İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hrant Dink’e borç…

Ali Bayramoğlu 

Yaşı kaç olursa olsun, deneyim düzeyi hangi vasatta bulunursa bulunsun, içine sindirsin ya da sindirmesin, insan her daim öğrenir ve değişir.

İtiraf etmem gerekir ki, hemen her zaman, duygunun siyasete bakışta nesnelliği engellediğini düşünenlerden biri oldum. Duygu merkezli tutumların sıkça aklı ve adil olma hissini devre dışı bıraktığı, güçlü aidiyetçiliklere yol açtığı kanaatini taşıdım.

Ne var ki bugün siyaset ve duygu ilişkisine bir ölçüde farklı bakar hale geldim.

Bunu heyecanlı, duygu dolu, demokrat bir arkadaşıma borçluyum.

Onda heyecan ve mesafenin bir arada yaşayabildiğini gördüm. Ondan duygu yoğunluğuna rağmen meselelere uzak açıyla bakmanın mümkün olabileceğini öğrendim. “Demokrat tutum, fikir ve tavır yanında kan ve canla ifade bulunca insan olma haline nasıl sirayet eder…”, belki de fark ettiğim buydu…

Hrant Dink’ten söz ediyorum…

Hrant’la önce tanıştım, sonra siyasi olarak yakınlaştım, ardından Etyen Mahçupyan’ın da katkısıyla dost oldum. Mesleki deformasyondan olsa gerek, bu süreçte Hrant benim için hem dost oldu hem anlama merceğimi yönelttiğim bir özne…

Bu öznede aidiyet, millet, mağduriyet, demokratlık duygularının nasıl oluştuğunu, nasıl dışa vurduğunu gözledim.

Tavırlarını anlamaya çalışırken, onu içten içe sorguladım, eleştirdim. Ama onu sorgularken bir de baktım kendimi de sorgulamaya başlamışım. Türkiyeli Ermeni deneyimi ona nasıl diyasporaya mesafe aldırdıysa, bu Türkiyeli Ermeni de bana kendime karşı mesafe aldırmaya başladı. Öğrenme, alma, değişme mekanizması herhalde böyle harekete geçti.

Karşılaşmalar insan hayatında önemlidir.

Bir nesneyle, bir yazıyla, bir resimle, bir fikirle, bir insanla karşılaşırsınız, onun, o nesnenin ya da o öznenin ruhu bile duymadan bir iç seyahate çıkarsınız, fikri, insani ve ahlaki dünyanızda tuğlanın üzerine tuğla koyma kapısı açılır ya da mevcutları yıkıp yenisini kurma kapısı…

Hrant ve Hrant üzerinden Ermeni ruh hali, Ermeni cemaati benim için son yıllarda yaşadığım en önemli karşılaşmadır.

Derinliğe doğru, sosyoloji ve siyasetin yalıtılmış bireyinden bütüncül bir insan ve kültür tasavvuruna doğru hareketimi hızlandıran, fikri ve tavrı ete kemiğe büründüren bir karşılaşma…

Borç görüldüğü gibi hatırı sayılır bir borç…

Üstelik çok yönlü bir borç…

Çok değil bundan bir yıl kadar önce Hrant ve Etyen eşliğinde Marsilya’da Ermeni diasporasıyla yaşadığım, beni bir ölçüde kızdıran ilk ciddi temas…

Hrant ve Etyen’e Ermeni soykırımıyla ilgili ilk ciddi sorularımı sormam…

O konuşmaların ve gezinin tesiriyle dönüşte Dadriyan’ın bir kitabını okurken, biraz sorumluluk, biraz şaşkınlık, biraz tepkiyle ve muhtemelen duygusal tahammül sınırlarımı aştığı için gecenin bir yarısı kitabı duvara fırlatmam…

Ardından bir yıl süren tutkulu bir okuma ve araştırma süreci, Türk kaynaklarını, anılarını gözü önündeki tabaktan başka şey görmez obur çocuk gibi elden geçirmem…

Yaşadığım git geller…

Ahlaki ve entelektüel sorgulamalar…

Kökenime, geçmişime yeni bir gözle yeniden yönelişim…

Borç sadece duygu ve siyaset birlikteliğini mesafe içinde gerçekleştiren bir adam ve onun insani olana yönelik bütüncül zenginliği ve bu zenginliğin ifade ettiği anlamı kavramaktan ibaret değil.

Borç sadece kişisel olarak derinleşmemin aracı olan bir karşılaşma da değil.

Borç aynı zamanda tarihi bir borç, dedelerimizin borcu, cefanın ahlaki borcu…

Bu borçlar artık hiç ödenemeyecekler…

Yorumlar kapatıldı.