İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

DELİLLER YOK EDİLEBİLİR

NURİ FIRAT

Mardin’in Nusaybin ilçesine bağlı Xirabêbaba köyünde 17 Ekim’de bir toplu mezar bulundu. Ertesi gün Dicle Haber Ajansı’nın (DİHA) servise koyduğu ve 19 Ekim’de sadece Ülkede Özgür Gündem gazetesinde yayınlanan fotoğraflarda çok sayıda insan kemiği görülüyordu. Yerel kaynakların verdiği bilgi, mezarın 1915’te Ermeni Soykırımı’ndan kaldığı yönündeydi. Daha sonra gazetemiz konu hakkında çok sayıda araştırması bulunan İsveçli Prof. David Gaunt’un görüşlerini yayınladı. Gaunt, mezarın büyük bir olasılıkla 1915’te katledilen 150 Ermeni ve 120 Süryani’ye ait olduğunu belirtiyordu. Aradan haftalar geçtikten sonra önceki gün Türk Tarih Kurumu (TTK) yaptığı bir açıklamayla, hiçbir somut dayanağı olmayan iddialar ileri sürerek, mezarın Bizans ya da Roma döneminden kaldığını iddia etti. Üstelik TTK iddialarını bilimsel verilerden ziyade, mezarın askerlerce üstünün örtülmesine göz yuman Mardin Valiliği’nin resmi açıklamasına dayandırıyordu. TTK, bu iddialarına rağmen önemli bir adım da attı ve mezarın uluslararası bir heyetin incelenmesine açılabileceğini açıkladı.

Bütün bu gelişmelerden sonra, tekrar Prof. Gaunt’a döndük ve katliam hakkında merak edilen konuları sorduk. Gaunt, daha önce dile getirdiği bilgileri detaylı bir şekilde açtı. Gaunt, mezarın 1915’teki katliamlardan kaldığını ısrarla belirterek, söz konusu bölgede çok sayıda toplu mezarın bulunduğunu söyledi. Uluslararası bağımsız bir heyetin toplu mezar hakkında inceleme yapması fikrine katıldığını dile getiren Gaunt, söz konusu bölgede daha geniş çaplı bir araştırmanın gerekliliğine de işaret etti. Gaunt, ortaya çıkacak verilerden sonra mezardakilerin kimliklerinin bile tespit edilebileceğini söylüyor. Ancak Gaunt, haklı olarak, üstü örtülen mezarla ilgili verilerin ortadan kaldırılması ihtimalinin güçlü olduğunu da vurguluyor. Bunun için hemen harekete geçme gereği her geçen gün daha çok kendisini dayatıyor.

Ortaya çıkarılan toplu mezardan sonra, yaptığınız açıklamada, mezarın Daralı Ermeni ve Süryanilere ait olabileceği olasılığını ortaya attınız. Ermenilerin ve Süryanilerin söz konusu bölgedeki dağılımları hakkında neler söylenebilir?

Dünya Savaşı başladığında Mardin bölgesi Diyarbekir vilayeti içinde bir sancaktı. Mardin bölgesi şu anda olduğundan daha genişti ve doğuda Cizre’den batıda Derik’e kadar uzanıyordu.

Değişik dinler için en doğru rakamlar 1914’ten 1915’e kadar Mardin’de kalan Fransız Dominiken Rahibi Jacques RhŽtorŽ tarafından verilmiştir. Bölgede gerçekleşen olaylar üzerine bir vakayiname yazmış olup, dini grupların nüfuslarının hesaplamalarını da bunun içinde vermiştir. Kendisi Katolik olduğundan Katoliklerle ilgili bilgileri en iyisidir ve Süryani Ortodoks ve Protestanlar için çok özenli değildir. Ona göre Mardin bölgesinde kendilerini Omeran olarak tanıtan ve üzüm bağları ve meyve bahçelerine sahip Hıristiyan köylerine benzeyen köyler vardı. Bu bölgede Mardin ve Nusaybin yolunun yarısında bulunan küçük Dara (Oğuz) kasabasından başka herhangi bir Hıristiyan mezhebine bağlı olan kimse yoktu. Roma döneminde Dara Pers İmparatorluğu sınırı üzerinde bulunan önemli bir müstahkem mevkiydi. Bölgede bu istihkamlardan çok sayıda bulunmaktadır. 20. yüzyılın başlarında Dara, bu yıkılmış istihkamların üzerinde kuruldu. Çağdaş yazarlara göre Dara’nın nüfusu 150 Katolik Ermeni ve 120 Katolik Süryani ailesinden oluşmaktaydı.

Xirabêbaba köyünde ortaya çıkan toplu mezarın bulunduğu bölgeyi esas alırsak; buradaki katliamlar hakkında ne tür bilgiler var?

Dara’daki ya da ona yakın olan yerlerdeki katliamlar sadece yerel değildi, fakat diğer yerlerden çok sayıda Hıristiyan sürülmüş ve burada büyük mağaralar, yıkıntılar ve çukurlar olduğu için burada öldürülmüşlerdir.

Tarih ve yer listelerinden şunları elde etmekteyiz: 50 Ermeni ve Dara köyünden olan Süryani katolik köylülerin öldürüldüğü 14 Haziran katliamı. Erzurum’dan sürülen bir konvoy dolusu Hıristiyan’ın 11 Temmuz’da katledilmesi. Diyarbakırlı zengin kadınların iki konvoyunun 13 Haziran’da katledilmesi. İçlerinde Ermeni katolik hanım Madam Cazazian’ın olduğu 510 kişiden oluştuğu söylenmektedir. Mardin’den sürülen 300 Ermeni’nin öldürüldüğü 26 Temmuz katliamı. Bunların aralarında 7 Ermeni Katolik rahibi de vardır: NersŽs Tcheroyan, Mıgırditch Kalioundjian, StŽphan Holozian, Boghos Chidian, Vartan Haddadian, Minas Naamian, Hagop Tell-Armênavian.

Tabii ki, ortada sadece bir toplu mezar var. Ama yine de siz mezarın hangi katliamdan kaldığını tahmin ediyorsunuz? Ya da ne tür olasılıklar ileri sürülebilir?

Xirabêbaba köylüleri 40 cesedin olduğu bir mağarayı buldu, ama kendileri bunun 300 kişinin öldürüldüğü katliamdan kalanlar olduğunu söylemekteler. Böylece bu bilgiyle iki olasılığımızın olduğu söylenebilir: 300 kişinin öldürüldüğü 26 Temmuz katliamı ya da köylüler yanılmaktalar ve bu 50 kişinin öldürüldüğü 14 Haziran katliamıyla ilişkilidir. Alanın tümü belki de öldürülen 1000 kişiden (11 Temmuz katliamının büyüklüğü verilmediği için kesin değildir) kalan parçaları içermektedir. Öldürme işlemi genellikle 40 ya da 50 kişilik gruplar halinde gerçekleştirilmekteydi. Çünkü bu, az sayıdaki jandarma ya da milisin infaz sırasında etkili bir şekilde kontrolü sağlayabileceği bir sayıydı. Eğer grup daha kalabalık olsaydı isyan olasılığı olabilirdi ya da birçok kişi sıralarını beklerken kaçabilirdi. Bundan dolayı Xirabêbaba’daki mağarada bulunduğu belirtilen 40 kişilik bu grubun adı geçen konvoylardan birinden seçilmiş olması olasılığı vardır. Bunu sadece daha yakın bir inceleme ortaya çıkarabilir.

Benim ilk tepkilerimden biri, bu toplu mezarın 14 Temmuz’dan kalma olduğudur. Ama yeniden düşünüldüğünde, bence sözü edilen şu dört felaketten birinden arta kalanlar olduğunu söylemeliyiz. Sadece Nusaybin’deki Hıristiyanların katliamları şunlardır: 15 Haziran Ermeni, Süryani protestan ve Keldani yetişkin erkekler bir taş ocağında öldürüldü. 16 Haziran, Süryani erkekleri, kadınları ve çocukları Süryani dilinde Nirbo d Afrastro diye adlandırılan Mardin yolu üzerindeki bir yerde öldürüldü. 28 Haziran, Ermeni kadınları bir taş ocağında öldürüldü. 16 Ağustos, piskoposların da içinde bulunduğu ‘800 den fazla Süryani Ortodoks’ öldürüldü.

Bana göre şimdi birkaç ihtimalimizin olduğunu söylemeliyiz, ama ilk olarak Dara ve yöresinde gerçekleşen katliamlar üzerinde durulmalıdır ve bu konuda 4 ihtimal vardır. Tarihler ve kurbanların isimleriyle genellikle nereli olduklarını biliyoruz.

Katledilenlerin isimleri belli

Kemikler üzerinde yapılacak bir bilimsel incelemenin şansı var mıdır ya da inceleme için nasıl bir yol öneriyorsunuz? Örneğin DNA testi ne tür bir sonuç verebilir?

Adli tıbbi patolojik ve arkeolojik bilimsel incelemenin neyi ortaya çıkarabileceğini soruyorsunuz. İlk olarak bu, cinsiyet, yaş ve kurbanların sayısını belirleyebilecektir. Ölümün sebebini belirleyebilecektir. Şimdiden fotoğraflardaki kafatasları çok ağır bir şey tarafından vurulduğuna dair işaretler göstermektedir.

Kemikler üzerinde yapılan bir inceleme, kurbanların kemiklerinin işkence tarafından kırılıp kırılmadığını ya da kollara, bacaklara, kaburgalara vb neyle vurulduğunu ortaya çıkaracaktır. DNA analizleri hakkında fazla bir şey bilmiyorum, ama olası kurbanların isimlerini bildiğimizden dolayı bazı eşleştirmeler yapabilmek mümkün olabilir. Fakat bunun çok zaman ve çaba isteyen bir iş olduğunu zannediyorum. Sonuç vereceği muhtemel olan şey, mağaranın düşük teknolojili arkeolojik incelenmesidir. Cesetlerin her değerde olan ya da her şekilde kullanılan eşyalar içerdiğini göz önüne almalıyız. Eğer kumaş parçalarını ararsak (uzun bir zamandan beri sağlam kalan bir deri), tarak gibi kırılmış kişisel eşyalar (DNA için saç), kırılmış tahta parçaları (basit haçlar ya da diğer süs eşyaları için kullanılan şeyler), küçük kağıt parçaları bize dili gösterebilir, belki bir parça gazete (sık sık ayakkabılar içindedir) ya da dini bir kitaptan kalmış bir sayfa,¤ tarihi ya da öldürülen kişilerin nereden geldiklerini gösterebilir. Örneğin Erzurum’dan gelen bir konvoy olup olmadığını gösterebilir.

Deliller ortadan kaldırılabilir

Köylülerce bulunan toplu mezarın üstü askerlerce örtüldü, basın mensupları yaklaştırılmıyor. Bu, mezardan veri elde edilmesi konusunda kuşkular yaratmıyor mu?

Bence hükümet Xirabêbaba’daki delilleri gönüllü olarak ortadan kaldırmayacak. Ama belki de hükümetin talimatları olmaksızın bunu askeriye yapacaktır.

Bağımsız bir komite olabilir

Bu toplu mezarın incelenmesi için uluslararası bağımsız bir komitenin kurulması fikrini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bana göre bulunan kalıntılar ve bunların 1915’le ilişkisi üzerine bir rapor yazmak için bu toplu mezarın bilimsel bir şekilde bir komite tarafından incelenmesi gerekir. Bu, 90 yıldır süren tartışmaya büyük bir katkı olacaktır. Daha önce Türk devleti sınırları içinde incelenen toplu mezarlar, sadece 1918’de Ermeniler tarafından öldürüldükleri söylenen Müslümanlara aitti.

Birinci Dünya Savaşı’nın ilk yıllarından kalma herhangi bir delil çok iyi olacaktır. Eğer sözü edilen komite uluslararası olursa ve sadece mağarada bulunan kalınıtılarla sınırlı kalmayarak, Dara-Xirabêbaba-Akarsu alanındaki dört katliamın tümü hakkındaki vilayet hükümetlerinden gelen belgelere de ulaşabilirse, bu çok iyi olacaktır.

Talat Paşa’nın katliam politikası

Katliamları yapanlar hakkında bilgiler var mı?

Bu konuda başlıca kişi, Mart 1915’te Diyarbakır valisi olan Dr. Mehmed Reşid (Şahingiray)’dır. Kendisi Çerkez’dir ve Bedirxan’ın büyük kızıyla evlenmiştir. Daha önce Diyarbakır’a vali olmuştur, ama Ağustos 1914’teki pazar yeri yangınındaki şikayetler yüzünden görevinden uzaklaştırılmıştır. Ermeniler ve diğer Hristiyanlar hakkında ‘vatanı kirleten mikroplar’ diye konuştuğu bilinir. Kendisinin yardımcısı Bedreddin Bey’di (çok yoğun katliamlar esnasında Haziran 1915’te Mardin’e mutasarrıf olarak atanmıştır ve Mart 1916’da vali olmuştur) ve polis şefi Memduh Bey’di (zalimliğiyle çok iyi tanınır ve birkaç kere Mardin’den gönderilen konvoylarla ilgilenmiştir, aynı zamanda Hıristiyan ailelerinden çok sayıda mal ve parayı zorla almıştır.)

Reşid aynı zamanda anti-Hıristiyan siyasetine katılmayı reddeden bazı Osmanlı yöneticilerini de uzaklaştırma ihtiyacı duydu. Bunun bir sebebi resmiydi. Talat Paşa’nın Ermenilerin sürgün edilmesiyle ile ilgili Mayıs 1915’teki emri Diyarbakır vilayetiyle ilgili değildi, savaş başladığı zaman daha kuzeydeki illerle ilgiliydi. Ayrıca Talat’ın emrinde sadece Ermenilerden söz edilmiştir. Fakat Reşid tüm Hıristiyanları sürgün etmeyi istemiştir. Bazı yöneticiler yerel Hıristiyanların Sultana bağlı olduklarını söyleyerek bunu protesto etmişlerdir. Mardin’de Reşid’e karşı çıkan ve bunun için oradan gönderilen mutasarrıflar, Hilmi Bey ve Şefik Bey vardı. Mardin’deki katliamlar başladığı zaman her iki kişi de İstanbul’a protesto telgrafları çekti. Bazı düşük rütbeli görevliler Reşid’e olan muhalefetleri yüzünden katledildiler: Lice Kaymakamı Hüseyin Nesimi, yedek kaymakam Beşiri Ali Sabir es-Süweydi, Derik Kaymakamı ve Midyat kaymakamı Nuri Bey. Çermik Kaymakamı Hamdi Bey, Savur Kaymakamı Mehmed Ali Bey ve Silvan Kaymakamı İbrahim Hakkı Bey de diğer vilayetlere gönderildiler.

El Khamsin birlikleri

Bu katliamlarda yer alan birliklerden bahsediyorsunuz. Belirgin olarak öne çıkan birlik ise Khamsin birlikleri. Bunlar hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Büyük kasabalarda kırımı daha etkili gerçekleştirmek için bir milis gücü oluşturuldu. Milis üyeleri olan orta yaştan erkekler üniforma giyiyorlardı ya da kollarına bir bant takıyor, askeri tüfek taşıyor ve rütbesi olan bir subay tarafından yönetiliyorlardı. Bu milis grupları genellikle elli kişiden oluştukları için Mardin bölgesinin Arapça konuşan halkı bunları Al-Khamsin olarak nitelendirmiştir. Diyarbakır’da Sidki Pirinçizade, Şakir Bey ve Yahya Efendi, Mardin’de Nuri Badlisi, Nusaybin’de Refik Nizamettin, Qaddur Bey ve Süleyman Majar ve Cizre’de Ahmed Nazo tarafından kumanda edilen Al-Khamsin birlikleri vardı. Al-Khamsin kasabada yaşayan kişileri tutuklamak, cezaevine güvenlik içinde getirmek ve tutuklu konvoylara eşlik etmek için kullanılmıştır. Aynı zamanda köylere saldırmak için de görevlendirilmişlerdir. Al-Khamsin küçük bir grup olduğundan, eğer saldırılan hedef çok olursa aşiret savaşçılarıyla işbirliği yapma ihtiyacı vardı. Bu, aynı yerde ve aynı zamanda gerçekleşen büyük bir koordinasyon hareketi anlamına gelmektedir.

Vali’nin katliamları onaylandı

Katliamların Osmanlı merkezi politikasıyla ilgili olduğunu düşünüyor musunuz?

Vilayet hükümetleri ve merkezi hükümet arasındaki ilişkiler, yazışmalar hakkında yeterli bilgi yok, daha bu yaz Osmanlı arşivleri açıldı, ikinci bölüm olarak adlandırılanlar. Son zamanlara kadar ulaşılabilen arşivler Talat Paşa tarafından gönderilen telgraf emirleriydi, fakat cevaplar yoktu. Talat’ın telgrafları genellikle çok kısaydı ve kararların neden alındığıyla ilgili çok fazla bir şey içermemektedir. Az önce de söz edildiği gibi, Talat, Diyarbakır’daki Ermenilerle ilgili bir emri göndermeden önce ( 21 Haziran 1915’te ulaştı) Reşid anti-Hıristiyan kampanyasına başladı. Reşid nisan ayında Diyarbakır’ın doğusundaki Süryani köyleri (Karabaş gibi) katletmekle işe başladı. Mayıs sonunda Diyarbakır şehir merkezindeki Ermenilerin kitlesel bir şekilde tutuklanması ve infazları başladı. Böylece kendisinin yazılı emirler olmadan harekete geçtiğini görmekteyiz. Bu, kendisinin yerel yöneticilerle yaşadığı sorunların bir sebebidir.

Yazılı olmayan emirleri alma olasılığı da vardır. Ama burada sadece spekülasyon yapılabilir. Alman hükümeti tarafından zorlanan Talat, tüm Hıristiyanların katledildiğini duyduğunu ve kendisinin bunun durdurulmasını emrettiğini ve sadece Ermeniler üzerinde yoğunlaşmak gerektiğini ifade ettiği bir telgrafı temmuzda Reşid’e göndermiştir. Bununla birlikte katliamlar durmadı. Açıktır ki Talat, kendisini görevden almadığı için Reşid’in eylemlerini onaylamıştır ve Mart 1916’da Ankara valiliğine getirmiştir. Olaylardan onun kadar sorumlu olan Mardin Mutasarrıfı Bedreddin Bey, onun yerine vali olarak atanmıştır. Sadece Reşid’in Talat’a gönderdiği mektuplar ve telgraflarının incelenmesiyle İçişleri Bakanlığı’nın gerçekleşen olaylar hakkında ne kadar bilgilendirildiğini anlayabiliriz.

http://www.gundemimiz.com/haber.asp?HaberId=25972

Yorumlar kapatıldı.