İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Tek eksiği vatandaşlık

CELAL BAŞLANGIÇ 

Kapalıçarşı’da kürkçüydü dedesi Hrant Topakian. Aile meslekleriydi kürkçülük ve halıcılık. Dedesinin amcası Ohannes Topakian, padişah nişanlı bir Osmanlı paşasıydı. Değirmendere Amerikan Koleji’ni bitirdikten sonra New York’a gitmiş, Türkiye, İran ve Hindistan halıları, kilimleri üzerine araştırma yapmış, İran ve Venezüella devlet nişanları almıştı.
1942’de çok ağır bir Varlık Vergisi çıkarılmıştı Hrant Topakian’a. Her şeyini sattı. Yine de küçük bir eksiği kaldı. Doğru Aşkale’ye sürgün…
11 ay taş kırıp, toplama kampında yattı Hrant Topakian. Döndüğünde oğlu Dikran bile tanımamış babasını, “Kim bu sakallı adam?” diye sormuş.
Döner dönmez de “Ben Lübnan’a gidiyorum” demiş, “İsteyen gelsin.”
Annesi, babası, dedesi, babaannesi, kayınvalidesi ve daha uzak akrabalar bile takılmış Hrant’ın peşine.
Torun Hrantik, o yılların Lübnanı’nda koşulların ne denli güç olduğunu anlatırken İstanbul’la kıyaslıyor.
“Sen kalkıp Kumkapı gibi bir yerden gitmişsin. Lüferin var, Şişlispor’un var ayrıldığın yerde. Lübnan’da millet akşam saat altı oldu mu yatıyor. Lisan yok, meslek var ama para yok. Türkiye’den ayrıldığında iki yaşında olan babam Dikran liseyi Lübnan’da bitiriyor. Ama çok dayak yiyor. Çünkü Türkçe biliyor sadece. Ermenice bilmiyor. Çok çalışarak öğreniyor lisanı. Beyrut’ta mağaza, tabakhane, iş merkezi açıyor.”
Evlenecek çağa gelince “Ben İstanbul’dan kız alacağım diyor” babası Dikran. 1943’te ayrıldığı İstanbul’a 20 yıl sonra dönüp annesi Nadya’yla tanışıyor. Nadya’nın babasının adı da Dikran. Karadeniz kökenli. Kemençe çalıp Lazca konuşuyor. Kapalıçarşı’da Kuyumcular Derneği başkanı. Adnan Menderes’in, Süleyman Demire’in kuyumcusu. Pastanede bir limonata içip takıyorlar yüzükleri. Annesi Nadya piyano çalıyor. Evlenip Beyrut’a gelin giderken bir piyanosunu götürmek istiyor, o günün koşullarında o da gerçekleşmiyor.
Beyrut’un en gözde kürkçülerinin başında geliyor babası Dikran. Suudi Arabistan prenslerinin, Ürdün Kralı’nın çeyizlerini hazırlıyorlar. Hatta Ortadoğu’nun en bilinen çeyizcisi oluyorlar. Neredeyse her evlenecek olan zenginin ilk söylediği söz oluyor “Haydi Toprakianlara gidelim, çeyizimizi onlar yapsın.”
Hrantik’in çocukluğundan hatırladığı en belirgin unsur, dedesinin ve babasının hiç Türkiye aleyhine konuşmaması.
“Hiç kinle büyümedim. Mesela 24 Nisan’da Ermeniler yürür, biz katılmazdık. Evde hep Türk filmleri izlerdik. En çok da Kemal Sunal’ı beğenirdik. Eve 15 metrelik anten yaptırmıştık, TRT Çukurova’nın yayınlarını çekebilelim diye. Çevremizdeki Ermeniler çok kızardı bize ‘Türk propagandası yapıyorsunuz’ diye. O zamanlar yayımlanan Gün gibi, Günaydın gibi ga-zeteleri THY’nin hostesleri getirirdi bize. Evimizde baklava, suböreği eksik olmazdı. Tavukgöğsünü, ekmekkadayıfını annemin babası gönderirdi İstanbul’dan.”
Beyrut Amerikan Koleji’ni bitirir Hrantik. Çocukluk yıllarında sık sık İstanbul’a getirirler. Dönerken ağlar hep. Fenerbahçelidir ve Türkiye’de kalıp Can Bartu’yu seyretmek istemektedir.
İç savaşın ayak sesleri giderek yaklaşır Beyrut’ta. Babası fazla mal alır savaş çıkacak diye. Ancak savaşta yağmalanır mağazaları. Bir kısım kürk eve stoklanmıştır. “O kadar çok mal vardı ki” diyor Hrantik “Dört sene evdeki kürkleri satıp geçindik.”
İç savaş patlayınca herkes Kanada’ya, İsviçre’ye giderken Topakian ailesi İstanbul’a gelir. Bir sene bekler dönerler. Ama savaşın biteceği yoktur. Yine gelir, yine dönerler. 1983’e kadar bir mülteci gibi yaşar aile ve o yıl anayurtlarına ‘kesin dönüş’ kararı verirler. Geçici oturma izniyle Kapalıçarşı’da bir mağaza açar babası. Hrantik Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olmak için 1989’da başvuru yapar. Hâlâ başvurusunun sonucunu bekliyor.

Yurttaşlarına yardıma koştu
Yaşamının dönüm noktası ise 1999 depremi olur. “Gece yarısıydı. Televizyonda bir Ayhan Işık filmi vardı. Onu izliyordum. Ama o gün dehşetli bir sıkıntı vardı içimde. Dışarıda kavga çıktı. Onu gidip
ayırdım. Yatağa yattım her şey sallanmaya başladı. Radyoyu açtık. ‘İstanbul’un yarısı yok oldu’ diyordu. Ertesi gün televizyondan görüntüleri izledim. Büyük bir insanlık dramı yaşanıyordu. Bölgeye gidip bir Osmanı Ermenisi olarak yardım etmeye karar verdim. Arapçam, İngilizcem ve Ermenicem vardı. Bölgede hemen Amerikan askerlerinin çalıştığı kliniklere gittim. Tercüman olarak görev yaptım. Sonra ambulans şoförlüğü. Haftanın beş günü deprem bölgesinde yatıyor, hafta sonu eşimi görmeye geliyordum. Yıkanırken kendimden utanıyordum, onlar yıkanamıyor, ben yıkanıyorum diye. İzmit’ten Adapazarı’na, Düzce’ye kadar her yerinde bulundum bölgenin. Derince kampında ve proje geliştiren bir Amerikan şirketinde müdürlük yaptım. Halkla birlikte senelerce konteynırlarda yaşadım.”
Hatta daha sonra meydana gelen Doğu depreminde hasar gören, dedesi Hrant’ın sürgün yeri Aşkale’ye bile yardım malzemesi göndermiş. Kaderin cilvesi işte…
Depremden sonra herkes bölgeden çekilirken Hrantik çalışmaya devam etmiş. Hatta bu çalışmasını daha örgütlü yapmak, insanların bunu misyonerlik faaliyeti olarak değerlendirmesini engellemek için dernek de kurmuş. Başkanı olduğu Gönüllü Hizmetler Grubu Sağlık ve Sosyal Yardımlaşma Derneği. TC yurttaşı olmadığı halde dernek kurabilme yolu da 2003’te AB’ye uyum çerçevesinde yapılan yasal değişikliklerle gerçekleşmiş.

Köy köy, kahve kahve dolaşıyor
“Afet hazırlığını kimse yapmıyor” diyor Hrantik, “Arama kurtarma çok iyi yapılıyor, rehabilitasyon da iyi ama daha afet olmadan önce önlem almak diye bir şey yok. İstanbul’da, Düzce’de, Adapazarı’nda köy köy, kahve kahve dolaşıyorum. Eğitim için gerekli materyallerin bir kısmını Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu verdi. Geri kalanlarını cebimden satın aldım. Ben afet öncesi hazırlık eğitimini verebilmek için önce eğitim aldım. Amacım eldeki mevcut imkânlarla riskleri nasıl minimize edebileceklerini anlatmak insanlara. Hâlâ geziyorum bölgeyi. Ben artık deprem sonrasında ölü ve yaralı toplamak istemiyorum.”
Şu ana kadar 3 bin kişiye afet öncesi hazırlık eğitimi vermiş Hrantik. Ancak bunun yeterli olmadığı görüşünde.
“İstanbul’da depremde 3-5 bin yangın bekleniyor. Hiçbir itfaiye buna yetişemez. Oysa 250 dolarlık bir alet var. Bunu takınca, deprem sırasında elektrik, doğalgaz ve su anında kesiliyor. Bütün evlere takılmalı. Gerekirse doğalgaz şirketleri bunu aboneden taksitle yavaş yavaş kessin.”
Deprem bölgesinde Ermeni olduğu için kimse yadırgamamış Hrantik’i. Hâlâ daha gece yataklarında yattığı, yemeklerini yediği insanlarla sürüyormuş dostluğu; telefonlar, mektuplar geliyormuş…
Hrantik’in bir de önerisi var: “Kitlelere radyo ve televizyon aracılığıyla ulaşalım. Öncelikle de yoksul ve eğitimsizlere. Ben afet öncesi eğitimi herkesin sıkılmadan izleyebileceği, ünlü konukların katılacağı bir talk show’la vermeye hazırım. Televolelerden yarım saat kıssınlar yeter.”
17 yıldır TC yurttaşı olmayı bekleyen Hrantik Topakian kendi topraklarının insanlarını korumak için yurttaşlık görevi-ni fazlasıyla yerine getiriyor. Darısı diğer yurttaşların başına!

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=205681

Yorumlar kapatıldı.