İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Seviyesizlik

Hüseyin Hatemi

Papa’nın İstanbul’dan ayrılmasından hemen önceki âyini sırasında Ruh-ul-Kudüs (Saint Esprit) Kilisesi’nde İlber Ortaylı Bey ile yanyana idim. Laik Fransa’nın konsolosunun Alman asıllı Papa’ya gösterdiği saygıyı gördüm. Onların hesabına çok memnun oldum, gıbta ettim, biz müslümanlar adına içim sızladı. Ayin sırasında, Katolik ruhanîleri, süryanî ve keldanîler, Ortodoks patriği ve ortodokslar, Ermeni patriği ve Ermeniler, süryanî-i kadim patrik vekili ve bu cemaatden süryaniler bir arada idi. Arap nağmeleri ile ve Arapça, süryanice ilâhîler okundu. İsa ve Meryem sevgisi dilleri ve mezhepleri birleştirdi. Papa ayin sonunda ayrılmak üzere iken, bu birliği hissetmeden doğan neş’e doruğa vardı. Birçok kişi, genç kızlar ve çocuklar İtalyanca “yaşasın Papa!” nidası ile zıplamaya ve alkış tutmaya başladılar. Ayinden çıktım, bilgisayarın başına geldim, açtım ve beklediğim iletilerle karşılaştım: İğrenç ve seviyesiz hitaplar ve ittifak halinde ithamlar: -Şiîler tarih boyunca “müslümanlara” karşı Hristiyanlarla ittifak etmişler, bu sebeple ben de şimdi Papa’ya “hoş geldin!” demekle aynı şeyi yapıyormuşum, Hristiyanlarla haşrolmam için dualar vs.

Böyle dualara maruz kalan bir kimsenin düşünebileceğini ben de düşündüm: Ehl-i Beyt sevgisinden, insanlık şehidi Huseyn’den bahs edişimi İslâm düşmanlığımın delili sayan bu mahlûkat ile, cehennem hastahanesi yolunu tutmak üzere haşrolmaktan ise, İsa ve Meryem sevgisiyle dolu gönüllere sahip Hristiyanlarla haşrolmayı tercih etmez miyim? Şu halde, geçen gün de değindiğim gibi, bu mahlûkatın, sevgiye susamış gençlerin misyonerlere kapılmalarının başlıca etkeni olduğu açık değil mi? Yine geçenlerde yazdığım gibi, bu iğrenç sövgüler ve ahlâksızlıklar İslâm ile nasıl te’lif edilebilir?

Bu halimizi değiştirmedikçe, Allah’dan nasıl bir hal değişikliği isteyebiliriz? Tarih bilmeyiz, sevgi imanının yerine kin ve önyargıları koymuşuz, akl-ı selim ilâhî bağışını dumura uğrattığımız için gönlümüzün fücura konduğunun, takvâdan bizde eser olmadığının farkında bile olmayız, İlâhî Huzur’da yegâne sermayemiz olacak kalb-i selîm yerine kalb-i habîs sahibi olmuşuz, dinin emrini tersine çevirip ma’rufdan nehy ve münkeri emreder, bunu da en seçme sövgülerle donatmayı dil ve kalem cihadı sayarız, Büyük Kurban’ı, İnsanlık Şehidi Huseyn’i anmayı tekfir vesilesi yapar, sonra da O’nun ceddi Yüce Sevgili’yi sevdiğimizi iddia ederiz, bu kadar şaşkınlık ve gafletle de “İslâm’ı yanlış tanıyorlar, ah şu misyonerler!” diye diş gıcırdatırız. Misyoner pazarının revnak bulmasına ve rağbet görmesine sebep, bu halimizden başka ne olabilir? Biz hangi dinin misyonerliğini yapıyoruz? Açık söyleyelim: Papa’ya dahî “orada değil, burada, şu şekilde dua et!” demekle ve Papa’nın da bu nezaketli komuta uyması ile, Papa mı kazandı, biz mi? “Doğu ve Batı Allah’ındır, nereye dönersen Allah’ın vechi oradadır” gerçeğine kimin davranışı uygun düştü? Mevlânâ’nın Hristiyan din adamları ile –siyasî hesap ve içten pazarlıkların gölgesi düşmemiş– sevgi ilişkisinden yediyüz yıldan fazla bir zaman sonra, sevgi ilişkisinin yerini “Katolik, ortodoks takımlarına, yahut Katolik-ortodoks karma takımına gol atma” hesapları almış değil mi? Arasat Meydanı’nda takım flâmalarımızla toplanarak cennete doğru “bir baba hindi, hey yallah!” sloganı ile yürüyeceğimizi mi düşünüyoruz?

Dost, gereğinde acı söyler. Hristiyanların; Kur’an-ı Kerim’in “Sevgide en yakınlık” niteliğine uyanlarını dost ve kardeş saydığımı, fakat Sevgi’yi değil kini seçmiş olanlarla, hangi sloganı, hangi takım işaretini taşırsa taşısın, aramızda sevgi ilişkisi değil, sadece eşit insanlık değerine saygı ve insan haklarına riayet ödevi bulunacağını bir kez daha söylüyorum. Bana ulaşan hezeyanlardan anlıyorum ki, Lübnan Savaşı’ndaki feci’ musîbetlerin çok önemli bir hayırlı sonucunu: Katolik-ortodoks-sünnî-şi’î yakınlaşmasını en büyük tehlike sayan kin, zulüm ve şer merkezi; bizdeki cehalet ve gaflet çevrelerini her zaman olduğu gibi yine nifak ve tefrika tohumlarını ekmeye en uygun ortam saymış ve köhne nifaka yeni bir “dizayn” verilerek cehalet ve gaflet çevrelerine yayılmış: -Katolik, ortodoks, şark Hristiyanları düşmanınızdır. Onlardan önce de şiîler baş düşmanınızdır. Biribirinizi kırın ki, sonunda Pyrhus zaferi ile, ölümcül yaralarla kurtulan kim olursa, onu da biz kolayca kırabilelim ve dünyaya hakim olalım!

Papa gitti ve biz “Regensburg’un rövanşını aldık, AB golü, Bardakoğlu golü, Efes’de bayrak sallama golü, Ayasofya’da dua ettirmeme golü, Sultanahmet’de, kıyamda elpençe divan durdurma golü ile beş gol attık, sadece bir ekümeniklik golü yedik, onu da saymıyoruz, beş sıfır galibiz” hesapları yapıyoruz. Oysa bu gafletimizle neler yitirdiğimiz ve neler kaçırdığımızın farkında değiliz. Takrîb-i Mezâhib-i İslâmiyye (İslam mezheblerinin yakınlaştırılması) girişimleri tamamen unutturuldu. Elimizde bir –neye yaradığını bilemediğimiz– İKÖ kaldı. Demek ki Lâikliğe aykırı değilmiş!

(Haydi arslanlarım, bilgisayarlarınızın başına geçin! Bu yazıdan a’lâ sövgü vesilesi olur mu!)

http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/?t=03.12.2006&y=HuseyinHatemi

Yorumlar kapatıldı.