İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hrant Dink öldürüldü vurulan Türkiye oldu

 
20.01.2007 / Cengiz Çandar / Yorum

Cumhurbaşkan-lığı seçimine doğru Türkiye’de ‘spektaküler’ siyasi cinayetler olacağı spekülasyonları, aylardır kulağımıza geliyordu.

Başladık mı?

Birden fark ediyorum ki, gazetemizden çıkarken, evimize girip çıkarken,

her an, aklımıza Hrant gelecek.

Hrant Dink öldürüldü!

Bambaşka bir konuda, bambaşka bir içerikte bir yazı yazmak için bilgisayarın başına geçen ben, bu üç sözcüğe sıkışan kısacak cümleyi duyunca ne yapabilecek durumda olabilirdim? Kanım donmuş, zihnim tıkanmış, parmaklarım işlemez durumda.

Haberi getiren arkadaşımıza “Emin misin” diye sorulduğunda, “NTV alt yazı geçti” cevabını verdikten sonra ilk iş, televizyonu açıp NTV ekranı karşımıza geldiğinde, ekranda Mirgün Cabas ve o an çalan telefon.. NTV, benden yayına bağlanmamı ve Hrant Dink’in öldürülmesi için bir şeyler söylememi istiyor.

Haberi duyalı beş dakika bile olmamış, umutsuz bir halde, yanlış olmasını diler ve “Emin misin?” diye sorduktan bir dakika sonra NTV ekranı karşımda. Hrant Dink için neler söyleyebilirdim?

O, benim için Hrant Dink değildi ki. Hrant’tı! O benim arkadaşımdı. Hem de yakın bir arkadaşım. Hem de çok sevdiğim bir arkadaşım. İnsan, çok sevdiği bir insanın hiç beklemediği bir anda bu dünyadan, kahpece kurşunlarla gönderildiğini öğrendiği anda basmakalıp kınama cümleleri bile kurmaktan aciz kalır. Hele hele siyasi analiz yapmaz. Yapmamalıdır da. Hepimiz insanız. Önce, acımızı kendi başımıza yaşama saygısı bize gösterilmeli. Ben, Hrant’ı, durup dururken kaybettim. Hrant’la baş başa kalmalıyım. Gözümün önündeki ekranda gazete kâğıdına sarılı vücudu uzanmış yatıyor. Bedeni gözümün önünde, ruhu zihnimin içine girdi, ortak anılarım zihnimde durmaksızın, art arda yansıyor.

Televizyon kanallarından sürekli gelen telefonlar, Hrant ile baş başa kalmamı önleyecek. Telefonu kapatmalıyım. Hrant’la baş başa kalmalıyım. Acımı kendi başıma yaşamalıyım…

Dakikalar birbirini kovaladıkça, Hrant’ın kaybının, böyle bu şekilde, alçakça kurşunlarla aramızdan alınmasının hepimizin acısı olduğunu düşünüyorum. Bu ülkenin en has evlatlarından biri öldürüldü. Türkiye’yi öksüz bıraktılar. Türkiye, Hrant’sız haliyle öksüz kaldı. Bilgisayarın başında, parmaklarım tuşların üzerinde, “Türkiye’nin acısı” nı yazdığımı fark ediyorum.

Nisan ayında Amerikan Kongresi’nden çıkabilecek “Ermeni Soykırımı Yasası”, Türkiye’ye kendisini öksüz bırakan Hrant’ın öldürülmesi kadar acı veremez. Türkiye, bundan böyle bu acı ile yaşayacak. Bu acı ile yaşamaya alışacak. Bizler, onu kardeşi gibi sevenler, -onu birazcık tanıma imtiyazını edinen herhangi birisinin, onu kardeş gibi sevmemesi mümkün değildi- bu acıya hiçbir zaman alışamayacağız. Türkiye adındaki tarih ve coğrafya ise ister istemez, bu acıyla yaşamaya, bu acıyla yaşamayı öğrenmeye mecbur kalacak.

Hrant, olağanüstü bir adamdı. Küçülmüş, birkaç on bin kişiye inmiş bir cemaati, bu ülkenin geçmişinden alıp, sorunlu tarihinden geçirerek, hiçbir şeyin üstünü kapatmadan, tam tersine açarak, geleceğe, bu ülkeye sevgiyle, sadakatle bağlamak gibi akıl almaz bir işi, tek bir birey olarak sırtına yüklemiş, o muazzam yükü bir piknik gezintisine çıkmış birinin sevecen sereserpeliğiyle taşıyan muhteşem bir kişilik. İnsanlara ateşi sunmak gibi bir suçtan ötürü, Tanrılar katında cezalandırılmış Prometheus gibi, içimizde yaşayan bir mitoloji kahramanı gibi bir adam.

Bu hiçbir bireyin altından kalkamayacağı baş edilmez zor işi, tek başına var ettiği iki dilde, Ermenice ve Türkçe çıkarttığı Agos gazetesiyle başaran bir efsaneydi o.

Bu olayın, Hrant’ın kurşunlanarak bizlerden ayrılmasının Türkiye’de bırakacağı boşluğun, Türkiye üzerine yıkacağı kaldırılması çok zor ağırlığın ne ve nasıl olacağını hep birlikte göreceğiz, öğreneceğiz.

En basitinden “Ermeni soykırımı”na ilişkin, dünyanın herhangi bir köşesinden Türkiye’nin karşısına dikilecek her iddiaya karşı çıkıldığında, “Hrant Dink öldürüldü” sözcükleri hatırlatılacak, Türkiye’nin başına kakılacak. Hrant’ı öldürenler ya da öldürtenler, aslında Türkiye’nin başına sıktılar o acımasız kurşunları.

Bir yandan bu yazıyı yazarken diğer yandan da yan gözle televizyon ekranını izliyorum, kulağım televizyonda. Meğerse, son zamanlarda çok tehdit alıyormuş. “Sokakta yürüyemeyecek kadar” bu tehditlerden bunaldığını söylüyormuş.

Demek, bu kadar sevdiği İstanbul’un sokaklarında yürüyemez hale gelecek kadar bunalmış. Meğerse, bir zamanlar yaptığımız gibi, İstinye’de teklifsizce balık-ekmek yemek için kıyıya yanaşmış tekneye atladığı ve balıkçıya, sarıkanatın nasıl pişirilip, nasıl ekmek arası yapılacağını gösteremez hale mi gelmiş?

İstanbul âşığı, Malatyalı bu Anadolu yiğidi, aşkının sokaklarında yürüyemeyecek kadar mı bunaltılmış?

Hayatında ilk kez pasaport alıp, ilk kez yurtdışına çıktığı -2002 yılıydı galiba-, birlikte katıldığımız konferansta, Türkiye’yi ve Türkiye’yi suçlayan diaspora Ermenilerinin karşısına dikilip, “Bakın, siz yılın 364 günü Amerikalı, Kanadalı, Fransız vs olarak yaşıyorsunuz; sadece tek bir gün, 24 Nisan günü Ermeni oluyorsunuz. Aramızdaki fark burada. Biz, o bir gün hariç, yılın 364 günü Ermeni olarak yaşıyoruz” diyen yürekli ses, demek, artık bir daha çıkmayacak. O sesi, kendi kimliğinden hiçbir şekilde feragat etmeden, Türkiye’yle kendisini kopmaz, ayrılmaz biçimde bağlayan o sesi demek bir daha işitmeyeceğiz.

Demek, Türkiye kökenli, Amerika’da yaşayan seksenine dayanmış o ud virtüozunu Nevizade’ye getirip, hepimizi oraya toplayıp, avazımız çıktığı kadar, hep birlikte “Sarı Gelin”i söyletemeyecek Hrant.

Demek, önümüzdeki yaz, Kınalıada iskelesinde bizi beklemeyecek Hrant. Unutulmaz bir kardeşlik akşamını, demek ki, Kınalıada’da bir daha birlikte yaşayamayacağız.

Bir kat üzerimizde oturan 90’lık bir Ermeni komşumuz olduğunu öğrendiğinde, önce hayat arkadaşı Rakel’i, akşamki yemek şöleni için göndereceğini, sonra da birlikte bize gideceğimizi söylüyor ve “Hadi, ne zaman davet edeceksin?” diye sıkıştırıyordu. Demek, o yemek artık yenemeyecek.

Bizim evde, bundan böyle yenilecek her akşam yemeğinde Hrant’sız kaldığımız, içimde bir yumru olarak oturup kalacak.

Cumhurbaşkanlığı seçimine doğru Türkiye’de “spektaküler” siyasi cinayetler olacağı spekülasyonları, aylardır kulağımıza geliyordu. Başladık mı?

Birden fark ediyorum ki, gazetemizden çıkarken, evimize girip çıkarken, her o an, aklımıza Hrant gelecek. Bundan böyle, evimize her giriş çıkışımızda, Hrant aklımızda, “Aynı kurşun seslerini duyacak mıyım acaba?”, ardından “televizyon alt yazılarına, gazete yazı işlerine düşecek haber, ‘failin 18-19 yaşlarında, beyaz gömlekli, blucin pantolonlu olduğu ileri sürüldü’ cümlesini mi taşıyacak?” soruları zihnimizi yalayacak. Birden fark ediyorum ki, ateş altındayız.

Bu işin altından bu ülkeyi yönetenlerin çok ağır bir fiyat ödeyerek ve tetiği çekenden ziyade çektirenlere ödeterek kalkmaları şart.

Ne olursa olsun, şu gerçek şu saatten itibaren değişmeyecek:

Türkiye, Hrant’sız öksüz kaldı!

Hrant Dink öldürüldü

Türkiye vuruldu

Yorumlar kapatıldı.