İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Van’ın yitik dünyası

Bu kitabın başlığı ‘Ermeni Gümüş Ustaları’, ama Van’ın Yitik Dünyası diye de adlandırılabilirdi. Van, muhteşem şehir, Urartuların paylaşılamayan başkenti, bağları, akarsuları ile her daim var olmuş bir kent. Birinci Dünya Savaşı’nın bedelini en ağır ödemiş olan, daha sonra yeniden hayat bulmuş bir kent, bölgenin tek denizinden adını alan, her daim var olacak olan kent…

Ama Van aynı zamanda bir hayalet kent, bir savaşın, bir yıkımın, bir yok oluşun insanı ürperten anıtı gibi eski Van… Sanki geçmişin hayaletleri oranın yıkık duvarları, belirsiz sokakları arasında rüzgarla fısıldaşır durur. Oraya ancak kaleden bakılır, orası ziyaret edilmez… Orada hayatın fışkırdığı, su sesiyle şenlenen bağlar, kuşların şakıdığı anlar unutulmuş şimdi. Van, amnezya kenti, belleği, tarihi olmayan kent… Doğunun daha 20 yıl önce hayatın fışkırdığı yitik köyleri gibi, tarih öncesi bir ören yeri gibi burası, bir kazı alanı sanki… Bin küsür yıl devam eden bir yaşam yok artık orada…

Van 19. yüzyıl Osmanlı dünyasının en politize kentlerinden biri idi. Gazetelerin yayınlandığı, aydınlar arasında canlı tartışmaların sürdüğü, hatta bir partinin doğduğu bir kentti burası. Ben oraya Doğu’nun Selanik’i derim…

1. Dünya Savaşı’nda Vanlılar ölüme, yok olmaya karşı direndiler. Çok kayıp verseler de sağ kalmayı başardı Vanlılar. Binlerce yıllık Urartu Kalesi onları yalnız bırakmadı, kucağına bastı. Ama her zaman olduğu gibi direnişin adı isyan oldu. Hatta bu direniş bütün bir halkın sürgün yollarına, yani ‘beyaz ölüme’ sevk edilmesi için gerekçe yapıldı. Vanlılar da muhacirlik yollarında kırıldılar… Şimdi Erivan’ın bir mahallesi Yeni Van… Yeni Maraş gibi, öteki Anadolu kentlerinin adları gibi… Anadolu şimdi orada filiz verdi ve dünyanın her köşesinde…

Van’ın gümüş ustaları bir zamanlar Osmanlı sarayları yanında, Saint Petersburg saraylarına da iş yetiştirirlerdi. Osep Tokat bu ustaların yapıtlarını topluyordu yıllardır bir koleksiyoncu olarak. Ama sanıldığı gibi Vanlı değil. Ailenin diğer 7 çocuğuna kardeş olarak doğduğu Kiğı’nın Cermag köyünde, annesinin Van işi gümüş yüksükleri ile başlamış bu merak, savat işçilikli gümüş kemeri ile başlamış. Sonra babasına ait kehribar pipoyu, dedesi Mardiros Sarkisyan’ın mührünü katmış kolleksiyonuna ve devam edip gitmiş bu tutku. Ve bu zengin koleksiyona sahip olmakla yetinmemiş, onların öykülerinin de peşine düşmüş ve bunları insanlarla paylaşmak istemiş. Böylece ince işçilikle yapılan takıları ve diğer günlük kullanım objelerini, bunların yaratıcılarının tekniklerini ve öykülerini, binlerce yıllık bir kültür ve sanatı ve bunun oluştuğu ortamı sanatseverlerle buluşturmuş.

Bunu kendisi şöyle gerekçelendiriyor: ‘Bir sanat tarihçisi olmamakla birlikte, sadece Ermeni toplumunun bu görkemli yapıtlarını ve onları yaratan usta elleri gün ışığına çıkarmak, amacım. Sanat yapıtları sadece kişi ve halklara değil, aynı zamanda tüm insanlığa aittir. Dolayısıyla onları saklayıp korumak da tüm insanlığın görevidir aslında. Ne yazık ki, Ermeni anıt eserleri yıkıma uğradığı için, Ermeni kültürü de yeteri kadar tanınmadı.’

İmalathaneler

Evet, Van’da tam 120 kuyumcu ve gümüşçü imalathanesi varmış 90 yıl önce. 1915 sonrasında sağ kalanlar dünyanın dört bir yanına dağılarak, sanatlarını başka coğrafyalarda da sürdürdüler. H‰l‰ Kapalı Çarşı’nın esrarengiz labirentlerinde bu sanatçıların izlerini buluruz. Onlar her koşul altında, tarihin dalgaları bir biri ardına devrilirken, yine bir kuytu köşe bulup, gümüşü tutkuyla dövüp şekillendirmeye devam ettiler. Her kentte, son Mohikan gibi, karanlık izbe işliklerde, kadınlara takıları ile hayat tutkusu veren ürünlerini yapmaya devam ettiler. Bu ustaların her biri aynı zamanda bir hayat felsefesi sunar sizlere, bir bilge gibi saygıyla oturursunuz karşılarında. Tokat’ta bir küçük işlikte son kalan İspirli Usta’yı bulursunuz örneğin, ‘Ustam Ermeniydi, adı Sarkis’ti’ der… Ya da New York’ta, 5. Cadde yakınlarında Diyarbakır’dan gitme Hrant ustayı gümüşe hayat verirken bulursunuz, yan yana sıralanmış küçük işliklerde… Ve Tahran’da… Ve Adisababa’da… Ve Mumbai’de. Çinastan’da bile…

Kitapta yer alan bir tabloda 1842-1917 yılları arasında, Kafkasya’daki gümüş ve altın işlemecilerinin dökümünü buluyorsunuz. Bir zamanlar Tiflis’te 947 işyeri varmış, bunların 328’i Ermeni, 181’i Gürcü, 122’si ise Dağıstanlı, 169’u Yahudi imiş. Doğubeyazıt’ta ise hepsi Ermeni olan 14 işyeri varmış. Gümrü’de hepsi Ermeni olan 174 işlik… Bakü’de ise 214 Ermeni, 182 Azeri, 22 Yahudi, 50 Dağıstanlı usta varmış. Batum’da ise 31 Ermeni, 26 Dağıstanlı, 12 Rum ve 9 Yahudi usta…

Ustalara övgü

Osep Tokat’ın kitabı aynı zamanda bu ustalara övgü, onlara bir teşekkür… Onlar öyle gururludurlar ki, yaratıları ile çok da aksidirler… Öfkelidirler bazen de, bu dünyanın sanat ve yaratı karşısındaki sıradanlığından, ucuzluğundan dolayı…

Bu muhteşem kitaptaki koleksiyona bakarken, hayranlık duyuyorsunuz, hatta kıskançlık… Önünüzde geçmiş bir dünya hayat buluyor. İşte estetize edilmiş bir yaşam diyorsunuz. Onca olanaksızlıklar arasında bu zenginlik yaratılabilmiş, günlük hayatla buluşabilmiş ise, acaba bugün daha mı yoksullaştık diye düşünüyorsunuz.

Kitapta ilginç bir haber küpürü de yer alıyor. Geçenlerde kaybettiğimiz Yedikule Surp Pırgiç Hastanesi’nin Yönetim Kurulu Başkanı Setrak Tokat, Ermeni Müzesi açılışında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a, bir Ermeni ustanın yaptığı, gümüş kakma bir plaketi hediye ediyor. Bu hastane, II. Mahmut’un izniyle yapılmıştı, ‘Ermeni milletinin zor günlerdeki dayanışması’ nedeniyle, bir teşekkür olarak… Erdoğan, burada önemli şeyler söylemiş: ‘Anadolu’nun her hanesinde ‘bir Ermeni ustam vardı’ ifadesini duyarsınız. Edebiyatımız, mimarimiz, insani değelerimiz, ticaretimiz, türkülerimiz, mutfaklarımız iç içe geçti…’

Yazarın da belirttiği gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaratıcılıları doruk noktasına çıkan Ermeniler, özellikle Saray’dan önemli destek görmüşlerdi. Daha 1414 yılında Yeğyazar Kalfa Bursa’da Yeşil Cami’yi ve Yeşil Türbe’yi inşa etmişti. Kitapta Nevşehir’deki İbrahim Paşa Camii’ni de Sarkis Kalfa’nın yaptığını öğreniyoruz. Arzuman Kalfa ve daha nice diğer mimarlar…

Her mühürde Van

Evet, Osep Tokat’ın kitabı da ‘Ermeni ustamıza’ adanmış bir çalışma, onun için yazılmış bir kaside… Yaratan ellere bir övgü, Nazım’ın Ellere adanmış şiirindeki gibi…

Hele o mühürler, geçmişteki imzalarımız nasıl hayranlık yaratıyor bende, niye bir mührümüz yok artık diye dövünüyorum. Hemen bir mühür yaptıracağım kendime. Ne kadar estetik imzalardı onlar, bazen bir bakır işinde, bazen bir gümüş kemerde ya da bir tütün tabakasında onu yaratan ustanın mührünü bulursunuz ve o gizemli yaratıcıyı merak edersiniz… Neler yok ki, o tabakaların üstünde, Muş haritası mı, şimdi yitik olan manastırlar mı, İstanbul ve Van panoramaları mı, tuğralar mı, kuşlar mı, eski yandan çarklı gemiler mi, yılanlı tıp armaları mı, kitap ve silah muhafazaları mı, kemerler mi, fincanlar mı, plaketler mi, gümüş kakma bardaklar mı, kupalar mı, bardak altları mı, gerdanlıklar mı, yüzükler mi, envai çeşit takı mı… Neler neler… Ama hepsinde bir mühür var: VAN!

Osep Tokat bu mühürlerin yarattığı merakla yönelmiş zaten Van’a… Ve bir ilki gerçekleştirmiş, yok olan bir sanata hayat vermiş…

Van kendisiyle barışmalı

Osep Tokat, kitapta ilk Osmanlı Ansiklopedisi olan Şemseddin Sami’nin Kamus-u Alam’ından Van ile ilgili istatiksel verileri eklemekle iyi etmiş. Keşke bu kitabın bütünü yayınlanabilse, Osmanlının son dönemi ile ilgili çok değerli bilgilere ulaşılabilir. Kürt tarihçi, Mehmet Emin Bozarslan, Şemseddin Sami’nin bu ansiklopedisinin Kürt illeri ile ilgili bölümünü kitaplaştırdı. Keşke öteki bölümleri de yapsa idi. Şemsettin Sami’nin o zaman Maarif Nazırlığı tarafından yayınlanan kitabına göre, 1880’lerde Van kenti ve çevresinde 60 bin Ermeni, 61 bin Kürt ve Türk yaşıyordu. Kentte ayrıca Yezidiler, Yahudiler de vardı. Gegham Patan’a göre ise, bütün Van vilayetinde yaşayan nüfusun % 41.3’ü Ermeni, % 31.9’u Kürt, %18’i Asuri, % 7’si Türk, % 3’ü Yezidi, %5 i ise Yahudi, Çingene ve Kafkasyalılardı. Patan’a göre 207 bin olan tüm Vanlı Ermenilerin sayısı, Patrikhane verilerine göre ise, 1915 öncesinde 197 bin idi.

Van kenti artık kendisiyle barışmalı. Niye dünyadaki tüm Vanlılar, kentlerini ziyaret etmesin. Niye h‰l‰ insanların kendi anavatanlarını ziyaret etmesinden korkuluyor, niye orada çalışmak isteyen insanların önüne kökeninden dolayı bürokratik engeller çıkarılıyor, tek bir otele, tek bir eczaneye bile yaşama hakkı tanınmıyor? Gizli bir yasa mı var? Anadolu Anadolululara nasıl yasaklanabilir? Bu nasıl bir kafa?

Tüm Vanlıların kucaklaşmasının önünü açtığı için, bu çalışmasından dolayı Osep Tokat’ı kutlarım, kitabına yazdığı sön sözü yineleyerek: ‘Eğer geçmiş mirasımızı güvence altına almazsak, gelecekte hiçbir şeyimiz olmayacak’.

Başka zanaatlar da var

Kitap aynı zamanda bir Van kitabı olmuş, zengin fotograf ve gravür arşivi, haritalar ile… Kitapta Van’daki gümüşçülük yanında diğer meslek ve zanaatlar hakkında da bilgi veriliyor. Tarımsal aletler ve makine aksamı üreten fabrika ve dökümhanelerin sayısı 100’ün üstündedir, en büyüğünde 1500 işçi çalışıyordur, deri işlikleri, halıcılık vardır kentte, balıkçılık gelişmiştir. Van şarabı Avrupa pazarında nam salmıştır.

RAGIP ZARAKOLU 

http://www.gundemimiz.com/haber.asp?haberid=24967

Yorumlar kapatıldı.