İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hatemi Hoca’nın sorusu

Ertuğrul ÖZKÖK 

EVET o soruyu sorma gafletinde ve hatta dalaletinde bulundum. Dedim ki: “Diyanet İşleri Başkanı Bardakoğlu haç çıkarabilir mi?”

Diyanet İşleri Başkanı dün bir açıklama ile bu yazıma cevap verdi.

Benim görüşlerime hiç katılmadığını ifade eden, son derece seviyeli bir açıklama.

Bardakoğlu, “Hayır ben öyle davranmam” diyor.

Ben o cümlenin hemen altında şunu da yazmıştım:

“Hadi haç çıkarma ağır gitti, iki elini yan yana getirip Hazreti İsa tavsiri önünde dua edebilir mi?”

Yani Papa’nın yaptığına benzer bir jestten söz etmiştim.

Belli ki, onu da yapabilecek durumda değil.

* * *

Ben bir soru sordum ve cevabını aldım.

Onun fikri öyle, benimki böyle.

Ama başkalarından gelen cevaplar öyle seviyeli değildi.

Her zaman olduğu gibi cevap fikirle, görüşle değil, bildikleri tek lisanla, yani hakaret ve küfürle geldi.

Cahilliğim mi kalmadı, dalalet içinde olmam mı…

Aptallığım mı, pervasızlığım mı.

Artık kızmıyorum, kızamıyorum.

Ruhumun derisi, böyle ilkelliklerden etkilenmeyecek kadar kalınlaştı, kalınlaştırıldı.

Ama üzülüyorum.

Sayıları az da olsa, bazı insanların, dini konularda basit bir soruya bile tahammül edememesine hem üzülüyor, hem tehlikeli buluyorum.

Çünkü o kadar yaygaracı, o kadar gürültücüler ki, öteki insanları sindiriyorlar.

Bu tartışma bana bir kere daha şunu gösterdi.

Bu ülkede azgın ve yaygaracı despot bir azınlık var.

Bunların birbirinden farkı yok.

Hepsi tebdili kıyafet geziyor.

Kimisi dinci, kimi ulusalcı.

Kimi şucu kimi bucu.

Tek tesellim şu. Başı dertte olan tek ben değilim.

* * *

Geçen pazar günü Yeni Şafak Gazetesi’nde çok dertli bir aydının feryadını okudum.

Hüseyin Hatemi, “Seviyesizlik” başlıklı bir yazı yazmış.

Papa, İstanbul’dan ayrılmadan önce Ruh-ül Kudüs Kilisesi’nde yapılan ayine katılmış ve duygularını yazmış.

Vay sen misin “Papa’ya hoş geldin” diye yazan.

Aralarında şunu yazan bile çıkmış:

“Şiiler tarih boyunca ’Müslümanlara’ karşı Hıristiyanlarla ittifak etmişler, bu sebeple şimdi sen de aynı şeyi yapıyorsun.”

Hatemi gibi bir insan bu kadar seviyesiz, bu kadar pespaye, bu kadar iğrenç bir saldırı ile karşılaşırsa ne hisseder, ne düşünür?

O insanı, bakın neler diyecek kadar üzmüşler, öfkelendirmişler:

“Böyle dualara maruz kalan bir kimsenin düşünebileceğini ben de düşündüm: Ehl-i Beyt sevgisinden, insanlık şehidi Hüseyin’den bahsedişimi İslam düşmanlığımın delili sayan bu mahlukat ile, cehennem hastanesi yolunu tutmak üzere haşrolmaktan ise, İsa ve Meryem sevgisiyle dolu gönüllere sahip Hıristiyanlarla haşrolmayı tercih etmez miyim?”

* * *

Hüseyin Hatemi açık açık, “Bu kafadaki Müslümanlarla birlikte olmaktansa, Hıristiyanlarla olmayı tercih ederim” demeye getiriyor.

Yani bu kadar üzülmüş ve öfkelenmiş.

Ama öfkesi dışında hepimizi düşündürmesi gereken çok önemli bir soru soruyor:

“Şu halde bu mahlukatın, sevgiye susamış gençlerin misyonerlere kapılmasının başlıca etkeni olduğu açık değil mi?”

Ve bir soru daha:

“Bu halimizi değiştirmedikçe Allah’tan nasıl bir hal değişikliği isteyebiliriz?”

Durun, “piyaniste ateş etmeyin”.

Hadi ben cahil, aptal, bilgisizim.

Ama bunları, dini hassasiyetlerini her sayfasında açığa vuran bir gazetenin, yani Yeni Şafak Gazetesi’nin, profesör unvanlı bir yazarı söylüyor.

Ona bu kadar ağır hakaretler edebiliyorlarsa, bizlere haydi haydi küfür ederler…

* * *

İşte bu yüzden de Papa’nın yaptığı jesti yapamazlar.

Dinimiz müsait ama, o din adına konuşanların anlayışı müsait değil. 

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/5561823.asp?yazarid=10&gid=61

Yorumlar kapatıldı.