İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Tahir Bey’in mirası

Yalçın Bayer 

’TAHİR Bey’, geriye doğru baktı; gözlerinden damlaları kimse görmesin diye koluyla sildi. Hava sertti, daha ısınmamıştı. Eskiden haziran ayına kadar ’yarı kış’ sayılırdı. Bir şose yoldan Piriştine 7 saat sürüyordu, yanından da telgraf hatları geçiyordu. Geride kalan eşi Bahtiye ve küçük yaştaki üç çocuğu ile anne-babasını düşünüyordu.

Çünkü Üsküp Sancağı’na bağlı Gilan’daki Askeri İdadi’nin bulunduğu şubeden askere çağrılmıştı.

Daha önce Çorlu’ya gelin gitmiş olan kız kardeşine “Padişah beni askere çağırdı” diye telgraf çekti.

1900’lerin ortasında Balkanlar tarihinin en karmaşık dönemine giriyordu. Milliyetçilik akımları alabildiğine körükleniyordu.

Kosova’da ağırlıklı nüfus Arnavutlardan oluşuyordu. Ancak Osmanlı ’Türkler, Arnavutlar ve Boşnakları’ aynı tebaadan sayıyordu; Hıristiyanlarla bir arada kardeşçe yaşıyorlardı. Gilan’da 1000 ev, 20 han, bir hamam, bir değirmen ve 240 dükkán vardı. Köyler dahil 50 bin kişi yaşıyordu. Ormanlarından demiryolları için travers üretilirdi. 24 İslam, 4 Hıristiyan mektebi vardı. Bu bilgiler araştırmacı-yazar Yıldırım Ayanoğlu’nun Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Balkanlar’ın Makus Talihi Göç (Kumsaati Yayınları) kitabında yer alıyor.

BALKANLAR’DA ÇATIŞMA

Ve kıvılcım ateş almaya başladı; 1900’lerde.

Sırplar, Bosna Hersek’i ilhak etti, Bulgarlar, daha etkin bir politika izlemeye başladı; Yunanistan bağımsızlığını kazandı. Bulgaristan ve Sırbistan’ın arkasında ise Ruslar vardı.

Yani Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’da varlığını yok etmek için Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ ittifak yapmışlardı.

Osmanlı orduları Galiçya, Yemen, Kafkasya gibi cephelerde savaşıyordu.

Bulgarlar, Çatalca’ya kadar gelerek İstanbul’u tehdit etmeye başlamışlardı.

Makedonya da işgal edilmişti; durumdan yararlanan Arnavutluk bağımsızlığını ilan etmişti.

Yunanlılar, İmroz (Gökçeada) ve Bozcaada dışındaki adaları işgal etmişti. Girit de Yunanistan’a verilmişti. Osmanlı’nın Trakya sınırı, Edirne’yi dışarıda bırakacak şekilde Midye-Enez hattı sayılmıştı.

BALKANLAR’DAN ASKERE

Gilan’dan az ilerde bulunan Manastır Askeri Rüştiyesi’nde Atatürk okumuştu.

Böyle sancılı bir süreçte ’vatan savunması’ için Balkanlar’dan asker sevkıyatı başladı İstanbul’a… Bunlar arasında, çevresindeki tanımı ile ’Arnavut Tahir’ de bulunuyordu. Beş yıl süreyle çeşitli cephelerde çarpıştı, bu arada başına yediği kurşunla geri hizmete alındı.

Daha sonra akrabalarının ve Kosova’dan hemşerilerinin bulunduğu Çorlu’ya yerleşti. Bir ara fırıncılık yaptı. Çok istese de savaş koşulları nedeniyle geriye dönemiyordu.

O dönem Çorlu’da çok sayıda Yahudi, Ermeni ve Rum nüfus yaşıyordu.

Yakışıklı ve biraz da çapkın olan Tahir Bey’i, akrabaları, yine Kosova kökenli bir ailenin kızı olan Zebure ile evlendirdiler. Kayınpederinin topraklarında tarımla uğraşmaya başladı.

Üç çocuğu oldu. Ancak aklı hep doğduğu topraklardaydı; oradaki ilk karısını ve iki çocuğunu da çok özlemişti.

Gilan, Balkanlar’ın en verimli topraklarına sahipti, özellikle Doburcanlı yöresi… Buna rağmen ekonomik bakımdan en az gelişmiş bölgesiydi. Aile çiftçilik yapıyor; büyükbaş ve küçükbaş hayvan yetiştiriyordu. Çok sayıda kısrakları da vardı; Tahir Bey’in babası atları çok seviyordu çünkü… Yün ve deri satışı nedeniyle gelir durumları diğer ’Müslümanlara’ göre daha iyi sayılabilirdi. Savaş halindeki Osmanlı’nın durumu ise içler açısıydı, yoksulluk diz boyuydu, kayıplar büyüktü.

GİLAN DEDİKLERİ…

Kafasına koymuştu Tahir Bey geri dönmek için… Oradaki topraklar daha verimliydi. Uzun süre sınırların açılmasını bekledi… Sirkeci’den Selanik’e tren kalktığını öğrendiği anda karısı Zebure ve üç çocuğu ile yola çıktı. Ancak ortalığın karışık olmasından ötürü üç ay, hem demiryolu, hem de denizyolu bakımından Balkanlar’ın aktarma merkezi olan Selanik’te kaldılar; daha sonra bir yolunu bulup Gilan’a varabildiler.

İki eşli ve beş çocuklu bir aile reisi sayılırdı; hiçbir sorun yoktu aralarında.

Her iki karısını da seviyordu.

Ancak Balkanlar’da Türk ve Müslümanlar üzerindeki baskılar ve yaşam zorlukları gittikçe artıyordu.

Çeteler, ’Osmanlı tebaasını’ kasıp kavuruyor; gerektiğinde mallarına el koyuyorlardı.

Zaten, Osmanlı, 1. Dünya Savaşı’nda yenik ülkeler arasında yer almış, ’vatan toprakları’nın ilk ayağı Anadolu işgal edilmiş, ikinci ayağı Balkanlar ve Rumeli ise çoktan elden çıkmıştı.

EVLAD-I FATİHANLAR

’Evlád-ı fátihánların’ (Rumeli zaptında bulunanların soyu) Anadolu’dan başka gidecekleri yerleri yoktu. Bu arada Trakya’dan getirdiği karısından bir kızı daha oldu Tahir Bey’in.

Dört yıl kalabildiler Gilan’da.

(Arnavut nüfusunun ağırlıklı olduğu Kosova 1913’te Sırplar tarafından işgal edildiğinden beri hep sorunlu bir bölge oldu.) Bir gün her şeyi satıp savdı elinden, Trakya’da yaşamaktan başka çare kalmamıştı.

Zorlu bir tren yolculuğundan sonra yine Selanik üzerinden Sirkeci’ye varabildiler. Üzerlerinde gizledikleri birkaç kilo ’altın’ ve yatak döşekten başka bir şey yoktu yanlarında… Çorlu’da bir Ermeni’den kiraladıkları evde oturmaya başladılar; geçim derdi çıkınca da, daha önce yedi yıl yaşadığı, Maksutlu çiftliği bölgesinde (Tekirdağ sahiline 5-6 km. uzaklıkta) topraklarını işlemeye başladı.

Yıl 1924…

20 yıl içinde sağa sola savrulmuş, yoksulluk çekmiş bir neslin evlatlarıydılar.

Balkan kökenli vatansever askerlerin öncülüğünde Anadolu toprakları, yabancı güçlerin işgalinden kurtarılmıştı. Bugün bu gerçeğin altını özellikle çizmek gerekiyor. Osmanlı’nın küllerinden Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranların, neredeyse çoğunluğu Balkan ve Rumeli doğumlu olmasına karşın bunu hiç telaffuz etme gereğini bile duymadılar.

Çünkü bu ülkenin ’asli unsur’u sayıyorlardı kendilerini…

Tahir Bey’in bu kez Gilanlı eşinden iki kızı daha oldu, artık sekiz çocuklu bir aile sayılırlardı. Bu çocuklardan Gilan’da doğan, iki yaşında da Türkiye’ye gelen Hacer, bir ’Romanya göçmeni’ ile evlendi; Rıfat Bayer’le… Rıfat Bayer, 2. Dünya Savaşı’ndan önce Dobruca bölgesindeki Pazarcık Kasabası’nın Stefano Köyü’nde doğmuş (Bugün Bulgaristan toprakları), orada bir Ermeni ustadan terzilik öğrenmiş ve 1934 yılında da Köstence’den bir vapura binip İstanbul’a, oradan da Çorlu’daki akrabalarının yanına gelmişti.

İŞTEBİZ OÇOCUKLARIZ

İşte bizler altı kardeş onların çocuklarıydık. Bizler perşembe günü anamızı dualarla toprağa verirken geride kalan iki kız kardeşi ve 11 torunu ile o eli öpülesi kadını minnet, sevgi ve saygıyla anıyoruz. Büyüğümüz Hakkı Devrim’in dün dediği gibi: “Öksüzlüğün yaşı yoktur…”

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/5733163.asp?yazarid=42&gid=61

Yorumlar kapatıldı.