İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Hrant’ ateş demekmiş…

Nur Çintay A.

İlk duyduğumuz andaki lanet, öfke, şok ama bir yandan da kudurtan
o aslında şaşırmama hali mi daha fena, yoksa konuştukça, dinledikçe, okudukça artan keder ve çaresizlik mi? Kararı zor.
Sokakta öyle yatarken, ayaklarının görüntüsünün gırtlağımıza yerleştirdiği ceviz, yazısındaki ‘güvercin’ metaforunun burnumuzun ucundan genzimize yaydığı sızı mı daha yoğun? Yoksa Agos’un önünde toplanan kalabalıkta da, diğer protestolarda da bir araya gelenlerin içinde aslında çok az Ermeninin yer aldığı; azınlık psikolojisiyle, korkuyla, pek çoğunun küsüp, sinip, evinden dışarıya çıkamadığı bilgisinin yarattığı hüzün mü?
Olup biteni bin yıllık klişelerle anlatan, kınayan, suçluların cezalandırılacağını vaat eden küflü yetkililer mi daha fazla sinirimizi oynatıyor? Yoksa gözünün içine baka baka ayar veren, tehdit eden yeni model vali yardımcısı ‘tanıdıkları’ mı? O beyaz bereli sakallı böcek mi alıyor küfürlerden daha çok payı? Yoksa onu doğuranlar, bu yumurtlamaya olanak sağlayan sıcak iklimi yaratanlar mı? En azından bu sonuncunun cevabı belli: Böcek ne ki? Bir ezimlik canı var. Ama onu besleyip büyütenler, herhalde şu an gerinip geğirmekle meşguller.
Çok pis bir iş. İğrenç bir iş.
İyi, belki saflık derecesinde iyi niyetli, şefkatli, hoşgörülü bir adama yapılan hunharca, adice bir iş.
Şimdiye kadarki gazeteci ölümlerinden başka türlü koyuyor. Muktedir, iktidarını kullanmayı bilen bir gazete yöneticisi değil. Yetimhanede geçen çocukluğuyla, ayakkabısının tamir isteyen tabanıyla, Bakırköy’deki evinden hissedilen mütevazı yaşamıyla… Pekâlâ yurtdışına gidip çok daha refah içinde, risksiz, emniyetli bir ömür sürebilecekken, bu şartlarda bu topraklarda kalmayı seçmesiyle… Ne Ermeni cemaatine, ne Patrikhane’ye, ne diasporacılara yaranabilmiş yalnızlığıyla… Yani bu adam mı,
bu sona layık görülen?..
“Bizim evde doğum günü pastası almak, çocukların doğum gününü kutlamak gibi bir âdet yoktu” der Takuhi Tovmasyan ‘Sofranız Şen Olsun’ isimli kitabında (Aras Yayınları), “Bizde herkesin ismi kutlanırdı. ‘İsminle çok yaşa’, ‘İsminin sahibi gibi iyi insan olasın’, ‘İsmin gibi güzel olasın…’ türü, isim üzerine bir sürü temenniyle lokum yenir, vişne likörü içilirdi. İsim günlerinin yıl içinde belli bir takvimi vardır. Yılbaşından önce ‘Boğos-Bedros’, ‘Surp Hovhannes’, ‘Surp Hagop’, ‘Tateos-Partoğimeos…’ İsa Peygamber’in doğumunun kutlandığı Dzınunt’ta, yani ocak ayının altısında ‘Avedis’ler (müjde), ‘Mıgırdiç’lerle (vaftizci) beraber isimlerini kutlarlar. ‘Surp Sarkis’ yortusu, dolayısıyla Sarkis’lerin ismi en soğuk günlere rastlar. Büyük Perhiz’e başlamadan hemen önceki hafta sonu ‘Vartanants’ta, özel isim günü olmayanların topyekûn isimleri anılır. Başta ‘Vartan’ olmak üzere, ‘Pakrat’, ‘Ardaşes’, ‘Hayk’, ‘Berç’, ‘Diran’, ‘Keğam’, ‘Aram’, ‘Ara’, ‘Hrant’, ‘Püzant’, ‘Yetvart’, ‘Toros’, ‘Zohrap’, ‘Levon’, ‘Jirayr’…
Vartanants meydan muharebesinde şehit düşmüşlerin anısına…”
Hrant, ateş demek. Sözlükte öyle yazıyor. 27.12.2005 tarihli Yeni Şafak gazetesinde, Fadime Özkan’a verdiği röportajda ise şöyle diyor Hrant Dink: “Hrant, ‘hu’ ve ‘yerant’ kelimelerinden oluşuyor. Hu ateş demek, yerant da canlılık, ataklık. Anadolu’dan gelen bir tamlama.”
Adını “Anadolu’dan gelen bir tamlama” diye tarif eden bir adamın, ‘vatan haini’ diye hedef gösterilip böyle bitirilmesi… Lafın bittiği yer de bu olsa gerek.
İsminle çok yaşa Hrant Dink.

Yorumlar kapatıldı.