İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ve ‘direniş’e ilk imzalar atılıyor

 

BirGün yazarı ve sanat eleştirmeni, gazeteci Ayşegül Sönmez’in kaleme aldığı bu metin, BirGün okurları ile sanat ve kültür dünyasından da geniş destek görüyor. Bu metnin altına imzasını bırakmak isteyen okurlarımızın kultursanat@birgun.net adresli elektronik postamıza isimleriyle ulaşmasını, ya da gazetemizin 0212 249 88 43 numaralı faksa isimlerini bildirmelerini bekliyoruz.

Sarkis Zabunyan, Sema Aslan, Alin Taşçıyan, Zeynep Şanlıer, Aslı Ilgın Kopuz Murat Uyurkulak, Evrim Altuğ, Vahit Tuna, Selçuk Demirel, Gizem Aytaç, Fikret İlkiz, Çağrı Tansuğ, M. Koray Şahin, Canan Şenol, Ulaş Gürpınar, Neslihan Çakır, Vasıf Kortun, Emrah Göker, BirGün Gazetesi Yazı İşleri Kadrosu, Aykut Gürçağlar, Levent Çalıkoğlu, Ahmet Çakmak, Cenk Ersin Yıldırım, Kemal Yılmaz, Muzaffer Mert Özler, Güneş Gürpınar, Erdem Nefes, Nevzat Metin, İbrahim Çiftçioğlu, Lal Tuna, Demet Kütükçü Safçı, Çağrı Saray, Deniz Erben, Turgay Sönmez, Kerimcan Güleryüz, Murat Morova, Ayşe Su Sel, Gülsün Karamustafa, Ergun Tükel, Bertrand Ivanoff, Canan Şenol, Yücel Dönmez, Kornet, Şener Özmen, Asu Maro, T. Melih Görgün, Nisa Şenol, Banu Cennetoğlu, Şebnem Gündüz, Antonio Cosentino, İnci Furni, Murat Akagündüz, Neriman Polat, Hakan Gürsoytrak, Mustafa Pancar, Halil Altındere, Meltem Cansever, Orhan Benli, Filiz Aygündüz, Nuri Kuzucan, Esra Aysu Aysun, Kamil Şenol, Onay Akbaş, Rüchan Şahinoğlu, Dario Beskinazi, Sinem Sim Yörük, Pelin Başaran, Murat Tosyalı, Vahit Tuna, Nazan Azeri, Genco Gülan, Orhan Benli, Ertuğrul Doğan, Ayşe Sema Feleksu, Tuğçe Ulugün Tuna, Seçkin Uysal, Aziz Tavil, Ümit İnatçı, Turan Aksoy, İsmet Değirmenci, Altan Çelem, Gülay Semercioğlu, Sinan Demirtaş, Temür Koran, Ali Yener Sönmez, Serhat Yalçınkaya, Derya Yücel, Tuğrul Eryılmaz, Bahri Genç, Mehmet Güreli, İrfan Önürmen, Buket Güreli, Burcu Aksoy, Günal Salt, Hakan Özer, Burçak Kaygun, Koray Şahin, Aylin Elman Şahin, Nil Yalter, Selcen Aksel, Erinç Seymen, İnci Eviner, Ayşe Erkmen, Seda Sipahi, Asaf Zeki Yüksel, Mustafa Horasan, Selahattin Yıldırım, İrfan Okan, Erden Kosova, Oda Projesi (Seçil Yersel, Özge Açıkkol, Güneş Savaş), Zulal Üşenmez Ertürk, Halil Yavuz Ertürk, Masis Üşenmez, Jbid Üşenmez, Armaveni Üşenmez, Bedros Üşenmez, Penyamin Üşenmez, Lerna Üşenmez, Cemal Ener, Arto Arsenyan, Jilda Arsenyan, Ovsanna Rupinyan Özçelik, Maral Balimoğlu, Roxanne Cohen, Erinç Seymen, Serhan Ada, Zeynep Aksoy, Borga Kantürk, Yasemin Özcan Kaya, Leyla Gediz, Fethi İzan, Süha Çalkıvik, Ayça Tüylüoğlu, K2 Sanat Merkezi, Ruhi Su Dostlar Korosu, Kezban Arca Batıbeki

Hepimiz Hrant Dink’iz
Ayşegül Sönmez
Hrant Dink yankı bekledi ve sadece tehdit, korku işittiyse, şimdi ölümünden sonra büyüyecek yankıyla, buna son vermeliyiz. Buna söz veririz. Bunun için direneceğiz!

Entelektüelleri yara bere içinde bırakan dolaşım alanında bir kurban daha verildi. Kardeşimiz, meslektaşımız Hrant Dink, katledildi. Bu felaketin kendisi değil, sadece bir perdesidir. Bu kültür daha neyi bekliyor? Sayısız insanın hâlâ bekleyecek zamanı olsa bile bugün Şişli’de yaşanan cinayetin hiçbir sonucu olmayacağını düşünmek mümkün değildir.

Adorno, “Tarihin mantığı ön plana çıkardığı insanlar kadar yıkıcıdır. Aldığı hız onu nereye sürüklerse geçmiş belaların bir eşini orada üretir. Normallik ölümdür” diyerek 1944 yılının sonbaharında kendi kendine şu soruyu sorar: “Yenik Bir Almanya ne yapmalıdır?” Bu sorunun ona göre iki yanıtı olsa da soru suçlu bir sorudur:

1-Cellat olmayı ya da cellatlara meşruluk sağlamayı hiçbir zaman hiçbir koşulda kabul edemem.

2-Geçmiş kötülüklerin öcünü almaya girişen adama engel olmak istemem. Tümüyle yetersiz ve çelişik bir yanıt, ilkeyi de uygulanışını da gülünçleştiren. Ama belki de kabahat bende değil sorunun kendisindedir.”

Adorno’ya göre operasyon sürdürülecektir: “toprakta hiç ot bitmeyene kadar…” Ve “düşman burada hasta ve ceset rolünde”dir.

Bugün Hrant Dink cinayetinin ardından Türkiye ne yapmalıdır? Yakın geçmişinin felaketlerden arta kalmış bir yıkıntı olarak göründüğü Türkiye manzarasına bir cinayet daha eklenmişken Türkiye ne yapmalıdır?

Direnmelidir.

Sanat, insanlığın bugünkü toplumun ötesindeki diğer toplum için duyduğu özlemin varlığını koruyabileceği son sığınaktır. Lakin sanat, ancak özerk olduğu sürece düzen içinde varlığını sürdüremeyen ütopyanın korunup sığındığı son alan olabilir. Bu anlamda içinde bulunduğu topluma hem içkin hem aşkın eleştiri uygulayabilme konumunu elde eder. Toplumun içinde kalmaya devam ederek içkin eleştiri konumunu aynı zamanda kendi içinde ütopyayı, ötekini saklı tutarak aşkın eleştiri konumunu garanti edebilir. Adorno’ya göre sanat toplumsaldır. Çünkü içinde bulunduğu topluma muhalif bir konumdadır. Onun bu konumunu kazanabilmesinin tek koşulu da özerk olabilmesidir. Hrant Dink’in cinayete kurban gitmesi, sanatın tek koşulu olan özerkliğinin de cinayete kurban gitmesi anlamını taşır.

VAROLUŞ, İDEOLOJİYE DÖNÜŞMEMELİ
Adorno, sorumlu aydın davranış biçiminin ne olması gerektiğinden şöyle bahseder:

“Tek sorumlu davranış biçimi şu olabilir… Kendi bireysel varoluşumuzu bir ideolojiye dönüştürmekten kaçınmak ve özel yaşamımızı da en alçakgönüllü en iddiasız ve en gürültüsüz biçimde sürdürmek… Ama artık iyi yetişmiş olmanın bir gereği olarak değil, bu cehennemde hâlâ soluyabilecek havayı bulabiliyor olmanın utancından ötürü….”

Dink, tüm yaşamıyla, yazdıklarıyla bu sorumlu davranışın timsali olmuştur.

Bugün Dink’in ölümü düşüncenin ölümüdür. Öznenin yitimidir. Cehennemde artık soluyacak hava kalmamıştır. Düşünce bu topraklarda hâlâ ölüm demektir. Zehirdir. Dolayısıyla bu topraklardaki kültür de kendi ürettiği barbarları her zaman yine kendi barbar doğasını canlı tutmak için kullanacak, tahakküm dayandığı fiziksel şiddeti hükmedilenlere devredecektir. Çarpıtılmış içgüdülerini kolektif olarak onaylanmış yollardan dışavurmaya, cinayet işlemeye devam edecektir.

TEK ÇARE, DÜŞÜNMEYE ÇALIŞMAKTA
Bu umutsuz manzara karşısında yıkıntıdan hem sorumlu hem de yıkıntıya bakan bizler ne yapmalıyız? Adorno, umutsuzluk karşısında sorumlu bir biçimde sürdürülebilecek tek felsefenin düşünmeye devam etmek olduğunu belirtir:

“Umutsuzluk karşısında sorumlu bir biçimde sürdürülebilecek felsefe, her şeyi kurtarılmanın bakış açısından görünecekleri biçimleriy-le düşünme çabasıdır. Kurtarılışın dünyaya saçtığı ışıktan başka ışığı yoktur bilginin, başka her şey kurgudur, tekrardır, sadece tekniktir. Perspektifler oluşturulmalı, öyle perspektifler ki dünyayı yerinden uğratsın, yadırgatıcı kılsın, onu bütün çatlakları kırışıklıkları yara izleriyle birlikte bir gün mesihin ışığında görüneceği gibi sefalet ve çıplaklığıyla göstersin. Keyfiliğe ya da cebre kaymadan, sadece nesnelerle temas yoluyla böyle perspektifler oluşturmak; düşüncenin görevi budur. Düşünce koşulsuz olan adına kendi koşul-luğunu ne kadar yadsırsa dünyaya da o kadar da bilinçsizce ve dolayısıyla o kadar yıkıcı bir biçimde teslim eder kendini. Sonunda kendi imkânsızlığını bile mümkün olan adına kavramak zorundadır. Ama düşüncenin böylece altına girdiği yükün yanında kurtarılmanın gerçekliği ya da ger-çekdışılığı sorunu de pek önemsizdir.”

Sanat insanın yanlış bütüne karşı en güçlü olduğu alandır.

Çünkü sanatın somut olmayanın alanı olarak genelin tikel üzerindeki egemenliğinin olası en zayıf anını da temsil eder. Düşünce beddua değildir. Düşünce zehir değildir. Biz sanatçılar, sanat alanında çalışan yazarlar, muhabirler, sergi yapımcıları, hepimiz Hrant Dink’iz. Hrant Dink yankı bekledi ve sadece tehdit işittiyse, korku işittiyse, şimdi ölümünden sonra büyüyecek yankıyla… Buna söz vermeliyiz… Buna söz veririz. Bunun için direnmeliyiz…

Yorumlar kapatıldı.