Rum Patriği çocukken
“yuvama, saksıma, sabahıma, mıknatısıma gidiyorum.
Anamın sıcaklığına, kutsal baba evine gidiyorum.”
Patrik Bartholomeos, Lise II. Sınıf’ta iken, “Baba Evi” kompozisyonunda, evini, Palamas’ın mısralarına müracaat ederek böyle anlatmış. Kendi satırları ise şöyle:
“Baba evi, hepimiz için muhterem bir ev, kutsal bir yerdir. Bir insan nerede
olursa olsun, kaderi onu nereye sürüklerse sürüklesin, ruhunun gözleriyle,
baba evinin ona şefkatli bir anne gibi kucak açtığını, bağrına basmak için onu beklediğini görür.”
“Bir Patrik Çocukken” (Dimitros Arhondonis / Bizim Deniz Yayınları, 2006) adlı kitapta yer alan bu kompozisyon çok uzun, lâkin yerimiz dar… Patrik Bartholomeos’un küçük yaşta, tahsili için evinden ayrılışından bu yana, yuva hasretini daima yüreğinde taşıdığını yansıtıyor. Resmî ziyareti, Müslümanlar ve AB adayı Türkiye hakkındaki hasmâne beyanları sebebiyle soğuk karşılanan Papa’nın aksine, ev sahibi Patrik Bartholomeos’un sevecen kişiliğini de yansıtıyor.
Evet… Dimitros Arhondonis, Rum Patriği’nin asıl adı. İmroz / Gökçeadalı küçük Dimitrios, 1961’de, yani 21 yaşında, Heybeliada Ruhban Okulu’nun yüksek bölümünü birincilikle tamamladığı gün, vaftiz edilirken “Batholomeos” ismini alır.
Patrik Bartholomeos’un hayat hikâyesine âit tüm bilgileri, kitabın editörü Celâl Başlangıç’ın “İmroz’dan Dünyaya Açılan Gemi” başlıklı giriş yazısında bulmak mümkün. Kitabın sunumunu ise, “Takriz” başlığı ile Hüseyin Hatemi kaleme almış.
TÜRKİYE’de BİR “İLK”??
Bilmiyorum, Türkiye’de daha evvel bir Rum Patriği’nin okul sıralarında hazırladığı
kompozisyonlar neşredilmiş miydi? Patrik denince, biz sıradan insanların aklına, kara cübbeli papazların başı, şatafatlı kostümler içinde, ciddî hattâ asık bir suratla dolaşan, pek muhtemelen erişilmez bir adam gelir.
Oysa, yakınlarının ifadesiyle, Rum Patriği neşeli, hattâ muzip biri. Kompozisyonlarını okuyunca, ben daha ziyade kırılgan bir çocuk yüreği hissettim. Gökçeada’nın şimdilerde pek ıssız köy yollarında dolaşırken kapıldığım hüzün gibi… Oysa, Bozcaada daha neşelidir…
1950-51 ders yılı; 5. sınıf. Küçük Dimitrios köyünü anlatıyor:
“Köyümüz, İmroz Adası’nın köylerinden biri. Adı, Ayii Thedori ve Kastri Dağı’nın eteklerinde kurulmuştur. Köyümüzün bir kilisesi ile bir ilkokulu var. Çeşmeleri, dar sokakları ve beş kahvehanesi de var. Evleri taştan yapılmıştır. Köyümüzde çok zeytinyağı üretilir. 800-850 kişilik nüfusuyla adanın en büyük üçüncü köyüdür.
Başlıca ürünleri: zeytinyağı, peynir ve yündür. Köylüler dışarıdan buğdayla sanayi ürünleri satın alırlar. Köyümüzün geliri ağaçlardan, özellikle zeytinlerle badem ağaçlarından geldiği için, onlara zarar vermemeli, yenilerini dikmeliyiz.”
Kendinizi âniden çocukluğumuzdaki tarih-coğrafya-yurt bilgisi dersinde sandınız, değil mi? Bakın, Küçük Dimitrios –ben dahil bir çokları için- “kutsal ağaç” zeytin’in ehemmiyetini nasıl anlatmış:
“Zeytin ve Toplanması
“Zeytin ağacı Kuzey Yarımküresi’nde, iklimi ılıman olan ülkelerin denize yakın bölgelerinde yetişir. Nemli, kumlu toprakları sevmez. Kışları yapraklarını dökmez.Mayıs ayında çiçek açar, meyveleri sonbaharda olgunlaşır. Zeytin ağacı ikibin yıl kadar yaşar, çok yararlı bir bitkidir. İmroz’da, özellikle köyümüzde çok zeytin ağacı vardır. Zeytinler olgunlaştığında, köylüler ağaçların altına çarşaf sererler. Merdivenlere çıkarak zeytinleri dallarından koparırlar.Taneleri yapraklardan ayırdıktan sonra, ambarlarına kaldırırlar. Sonra da, zeytnyağı imalathanelerine götürürler. Orada, zeytinler ezilerek zeytinyağı çıkarırlar.”
İLK MUZİPLİKLER
1952-53 ders yılı; ortaokul 2. sınıf. Küçük Dimitrios gene köyünü, zeytinleri, verdiği bilgileri genişleterek, anlatmaya devam ediyor. Amma… Bu sefer, karşımızda, ufak ufak muzipliğe başlamış minik bir delikanlı var:
“Köyümüzün Betimlemesi
“Köyümüz İmroz’un altı köyünden biri, adı da Ayii Theodori. Nüfusu sekiz yüz kişi kadar. Kastri Dağı’nın eteklerinde kurulmuş. Altı kahvehanesi, altı bakkal dükkânı, bir ilkokulu ve iki kilisesi var. Ayi Yeorgios ile Hz. Meryem’in Vefatı kiliseleri.
Yakın çevresinde çok sayıda küçükkır kilisesi de var. İki yüz elli kadar evinin çoğu son yıllarda yapılmıştır. Toprağı bereketli, çevresi yemyeşil, her yanında çoğu zeytin meyce ağaçları dikili. Köyümüzün başlıca zenginlik kaynağı zeytindir. Daha küçük miktarlarda olmak üzere, tahıl, sebze ve yün de elde edilir. Köylülerin çoğu ziraat ve hayvancılıkla uğraşır. Kunduracı, tüccar, yapı ustası ve marangozlar da az değil.
Birkaç kişi arıcılıkla uğraşır.
“Köyümü çok sevmekle birlikte bir itirafta bulunmak isterim. İstisnasızbütün köylülerimiz kurnaz ve alaycıdır.”
AYİİ THEODORİ… DÖRT DÖRTLÜK KÖY!…
Küçük Dimitrios köyüne resmen âşık. Haksız değil; Gökçeada, Bozcaada / Tenedos gibi, bizim Ege’deki iki mücevher tanemizden biri. Doğaldır, Küçük Dimitrios o yaşlarda, tüm dünyayı Ayii Theodori’den ibaret zannediyor:
“Köyümüz ve Zeytin
“Köyümüz İmroz’un altı köyünden biridir. Ayii Theodorikyünün her şeyi dört dörtlük. Bol ahsul veren bereketli toprakları var. Başlıca zenginliği de nedir bilir misiniz? Zeytin, kutsanmış zeytin! Zeytin sâdece köyümüzün değil, bütün adanın en önemli ürünüdür. Zeytin, İmroz’un altınıdır. Bize, soframızda kullandığımız ya da tüccara satarak cebimizi parayla dolduran tane zeytinle zeytinyağını verir. Şimdi de size zeytin hasadının nasıl yapıldığını anlatayım.
“Zeytinlerin çoğu ekim ayının sonlarına doğru olgunlaşır. Kadınlarla köylüler sabahın erken saatlerinde hayvanları ve kanaviçeleriyle zeytinliklerin yolunu tutarlar. Bazıları yere çömelerek, bazıları da merdivenlere çıkarak, bütün gün boyunca bıkıp usanmadan yeşil serveti toplarlar. Öğleye doğru mola verirler.
Öğle yemekleri genellikle peynir, ekmek, zeytin ve sardalyedir. Köylüler akşama doğru, hava kararınca, zeytin ve kanaviçelerini hayvanlarına yükleyerek yorgun argın köylerine dönerler. Zeytinlerin toplanması iki ay kadar sürer.
Ocağa doğru köyün iki zeytinyağı imalathanesi çalışmaya başlar. Her yer mis gibi taze zeytinyağı kokar. Köylüler bahara doğru yağlarını satacaklar, kış boyunca kahvehanelerde harcayacak bol paraları olacak.”
Zeytinyağının mis kokusu burnuma kadar geldi, sanki… Zeytinle haşır neşir bir hayat ne hoş değil mi?
YAZ TATİLİNDE KAHVEDE ÇIRAK…
Küçük Dimitrios, köyün kahvecisi Hristo ile Meropi Hanım’ın üçüncü çocuğu. İsmini, bir yandan marangozluk yaparken beri yandan da sepet ören dedesinden almış. Aile yoksul… Hâl böyle olunca, babası da, tıpkı dedeleri gibi, kahvenin bir köşesinde berberlik yapıyor; fırsat buldukça da, tarla, bahçe ekiyor, zeytin topluyor.10 yaşında iken, yaz tatilini nasıl geçirdiğini anlattığı satırlar, o yoksulluğun içinde yaşadığı yalın mutluluğu yansıtıyor:
“Tatilimiz Nasıl Geçti??
“Bu yılki yaz tatilimi kahvehanede babama yardım ederek geçirdim. Sık sık temiz hava almak için bahçeye gidiyordum. Çiçek toplayıp iki buket hazırlıyordum.Akşama doğru köye döndüğümde, birini kahvehaneye, diğerini evimize götürüp birer vazoya koyuyordum. Bazen de keçilere giderek otlamaya çıkarıyordum. Gün batımına doğru keçileri sağdıktan sonra köye dönüyordum.
“Akşamları sık sık arkadaşlarımla oynamaya sokağa çıkıyordum. Hava kararana kadar oynadıktan sonra eve dönüyordum. Bazen oturup bir saat kadar ders çalıştığım da oluyordu. Bu şekilde günler günleri kovaladı, dört ay geçiverdi, tatilimiz de bitti.”
Siz şimdi, şu akşamları bazen bir saat ders çalışma hikâyesine inandınız mı? Bana, sene başında sırf öğretmene hoş görünmek için eklenmiş gibi geldi…
ÇALIŞKAN KUŞ
Kompozisyonların arasında minik pasajlar, mesel gibi aktarılan minik öyküler dikkati çekiyor. “Kuşla Su Şişesi” adlı masal, Küçük Dimitrios’un ileride -bilhassa lisan öğrenme hususunda- ne kadar çalışkan olacağının işaretlerini veriyor:
“Mevsimlerden yazdı. Çok susamış bir kuş su aramaya çıkmıştı. Ansızın, çok uzaklarda ekin biçen bir köylü gördü. Kuş, köylünün suyu olacağını düşünerek o tarafa doğru uçtu. Biraz bekledikten sonra, köylünün bir şişeden su içtiğini gördü. Köylü susuzluğunu giderince işine döndü. Kuş, büyük uğraşlardan sonra şişenin mantarını çıkarmayı başardı. Ancak, şişe yarı
yarıya boş olduğundan, kara kara nasıl su içeceğini düşünmeye koyuldu.
Sonunda, derdine şu çareyi buldu: Gagasıyla şişeye küçük taşlar atarak su seviyesinin şişenin ağzına kadar yükselmesini sağladı. Sonra da doyasıya su içerek susuzluğunu giderdi.
“Çalışkanlıkla bütün zorluklar aşılır.”
(Devam edecek…)
——————————————————————————–
Jülide Ergüder – 25 Kasım 2006, Cumartesi
Yorumlar kapatıldı.