İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Çağdışı milliyetçilik duvara tosladı

 
İsmet Berkan

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin azınlık vakıflarının el konulan mal varlıklarıyla ilgili verdiği pilot karar, Türkiye’nin içinde yaşadığımız çağla daha fazla inatlaşamayacağının kanıtı.
Önce konuyu anlatmaya çalışayım, çünkü mesele gerçekten çok karmaşık:
Türkiye, azınlık vakıflarından 1936 yılında bir mal beyanında bulunmalarını ister. Vakıflar, o an ne gibi varlıklara sahipse bunların listesini devlete sunarlar. Ancak izleyen yıllarda da, gerek bağış yoluyla ve gerekse kendi parasıyla satın alma yoluyla bazı vakıflar yeni yeni gayrimenkuller edinirler.
1974 yılında Yargıtay kararıyla bu vakıfların 1936 beyannamesindekiler dışında varlığa sahip olması yasaklanır, vakıflar ellerindeki malları, eğer miras yoluyla edindilerse orijinal mal sahibine, eğer o ve akrabaları bulunamıyorsa Milli Emlak’a, satın alma yoluyla elde ettikleri gayrimenkulleri ise orijinal satıcıya orijinal satış fiyatından geri vermeye zorlanırlar.
1974 tarihli Yargıtay kararı, bu vakıfların 1936’dan sonra yeni mal-mülk edinememesine bu vakıfların ‘yabancı vakıf’ olduğu gerekçesine dayanmaktadır. Oysa bu vakıfların yöneticilerinin tamamı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Yani Yargıtay bir anlamda TC vatandaşlarının bir bölümünü ‘yabancı’ saymıştır.
Temel insan haklarından biri olan mal-mülk edinme, tapuya sahip olma ve o gayrimenkulünü kullanma hakkı çiğnenmiş olan azınlık vakıfları 1997 yılından itibaren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmaya ve zamanında sahip oldukları ama daha sonra ellerinden alınan gayrimenkulleri için davalar açmaya başladı.
‘İnsan haklarına saygılı devlet’ olduğu Anayasasında yazan Türkiye’nin şimdi girmeye çalıştığı Avrupa Birliği ile arasındaki yüzlerce sorun noktasından biri de bu azınlık vakıflarının durumu.
Vakıfların mallarını iade etmek gerektiğini Türkiye’de devlet yönetimine gelen ve bu konuyla ucundan kenarından ilgilenmek durumunda kalan herkes bal gibi biliyor.
İade edilebilen, yani hâlâ Milli Emlak veya Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinde bulunan mallar iade edilecek, ‘iyi niyetli üçüncü kişi’lere geçen mallar için ise bir tazminat yolu bulunacak.
Taa en başından beri durum bu.
Ama Türkiye başarıyla bu basit gerçeğe karşı ayak sürüyor. İşte alın son Vakıflar Yasası değişikliğini. Daha birkaç ay önce çağdışı ve insan haklarını ayaklar altına almaktan da çekinmeyen bir milliyetçilik türü Meclis’te başkaldırdı, 21. yüzyıl Türkiyesi’ne yakışmayan ırkçı içerikli konuşmalar Meclis çatısı altında yapıldı. Getirilen yasa, ‘iyi niyetli üçüncü kişi’lerdeki mallarla ilgili hiçbir düzenleme içermiyor olmasına rağmen tuhaf tartışmalara sahne oldu ve sonuçta çıkan metin bir hayli yetersizdi. Ama buna rağmen Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, yasayı benzer milliyetçi sebeplerle veto etti.
Ve şimdi, aslında kaçınılabilinir olan şey başa geldi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye’yi mahkûm etti.
Bu ilk mahkûmiyet kararı tek başına önemli değil: İki taşınmazın Fener Rum Lisesi Vakfı adına ya tapuda tescilini ya da taşınmazların değeri olarak belirlenen 890 bin avroluk tazminatın ödenmesini istiyor.
Önemli olan, arkada bekleyen 100’e yakın dava ve açılmayı bekleyen onlarca diğer dava.
Türkiye böyle bir utanca mahkûm olmadan, kendi kendine Anayasasında yazdığı gibi sahiden ‘insan haklarına saygılı’ olduğunu gösterebilir ve geçmişin hatalarını tamir etmek için yol bulabilirdi.
Bunu yapmadı. Ama aslında hâlâ çok geç kalınmış değil. Vetolu yasa Meclis’te yeniden gündeme geldiğinde, hem malların iadesi hem de iade edilemeyecek durumda olanlar için de tazminat yolunun açılması sağlanabilir ve Türkiye AİHM’de onlarca kez mahkûm olmaktan kurtulabilir.

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=209709

Yorumlar kapatıldı.