İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ararat’ımı yıktılar!

Ece Temelkuran

Arkadaşımı vurdular… Arkadaşımın kanı yerde, kuruyor.
Sonra benim arkadaşımın kanını birileri sabunlu sularla yıkıyor.
Arkadaşımın ayakları görünüyor, taşmış gazete kâğıdından. Uzun boyludur Hrant, örtecek kadar kâğıt bulamamışlar.
Oofff… Ooff…
Ben nereden bulayım o kocaman kalbi örtecek sözleri şimdi?
Posterlerde duruyor yüzü. Birtakım adamlar çıkıp çok mühim sözler söylüyor.
Ben ne diyeyim onlara şimdi?
Benim arkadaşımı vurmuşlar!

İyileri bulurlar
Belki sizin de arkadaşınızı vurdulardı bir zaman. Sırf kalbi büyük diye, sırf insanları seviyor diye, sırf özgürlük istiyor, sırf bu “cehennem ülkenin cennet olabileceğine” inanıyor diye.
Hep mi en iyileri bulur bu kurşunlar? En samimi, en yürekli, en delikanlı olanı mı vururlar?
Ah! Kim bilecek, şimdi Hrant nasıl kocaman sarılırdı dostlarına?
Nasıl kocaman gülerdi şakalara?
Nasıl kocaman birikirdi gözünde yaş kalbini anlamadıklarında?
Nasıl kocaman bir “Of!” çekerdi Türkçe-Ermenice söylenince türküler?
Ah! Bu ülkeyi kocaman insanları öldüre öldüre küçültüyorlar!
Küçük insanların ülkesi olsun diye bu toprak, önce dara sığmayanları yok ediyorlar.

“Size güvendik!”
Agos gazetesinin merdivenlerinde bağırıyordu Rakel:
“Kocamı görmeye geldim ben!”
Yüzü şerha şerha olmuş bağırıyordu:
“Devletimiz çok temizdi. Daha da temizlendi şimdi!”
Sonra sessiz ağlayanlara dönüyordu elleri:
“Biz size güvendik de kaldık bu ülkede! Size güvendik! Böyle mi olacaktı? Söylesenize!”
Kızı Sera, merdivenlere düşmüş ağlıyordu. Oğlu Ararat, tıpkı Hrant gibi “Ooof! Oof!” çekerek ağlıyordu, kendi kollarını sarıyordu kendine. Tam göğsünde bir yara açılmış gibi tutuyordu elini kalbinde. Rakel, merdivenlerde yatan kızı Sera’nın üzerine kapanıyor, yine bağırıyordu:
“Artık kanınız daha mı temiz oldu?!”
Sera yüzünü mermer merdivene dayıyordu:
“Babamı verin bana! Babamıııı!”
Su uzattım ikisine, nafile, çaresizce. Rakel yüzüme baktı ve bağırdı:
“Biz iyiyiz çok şükür. Siz devletimize bakın. Ona bir şey olmasın!”
Ağladık sonra. Yüzümüz parçalanıncaya kadar ağladık hep birlikte. Çünkü…
Kimden hesap soracaktık?
“Faşizme karşı omuz omuza” diye bağırıp sonra eylemlerde kim önde duracak kavgası yapanlardan mı?
Solcu parti numarası yapıp 301. maddeyi savunanlardan mı?
Karşımıza birkaç gün içinde bir manyağı çıkarıp “Katil bu” diye bizimle dalga geçecek olanlardan mı?
“Menfur cinayeti içtenlikle kınayan” Kerinçsiz ve Kerinçsizgillerden mi?
“Ama koruma istememişti” diye çırpınan, başka da cümle kuramayan devletten mi?
Hrant’ın kanı daha yerdeyken, Hrant’ı çok güldürecek olan “dış mihraklar” yalanına sığınanlardan mı?
Bizim gibi insanların “korunarak” ve “saklanarak” yaşamasını isteyen “ortalamadan” mı?
Milliyetçiliği ve faşizmi tırmandıran ve şimdi bu cinayete çok üzülmüş gibi yapan gazetelerden mi?

Hesap soramayacak kadar üzgün
Hesap soramayacak kadar üzgünüm şimdi. Durmadan, manasızca tekrar ediyorum kendime:
“Ama biz haftaya rakı içecektik.”
Gerçek gibi gelmiyor çünkü olup biten. Bu kadar iyi, bu kadar samimi, bu kadar hakiki, bu kadar güçlü arkadaşımın üç kurşunla, sırtından vurulmuş olması gerçek olamayacak kadar saçma.

Hrant’ı öldürdüler.
Benim Ararat’ımı yıktılar.
Slogan atacak halim yok.
Benim arkadaşımı vurdular.
Ağzım hep cam kırığı…

Yorumlar kapatıldı.