İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermenistan’ın koşulları mı vardı?

Mehmet Y. YILMAZ 

ÖYLE bir ülkede yaşıyoruz ki insan bazen kendisini “uzaydan gelmiş gibi” zannedebiliyor.

Hrant Dink’in cenazesinden sonra Ermenistan’ın, Türkiye ile “koşulsuz” görüşeceğine ilişkin haberleri okurken kendimi bir an böyle hissettim.

Çünkü bu ilişkide “koşulları” olan taraf esasen Türkiye!

Ermenistan’ın komşularıyla ilgili “sınırları tanıması”, Ermenistan Anayasası’nın atıfta bulunduğu bağımsızlık bildirgesindeki “işgal altındaki Doğu Ermenistan” deyiminin çıkartılması gibi koşullar bunlar.

İşgal ettiği Azerbaycan topraklarından çekilmesi koşulu da bir başka sorun.

Bu, Türkiye’nin, Ermenistan politikasının esasen Azerbaycan’a endekslenmesi sorununu da beraberinde getiriyor ki içinden çıkılamaz bir düğümlenme yaratıyor.

Öyle ki zaman zaman Türkiye-Ermenistan ilişkileri, Ermenistan-Azerbaycan ilişkilerinin bile gerisinde kalabiliyor.

Öte yandan Ermenistan’ın kendi özel durumu da bu ilişkinin koşulsuz geliştirilebilmesinin önünde bir engel.

Bugün yorumcuların Trabzon için söylediklerinin benzerini Ermenistan gençliği için de söylemek mümkün.

Ermenistan, yaygın işsizliği, bozuk ekonomik durumu ile ırkçı faşist gelişmeler için verimli bir toprak ve bu toprağı sulayan şey de diaspora parasıyla beslenen Türk düşmanlığı.

Ermenistan’ın adı konmamış bir faşist rejim tarafından idare ediliyor olması, insan hakları ve hukuk devleti gibi kavramların sözünün dahi edilemiyor olmasını da unutmamak gerek.

Kısacası, cenazedeki havaya bakıp Ermenistan-Türkiye ilişkilerinin kolayca düzelebileceğini zannetmek, gerçeklerle bağdaşmayan hayalci bir tutum!

Cenazede bir bayrak varmış

HRANT Dink’in cenaze töreniyle ilgili izlenimlerimi anlattığım dünkü yazımdan sonra bir okuyucu mektubu aldım.

Üzerinde hep birlikte düşünebilmek için özetleyerek sunuyorum:

“Biz dört bayan mesai saatlerimiz dahilinde toplumsal birlikteliğimize ve kültürel mozaiğimize yöneltilmiş saldırıyı protesto etmek amacıyla Hrant Dink’in cenaze törenine katıldık. Törene giderken ülkemizin birlik ve beraberliğinin en önemli simgesi olarak gördüğümüz bayrağımızı da yanımızda götürdük.

Polis kontrolünü geçtikten sonra kalabalığın toplandığı yere kadar elimizde bayrakla yürüdük. Bu sırada Sayın Rakel Dink’in de konuşması başlamıştı. Konuşmayı dinlerken elimizde de bayrağımız dalgalanıyordu.

Bir süre sonra etrafımıza bazı insanlar toplanmaya başladı. Yanımıza önce Düzenleme Komitesi’nden olduğunu söyleyen genç bir bey geldi. Bize bayrağımızın rahatsızlık yarattığını ve provokasyona neden olabileceğini söyleyerek ’Bayrağınızı lütfen indirin’ dedi.

Niyetimizin provokasyon değil, birlik bütünlük mesajı vermek olduğunu anlatmaya çalışırken etrafımız bir anda provokatör olduğumuzu söyleyen kişilerle çevrildi. Belli bir görüşü temsilen orada bulunuyor olmakla itham edildik. ’Burada sizin tarafınızdan kimse yok, dikkatli olun’ şeklinde tehdit edildik. Bir cenaze töreninde gerginliğe yol açmamak için bayrağımızı indirerek tören yerinden ayrıldık.

Türkü, Kürdü, Ermenisi, Rumu, Alevisi, Sünnisi, Çerkezi, Lazı hepimizin birliğini simgeleyen, bir arada kardeşçe var olmanın en önemli sembolü olan bayrağımızdan duyulan bu rahatsızlık bizi derinden üzdü.”

Medeniyet, hak aramayı bilmektir

“BUNCA sorun dururken bunu mu yazdın” diyenler çıkabilir elbette ama ben yine de yazayım.

Bilemediğim bir bütçe sorunu nedeniyle yurtdışında görev yapan Dışişleri memurları yılın ilk aylarında maaşlarını zamanında alamıyorlar.

Sordum, dün itibarıyla daha hálá maaşını alamamış olanlar vardı.

Konuştuğum arkadaşlarım maaşların ancak mart ayından itibaren düzene girebildiğini, bunun her yıl tekrarlandığını anlattılar.

Devletin çalıştırdığı memuruna maaşını zamanında veremiyor olmasına teknik nedenler gösteriliyor ama düzgün işleyen bir devlet mekanizmasının görevi bu tür teknik sorunları aşmak değil midir?

Bunu “Dışişleri’nde çalışan eski arkadaşlarım Ocak ve Şubat’ta benden borç istiyorlar, hepsine yetişemiyorum” diye yazmıyorum.

Dikkatinizi çekmek istediğim konu, içimizde en okumuş yazmış ve dünya görmüş olanların bile haklarını aramak konusundaki isteksizlikleri.

Haklarımızı bize tanınmış yasal yollar içinde aramayı bir türlü öğrenemediğimizi gösteren küçük bir örnek belki ama sadece bununla sınırlı bir örnek de değil.

Günün birinde herkes kendi hakkını yasal çerçeveler içinde aramayı öğrendiğinde gerçekten “medeni bir ülke” olabiliriz diye düşünüyorum.

Yorumlar kapatıldı.