İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Mussolini’den Perinçek’e

 
YILDIRIM TÜRKER 

Dünyanın her yerinden ırkçı-milliyetçi oluşumların birbirleriyle dirsek teması içinde dayanıştıklarından, birbirlerinin deneyimlerinden, mücadele taktiklerinden hatta sloganlarından yararlandıklarını hatırlatmıştık. Son günlerde ırkçılık ve milliyetçiliğin enternasyonalizmi üstüne ağzı açık kalmış Avrupa’nın

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bir kez daha Türkiye’yi tazminata mahkum etti. Bu kez Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı’nın açtığı davaydı söz konusu olan. Cemaat vakıflarının edinmiş oldukları mülklere 1974 yılında alınan bir kararla el konulmuştu. Sokaklarda artan gasp olayları karşısında dizlerimizi döveduralım böylesine arsız bir mülkiyet edinme hakkı gaspının sularında sessiz sedasız yaşayıp gidiyorduk.
Bu vatanın evladı, bu memleketin vatandaşı olup kanunlarda ‘yabancı’ olarak adlandırılan gayrimüslimler karşısında AB’nin dayatmasıyla hizaya girmek zorundayız.
Vakfın AİHM’deki davasını yürüten avukat Gülten Alkan, 1974’te Yargıtay’ın verdiği bir kararla gayrimüslim Türk vakıflarının yabancı vakıf olarak değerlendirildiğini ve bunun vakıfların ölüm fermanı haline geldiğini belirterek, “Bu kararla ölüm fermanı ortadan kalktı” demiş. Avukat, aynı zamanda temsil ettiği vakfın sadece iki gayrimenkulünün elden gittiğini, Balıklı Rum Hastanesi Vakfı’nın 157 taşınmazının aynı şekilde el değiştirdiğini, ancak bu vakfın AİHM’ye gitmediğini de söylüyor. Avukat, son olarak da İşçi Partisi’nin Beyoğlu’ndaki binayı işgal ettiğini, 10-20 YTL gibi komik kiralar ödediğini de belirtiyor: “Bu sömürü yıllardır sürüyor.” Ben de tam bu noktaya değinmek amacındaydım.
Edep-erkân gemisinden çoktan inmiş bir vatandaşımız olan Doğu Perinçek’in bu konuda ne demiş olabileceğini, okumadıysanız da tahmin edebilirsiniz. Doğru. “AİHM’nin kararı burada geçmez” demiş. Kendisini malulen memur ettiği sınır bekçiliği, hoyrat milliyetçiliği ile acıklı bir vaka, kendileri. Geçenlerde ellerinde kahramanlarından Saddam’ın portresiyle yürüyüş yapan gençlerin müsebbibi de aynı zattır. Utanmazlıkta sınır tanımadığına tanığız hep birlikte. Nitekim, 1995 yılında DGM tarafından hapis cezasına çarptırılıp 98’de iki buçuk ay yattıktan sonra 1999 yılında AİHM’ye konuyla ilgili şikayet başvurusunda bulunmuşluğu ve sonuçta 16 bin 790 avro maddi tazminat kazandığı hatırlatıldığında ezcümle şöyle buyurmuş: “Bu konuda çelişki olduğunu söyleyenlere teşekkür ederim. Bu bir yorumdur. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus şudur: Tazminat ayrı bir konudur. Mülkiyetin, malların nakli farklı konulardır. Bu ikisini karıştırmamak gerekir. Doğru olduğunu söyleyenlere de yanlış olduğunu söyleyenlere de teşekkür ederim….Mülkiyetin nakli konusunda, TC.’nin yargılaması esastır. O zaman eski İstanbul’un da Bizans’a verilmesi gerekir. Rumların burayı tekrar alması konusuna ancak Türk yargısı karar verebilir.” Kibar hırsız dilini nasıl buldunuz?
Yılmadan usanmadan yazıyoruz. Milliyetçiliğin ana damarında asil kan değil süfli çıkarcılık çağlamaktadır. Memleketin en milli unsurlarının hayatının hızlı kalkınma hamleleriyle bezeli olması da bunun en tartışılmaz göstergesidir.
Öztürklük müessesesinin en bereketli ikbal kapısı olduğunu bilmiyor muyuz? Dünyanın her yerinden ırkçı-milliyetçi oluşumların birbirleriyle dirsek teması içinde dayanıştıklarından söz etmiştik bir zamanlar. Birbirlerinin deneyimlerinden, mücadele taktiklerinden hatta sloganlarından yararlandıklarını hatırlatmıştık. Son günlerde ırkçılık ve milliyetçiliğin enternasyonalizmi üstüne ağzı bir karış açık kalakalmış Avrupa’nın.
Avrupa’nın aşırı sağcı milletvekilleri Romanya’nın da AB üyeliğine kabulüyle sonunda resmi bir koza oluşturdu. Bu da yorumcuların bolca ‘ironi’ kelimesini kullanmalarına neden oldu. Çünkü, batı Avrupanın aşırı sağı, genişlemeye, göçmenlere ve doğu Avrupa’ya karşı başından beri mücadele veriyor. Oysa Romanya, Birliğe katılmasaydı bu kozayı (grubu) oluşturmaları mümkün olmayacaktı. Romanya’nın çıkınından anti-semitik ve anti-Roma (Çingeneler) Daha Büyük Romanya Partisi çıkıverdi. Böylelikle Avrupa’nın aşırı sağı, en az beş ülkeden ve en az 19 milletvekili gerektiren grup oluşturup örgütlenme hakkını kazanmış oldu. Kendilerine bir ad bile taktılar: “Kimlik, Egemenlik, Gelenek”.
Irkçı milliyetçilerin diğer ırkçı milliyetçilerle uzlaşmasından geçtim, koyun kucak yoldaşlığı da ironinin hası değil mi? Değil işte. Irkçılık da milliyetçilik de dünyanın her yerinde ortak gündeme sahip, toplumun belirli kesimlerine düşman, belirli kesimleriyle kol kola gelişen hareketler.
Söz konusu gruptan birkaç milletvekiline birer bakış atalım. Tıynetlerini anlamaya. Le Pen’in yakın adamı, grubun müstakbel lideri, uluslararası hukuk profesörü Bruno Gollnisch, sözgelimi. Nazilerin Yahudi soykımını inkar ettiği için davası sürüyor.
Bulgar milletvekili Dimitar Stoyanov, daha ateşli. Macar bir Roma kadını yılın Avrupa Milletvekili seçildiğinde “Bulgaristan çingeneleri daha güzel. Kendinize 12 yaşında bir Çingene kızını 5,000 avroya satın alabilirsiniz” diye böbürlenmişti.
İtalyan gururu Alessandra Mussolini, Benito’nun torunu. Faşist olmanın ‘ibne olmaktan’ daha iyi olduğunu ifade etmişti. Sonra Polonyalı Franco hayranı milletvekili, Avusturyalı Hitlerci nasyonal sosyalist, Çingene ve Türk düşmanı Bulgar da cabası. Bu değerli Avrupa vatandaşları, Romanya’nın katılımına karşı oy kullanmalarına rağmen Romanya’nın kendilerine el vermesi sonucu politik bir güç olma yoluna girdiler. Türkiye’nin kendilerine kazandırabileceği yoldaşları bilseler belki AB üyeliğine bu kadar karşı çıkmazlar. Ama sonuçta buradaki AB karşıtları da onları uzaktan hayranlık ve dayanışma duyguları içinde dolu gözlerle izliyordur. İronik mi? Hiç zannetmiyorum. 

http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=6625

Yorumlar kapatıldı.