkibin temsilcisidir. Ülkemiz ciddi bir süreçten geçiyor. Bir taraftan küreselleşmenin getirdiği sorunlar var. Coğrafyamızda değişmez zannedilen sınırlar değiştiriliyor. İşgal edilmez zannedilen ülkeler işgal ediliyor. Etnik mezhep çatışmaları körüklenmek sureti ile birtakım projeler uygulanıyor. Bunların karşısında durabilmek için ülkenizi sevmek şart. Devletin varlığını birliğini düşüneceksiniz. Ülkenize yararlı bir şekilde yetişeceksiniz. Ülke sorunları ve dünya meselelerine karşı duyarlı olacak, kesinlikle aksiyoner olacaksınız. Bu noktada ihtiyaç duyulduğunda konuşacak, yazacak; protestolarda bulunacaksınız. Ama bir sınırınız var. Asla şiddete başvurmayacaksınız. Hukuk dışına çıkmayacaksınız. Üzerinde ısrarla durduğumuz şey şudur: Her fikir yaşamalı; ama şiddeti metot olarak kabul edenlere geçit verilmemeli.

301 ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Düşünce fikir, inanç ve teşebbüs özgürlüğünü savunuyorum. Kişilerin fikirlerini korkusuzca ifade etmesi ve onu yaşamasından yanayım. Fikir ile ilgili yasalarımızın bu bağlamda düzenlenmesinden yanayım. Ancak hakarete kesinlikle geçit verilmemeli. 301’in içinde, fikrin ifade edilmesine engel bir durum varsa düzeltilmesinden yanayım. Ama Türklüğe hakaret etmenin önünün açılmaması lazım.

Türklüğü siz 70 milyonun sıfatı olarak kabul etmiyor musunuz?

Elbette. Türklük bir soy ifadesi değil, Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı herkesi kapsayan bir üst kimliktir. Ancak bizim sosyolojimiz Batı’dan farklıdır. Bizim tarihsel gerçekliğimiz çok geniş bir coğrafyaya yayılan Türklüğü işaret ettiği gibi, son asırların ortaya çıkardığı milliyet gerçekliğini de ihata eder.

Bu tanıma göre 301’de böyle bir suçun olmaması lazım. Oradaki etnik bir soyu ifade ediyor. Neticede Türklüğe hakaret ediyorsa Kürt’üyle, Türkmen’iyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Ermeni’siyle herkese hakaret ediyor demektir. O zaman bir etnisiteye değil bir vatandaşlık sıfatına hakaret söz konusu olmalı.

Ben de böyle yorumluyorum. Lozan Antlaşması’nda Müslümanları bir millet saymışlar, gayrimüslimleri azınlık olarak kabul etmişler. Sonra hepsine toptan Türk milleti denilmiştir. Bu bir ebrudur. Bunu bir kere daha yapamayız. Ebruyu bozduğunuz zaman bir daha yapamazsınız. Bu değerlere hakaret etme özgürlüğü olamaz. Meseleyi, kanun maddesine hapsetmek doğru değildir.

MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE

Yorumlar kapatıldı.