İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Zorunlu mu, gönüllü mü?

 
Günümüzde siyasal parametrelerin temel ekseninde vatandaşlık olgusu yer alıyor. Belki farkında değiliz ama Türkiye’nin gündeminden düşmeyen azınlık meseleleri, Kürt kimliği ve hatta başörtüsü konusu, son kertede vatandaşlığın tanımı ile ilgili konular

AYŞE KADIOĞLU

Hiç ulusal kimliğinizin “gönüllülük” esasına göre belirlenebileceğini düşündünüz mü? Aslında ulus ve devlet olgularının iç içe geçtiği modern toplumlarda, ulusal kimliği devlete olan bağlılıktan ayrı bir şekilde tahayyül etmek pek de mümkün olmuyor. Ancak ulusal kimlikleri gönüllü bağlılıklar olarak tahayyül edebilmek, vatandaşlık olgusunun demokratikleşmesi açısından son derece büyük bir önem taşıyor.
Günümüzde siyasal parametrelerin temel ekseninde vatandaşlık olgusu yer alıyor. Belki farkında değiliz ama, siyasal alandaki bölünmeler ve çatışmalar genellikle vatandaşlığa ilişkin meselelerden kaynaklanıyor. Türkiye’nin gündeminden düşmeyen azınlık meseleleri, Kürt kimliği ve hatta başörtüsü konusu son kertede vatandaşlığın tanımı ile ilgili konular. Vatandaşlık konusunu temelde üç şekilde çalışmak mümkün: Birincisi kavramsal olgulara vurgu yaparak, ikincisi vatandaşlık eğitiminin ayırt edici özelliklerini vurgulayarak, üçüncüsü de hukuksal tanım ve detayların üzerinde durarak yapılan çalışmalar. Türkiye’de ikincisi, yani vatandaşlık olgusu ve vatandaşlık eğitimi arasındaki ilişki üzerinde duran en özgün ve önemli çalışma profesör Füsun Üstel tarafından yapıldı ve bundan iki yıl önce yayımlandı (‘Makbul Vatandaş’ın Peşinde’, İletişim). Vatandaşlık çalışmalarının üç farklı vurgusu arasındaki ilişki son derece önemli. Vatandaşlık olgusunun tanımını yaparken bu vurguların üçü de işin içine giriyor. Ben vatandaşlığın, yaygın olarak kullanılan en az dört temel tanımı olduğunu düşünüyorum. Bu tanımların farkında olmak, vatandaşlığa ilişkin meseleleri tartışırken, kavramsal bir referans ile konuşabilmeyi sağlıyor.

Dört vatandaşlık
Vatandaşlık ilk olarak ‘nüfus cüzdanı ve pasaport gibi belgeler’ temelinde tanımlanıyor. Vatandaşlığa ilişkin en temel hak olan bir devletin sınırları içinde oturmak ve yaşamak hakkı, genellikle bu belgeler yolu ile mümkün oluyor. Yine de bazen böyle belgeler kişilere bir devletin sınırları içinde oturma ya da yaşama hakkı vermeyebiliyor. Örneğin, Batı Şeria’daki Filistinlilerin Ürdün pasaportları ve hatta Ürdün kimlik kartları var ancak bu durum onlara Ürdün’de oturma ve yaşama hakkı vermiyor.
Vatandaşlığa ilişkin kimlik kartlarının üzerinde bulunan bilgiler de ayrı bir önem arz ediyor. Örneğin, Yunanistan’da kimlik kartlarında bizde olduğu gibi din hanesi var. AB mevzuatı çerçevesinde bu hanenin kaldırılması gündeme geldiğinde Yunanistan’da yer yerinden oynamış ve Ortodoks kilisesinin girişimiyle Yunanlı olmak ve Ortodoks olmak arasındaki bağın altı tekrar tekrar çizilmişti. Yunanistan’da bu tartışma daha birkaç yıl önce, yani Yunanistan zaten AB üyesi iken yapıldı. Oysa, Türkiye’de bu ve benzeri tartışmalar hep AB üyeliğinin koşulu olarak yapılıyor ve bu durum AB’nin halk nezdinde sürekli “Böyle yapmazsanız bakın sizi almam ha” diyen bir birlik olarak görülmesine katkıda bulunuyor.

Haklar dizisi
Vatandaşlık ikinci olarak bir ‘haklar dizisi’ olarak tanımlanıyor. Böylelikle, sivil, siyasal ve sosyal haklar ile devletin toprak ve su gibi kaynaklarından eşit olarak faydalanmaya dair haklar dizisi gündeme geliyor. Bir ülkede vatandaşlığa ilişkin belgelere sahip olanların hepsinin aynı haklara sahip olmadığını tespit etmek mümkün. Örneğin, 1948 sonrasında İsrail’in egemenliği altına giren topraklarda kalmış olan ve o zamandan beri orada yaşamlarını sürdüren Filistinliler, daha sonra çıkan yasalar ile İsrail vatandaşı olmaya hak kazandılar. Ancak bu durum onların Yahudi İsrail vatandaşları ile aynı haklara sahip olmasını getirmedi. Buna göre Filistinli İsrail vatandaşları, İsrail sınırları içinde yaşama, sivil ve siyasal haklara sahip olmalarına rağmen, sosyal haklar ve devletin kaynaklarını eşit bir biçimde kullanmaya ilişkin haklardan, hiçbir zaman Yahudi kökenli vatandaşlar gibi faydalanamadılar.
Öte yandan, Suriye’de bulunan Filistinlilerin, Suriyeli vatandaşlar ile eşit haklara sahip olmalarına rağmen, resmi olarak Suriye vatandaşlığına geçmelerine izin verilmedi. Suriye devleti bu geçiş iznini onların er veya geç Filistin vatandaşı olacağı düşüncesinden taviz vermemek için onaylamadığını iddia etti. Böylelikle de aslında Filistinlilerin devlet olma mücadelesine -tuhaf bir şekilde bile olsa- destek olduğunu öne sürdü.
Türkiye tarihinde de aslında temelde aynı olan vatandaşlık belgelerine sahip olan ancak hakların kullanımında eşitsizliklere maruz kalan Yahudi, Rum, Ermeni, Kürt kökenli vatandaşlardan söz etmek mümkün. Günümüzde birçok ulus-devlet, vatandaşlığı böylesi belgeler yolu ile tanımlayarak, yaptıkları ayrımcılığı örtbas etmeye çalışıyor. Vatandaşlığın sadece belgelere değil aynı zamanda haklara dair bir olgu olduğu zaman zaman unutuluyor.
Üçüncü olarak, vatandaşlık çeşitli görevlere istinaden kullanılan bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin, Türkiye’de ilköğretimde vatandaşlık eğitimi bu görevlere vurgu yapıyor. Vatandaşlık, nasıl giyinilmesi gerektiğinden, dinlenmesi uygun görülen müziğe ya da konuşup yazarken kullanılacak dilden, dinsel pratikleri tanımlamaya varan bir görevler listesi olarak karşımıza çıkabiliyor.
Vatandaşlık, dördüncü olarak ve yaygın bir şekilde, ulusal kimlik ile eşanlamlı olarak kullanılıyor. Bu durum demokratikleşme pratiklerini uygulamaya koymak açısından en önemli engellerden birini oluşturuyor. Çünkü vatandaşlığın ulusal kimlikle bir tutulması, onun ulus olgusuna ilişkin bir sadakat temelinde tanımlanmasını getiriyor. Vatandaşlık ile ulusal kimliğin eşanlamlı olarak algılanmasının temelinde ulus ve devlet olgularının arasındaki örtüşme yatıyor. İşte bu örtüşmedir ki bugün, devlet deyince aynı zamanda ulustan söz etmek gerekliymiş gibi bir durum yaratıyor. Devletlerin ancak ulus-devlet olarak var olabilecekleri düşüncesi, modernitenin yıkılması belki de en zor tabularından biri.
Modern devletler, kimi zaman uluslar kimi zaman da dinler tarafından rehin alınabiliyorlar. Bu durumu eleştirmek, ulusal kimlikleri yok saymak gibi imkansız bir duruma itibar etmek demek değil. Sadece ulusal kimlikler ile kurulan ilişkinin “zorunlu” değil de “gönüllü” bir ilişki olarak tanımlanabilirliğine dikkat çekmek istiyorum. Tıpkı dinlerle olan ilişkinin de gönüllülük temelinde olması gerektiği gibi… Öte yandan hukuk devleti ile olan bağın ise “zorunlu” olması kaçınılmaz. Anayasal vatandaşlık olgusu zaten böyle şekilleniyor. Vatandaşlığın, ulusa olan bir bağlılık yerine, kişilerin devlet ile kurdukları bir ilişkiye işaret etmesi son derece önemli.
Tarihte, vatandaşlığın bir ulusa olan sadakat temelinde tanımlandığı yerlerde, kaçınılmaz olarak diğer uluslara yapılan farklı biçim ve şiddetteki ayrımcılıklarla karşılaşıyoruz. Bugün, ulusal ve dinsel kimliklerin ortadan kalkması gerektiğini ya da kalkmakta olduğunu iddia etmek ve kozmopolitlikten dem vurmak, içinde bulunduğumuz siyasal dinamikler açısından anlamsızdır. John Lennon’ın unutulmaz ‘Imagine’ şarkısının dizelerini çok sevmeme rağmen, öylesine bir barışçı evrensellikten söz etmiyorum. Daha somut olarak, insanların ne denli milliyetçi olduklarını ispat etmek zorunda kalmamaları gerekli. Milliyetçiliğin yok olup gitmeyeceği çok açık. İşte bu yüzden, onun ortadan kalkmasını dilemek yerine, “gönüllülük” temelinde yani bir tercih olarak varolmasının hukuksal temellerini oluşturmaya çalışmak gerek.
Bugün Türkiye’de bir ulusun devleti rehin almasında beis yoktur diye düşünenler, o devleti dincilerin rehin alacağı korkusuyla siyaset yapıyorlar. Siyaseti din ile ulus arasına hapsetmemek için ulusal ve dinsel kimlikleri “gönüllülük” temelinde düşünebilmek gerekiyor. Devletin sadece bir ulusun ya da dinsel bağlılığın koruyucusu olmaması gerekir. Devletin, yaşamı çok kültürlülüğe saygı temelinde belirlemesine olanak veren bir anayasaya bağlılık ise bir tercih değil ama zorunluluk olarak algılanabilir. Farklılıklara saygılı, milliyetçiliğin ve dinciliğin gölgesinden kurtulmuş bir devletin vatandaşı olmak ayrıcalıktır. Bugün ulusal kimliklerimize “gönüllülük” esasına vurgu yaparak sahip çıkmanın altını çizmek gerek. Aksi takdirde, ulusal kimliğe sahip çıkmanın ve ulusa sadakatin “zorunlu” olduğu, yani devletin bir ulus tarafından rehin alındığı bir rejime doğru yol almaktan kurtulamayacağız. 

http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=6510

Yorumlar kapatıldı.