İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Katoliklerle Ortodoksların ayrılığı

Roma ile İstanbul kiliseleri arasında nihai kopuş 1054 yılında meydana geldi. Papa’nın ve Patrik’in devam eden ziyaret sayesinde aralarındaki yaraları kapatarak kiliselerini birleştirebileceklerini düşünmek, en hafifinden bu iki kilisenin tarihini anlamamakla mümkün 

TURHAN KAÇAR 

Papa XVI. Benediktus’un ülkemize yapacağı ziyaretin amacı basında yer aldığı kadarıyla Katolikler ile Ortodokslar arasında yüzyıllardır devam eden ayrılığı gidermeye yönelik, bir katkı olarak ilan edilmiştir. Vatikan’ın resmi web sayfasında yayımlanan programa göre Papa, Patrik Bartholomeos’un yanı sıra, Ermeni ve Süryani kiliselerinin liderleriyle görüşerek, Doğu ve Batı Hıristiyanları arasında yüzyıllar önce açılan yaraları kapatmaya çalışacak. Papa’nın tedavi etmeye çalıştığı bu yaralar nasıl oluştu? Latin Katolik kilisesi ile Yunan Ortodoks kilisesi arasında yollar ne zaman ve nasıl ayrıldı?
Roma İmparatoru Konstantinus (306-337), 324 yılında eski Byzantion kentini, imparatorluğun problem alanlarına (Tuna ve Fırat sınırı) yakınlığından dolayı, yeni başkent olarak düzenlemeye karar verdiği zaman, muhtemelen farkında olmadan yeni bir kilisenin de temellerini atıyordu. Byzantion’dan Konstantinopolis’e dönüşen kent, resmi açılışının (330) üzerinden geçen elli yılın sonunda, 381 yılında İstanbul’da toplanan II. Genel Konsil’de kilise hiyerarşisinin yeniden düzenlenmesini talep ederek, daha önce hiyerarşide adı bile anılmaz iken, devletin desteği ile Roma’dan sonra ikinci sırayı aldı.

İlk ciddi ayrılık
Roma kilisesi ile İstanbul arasında ilk ciddi ayrılık burada başladı, çünkü Roma kilisesi bu gelişmeye sert tepki gösterdi. Dönemin Roma piskoposu Damasus, birden Roma’nın havari Petrus tarafından kurulma önceliğini ileri sürerek, gücünün devletin verdiği seküler desteğe değil, bu havariye dayandığını ve kendisinin ‘Petrus’un vârisi’ olduğunu savunmaya başladı. O zamana kadar havarilerle irtibat söz konusu olmamıştı. Roma kilisesinin gücünün kaynağı olarak işaret ettiği havari Petrus tarafından kurulma önceliği, çok bilinçli politik bir seçimdi, çünkü İncil’de (Matta 16.18), Hz. İsa ‘Ben de sana şunu söyleyeyim sen Petrus’sun ve ben topluluğumu bu kayanın (Petros Yunanca’da kaya anlamına gelmektedir) üzerine kuracağım’ demektedir.
381 yılındaki bu ilk çatlaktan yetmiş yıl sonra 451 yılında toplanan IV. Genel Kadıköy Konsili’nin benimsediği bir yasa, Roma ile İstanbul arasında açılan çatlağı daha da derinleştirdi. Bu konsil, Roma ile İstanbul kiliselerinin eşit olduğunu ilan etti. Roma kilisesi hem önceki İstanbul Konsili’nde alınan Bizans başkentinin ikinci sıraya yükselişini hem de Kadıköy Konsili’nde alınan eşitlik kararını hiçbir zaman tanımadı ve daha sonra İstanbul ve Roma arasında yaşanan kilise diplomatik girişimlerde, Roma kilisesi sürekli Yeni Roma’yı küçümseyerek kendisinin birinci kilise olduğunun altını çizmeye çalıştı. VI. yüzyılda, Roma ile İstanbul arasındaki ayrışmaya, bir de İstanbul patriklerinin kullanmaya başladıkları ‘ekümenik patrik’ unvanı da eklendi. Roma bu unvanı tanımayı reddetti. Ancak bu tür yaklaşımlar, Bizans başkentinde Roma karşıtlığını tırmandırmaktan başka bir işe yaramadı.

Balkanlarda iktidar kavgası
Başlangıçta hiyerarşi üzerine çıkan ayrılığın bir başka boyutu da Balkanlarda iktidar mücadelesidir. I. Theodosius’un (ö. 395), Roma İmparatorluğu’nun idaresini iki oğlu arasında paylaştırması, iki farklı bürokrasinin oluşumuna ve bunların da aralarında giriştikleri iktidar mücadelesine yol açmıştı. Balkanlar’ın paylaşımı daha o zaman da Doğu ve Batı bürokrasileri arasında problem olmuştu. Balkanlar’ın Roma ile İstanbul kiliseleri arasında problem haline gelişi böyle bir kökene dayanır. Kendi mahalli dilleri bir yana, erken dönemlerde de Latince ve Yunancanın etkisinde olan Balkanlar, özellikle Slavların Hıristiyanlaştırılmasından sonra, Latin ve Yunan kültürü arasında Katolik ve Ortodoks olarak bölündüler. Bir yanda İtalya’ya daha yakın olan ve Latincenin ve dolayısıyla Katolikliğin hâkim olduğu Hırvatlar, diğer yanda onların doğusunda yer alan Ortodoks geleneği benimseyen Sırplar. Sırplar ve Hırvatlar arasındaki bu ayrılık Bosna savaşı sırasında da görülmüştü.

Din ve disiplin
Papalık ile Patrikhane’yi birbirinden koparan faktörler sadece bunlar değildi. Aralarında dini ve disiplin konularında farklı yaklaşımlar da vardı. Kutsal Ruh’un ikili kökeni yani hem Baba Tanrı’dan hem de Oğul Tanrı’dan olması en önemli dini sorundu. ‘Ve Oğul’dan’ anlamına gelen Latince Filioque terimi etrafında dönen bu tartışmada, Latin kilisesi Kutsal Ruh’un ikili kökenini tanımasına karşın Ortodoks kilisesi bunu tanımıyordu. Bu Filioque terimi, aslında bir Frank bidatıydı ve 589 yılında toplanan Toledo konsilinde ilk kez benimsenmiş ve Batı’da tedricen yaygınlaşarak, nihayet 11. yüzyılın başında da Roma kilisesi tarafından resmi itikada dahil edilmişti. İstanbul kilisesi ise, bu terime, geleneksel inanç metninde yer almadığı için, şiddetle muhalefet ediyordu. İstanbul ile Roma’nın arasını açan bir başka dini ayrıntı ise, ökarist ayinindeki ekmek tercihi idi.
Roma kilisesi Hz. İsa’nın son akşam yemeğinde mayasız ekmek yediğini, dolayısıyla bunun tekrar edilmesi gerektiğini, İstanbul ise mayasız ekmeğin bir Yahudi âdeti olduğunu ve mayalı ekmeğin yenilmesi gerektiğini savunuyordu. Bu dini sorunların yanı sıra, Roma kilisesinin İstanbul’daki Ortodoks din adamı sınıfından bir isteği de sakal tıraşlarının yapılmasıydı. Bugün de, Katolikler ve Ortodokslar arasında en gözle görülür farklılık sakalda görülmektedir. Yunan kültür geleneğine yaslanan Ortodoks din adamları, Yunan filozofları gibi sakal bırakıyorlardı, çünkü sakal filozofça görüntünün sembolüydü. Öbür yandan, Latin kilisesi, Roma idari geleneğine dayanarak, temiz tıraşlı senatörleri taklit ediyorlardı. Bu olgu bile, Roma İmparatorluğu kiliselerinin doğu batı olarak bölünmesinin sadece politik bir vaka olmadığını, bu bölünmenin kültürel temelleri olduğunu göstermektedir.

Bulgar sorunu
Roma ile İstanbul kiliseleri arasındaki problemlere IX. yüzyılda Bulgarların Hıristiyanlaşması da eklendi. Bulgar kralı Hıristiyan olup bir yandan Bizans İmparatoru’nun adını yeni ismi olarak alırken, diğer yandan Roma kilisesi ile kapıları açık tutuyor ve Bizans’a karşı yeri geldiği zaman Papa vasıtasıyla Batı’dan destek bulmayı amaçlıyordu. Papa’nın Bulgaristan işine de müdahil olması, doğu ile arasının tamamen açılmasına yol açmıştı. Bunun yanı sıra, İstanbul’daki patrik seçimlerinde papaların onayına müracaat edilmesi, Roma ile olan ilişkilerde bir başka tartışma konusuydu, çünkü bazen papalar ile imparatorların tercihleri ters düşebiliyordu.
Böyle bir gelişme Photius şizması (ayrılığı) diye bilinen, 863 yılında Roma’nın yeni seçilen Patrik Photius’u tanımamasıyla ortaya çıktı. Buna mukabil, Photius’un da Roma’daki Papa’yı (o zaman Nicolaus) aforoz etmesi, önemli bir dönüm noktası oldu. Photius şizmasında ortaya çıkan gerginliğin bir nedeni de, İstanbul tarafından gönderilen Methodius ve Kyrillus adlı iki kardeşin Moravia misyonuydu, çünkü Papalık burada da kendi alanına tecavüz edilmiş gibi tepkisel bir tavır sergilemişti.

Bizans imparatorları
Kiliselerin ayrışmasına giden yolda Bizans imparatorları nasıl bir yaklaşım göstermişlerdi? İmparatorlar, iki kilise arasında hassas bir denge politikası izleyerek, zaman zaman İstanbul’daki patrikleri frenlediler veya Roma’nın üstünlük girişimlerini görmezden geldiler, çünkü imparatorlar, patriklerinin gereğinden fazla güçlenmesini de istemiyorlardı. Bizans imparatorlarının izlediği zikzaklı politika 1054 yılında yaşanan nihai kopuşa kadar devam etti.
Diğer yandan, Bizans İmparatoru’nun Papa’yı gözden çıkaramamasının bir nedeni de, Güney İtalya’da sahip olduğu üstünlüğü Papalığın desteğine borçlu olmasıydı. İmparatorların Roma kilisesine karşı tavırları özellikle IX. yüzyıldan sonra değişmeye başladı, çünkü Roma’daki Papa, artık sadece Bizans İmparatoru’nun himayesinde bir din adamı değil, aynı zamanda Avrupa politikasında etkili bir isimdi ve ihtiyacı olduğu siyasi gücü, buradan özellikle Karolenj Franklarından temin edebiliyordu. Bu noktada, Papa III. Leo’nun 800 yılında Frank Kralı Şarlman’a (Karolus Magnus) taç giydirmesinin, sadece sembolik bir olay olmadığı özellikle hatırlanmalıdır.

Kurucu havari
Photius şizmasıyla gerilen İstanbul-Roma diplomatik ilişkilerinde, Bizans başkenti kendisine dini gelenekten bir kurucu tayin ederek Roma ile olan bütün köprüleri nihayetinde atacağının işaretini vermişti. Photius hadisesi sonrasında, Bizans başkentinde, Patrikhane’nin atası olan Byzantion Piskoposluğunun kurucu havarisi olarak Andreas benimsendi. O zamana kadar hiçbir İstanbul patriği, kilisesinin kurucusu olarak bir havari aramamıştı, çünkü Bizans başkentinin en önemli argümanı devletin başkenti İstanbul’a nakledildiğine göre, dini başkenti de artık İstanbul oluyordu.
Kurucu havari olarak Andreas’ın seçilmesi, İstanbul açısından tam anlamıyla diplomatik bir hileydi, çünkü Andreas Yuhanna İncili’ne göre (1.40-44.), Hz. İsa’yı Petrus’tan önce tanımış ve kardeşi Petrus’u Hz. İsa ile tanıştırmıştı.
Böylelikle Andreas ilk havari olma önceliğine sahip oluyordu ve dolayısıyla onun kurduğu kilisenin de birinci kilise olması iktiza ediyordu. Hıristiyan gelenekte, kent kiliselerinin kurucu havari arayışının dinsel boyutu, Hıristiyan öğretinin kesintisiz devamlılığının ifadesiydi. Dolayısıyla, İstanbul kilisesi, sadece Roma ile girdiği politik yarışta değil, bunun yanı sıra Balkanlar’da ve Güney Rusya’da giriştiği misyonerlik faaliyetleri sırasında da böylesi bir gelenek çizgisine ihtiyacı vardı.

Kesin tarih
Farklı dini tutumlar, kültürel değerler ve imparatorların zikzaklı politikalarına, papaların ve patriklerin dönem dönem uzlaşmaz tavırları da eklenince, Roma ile İstanbul Kilisesi arasında nihai kopuş, 1054 yılında meydana geldi.
Dönemin İstanbul Patriği Mikhail Kerullarius’un fevri kişiliği ve Papalık temsilcisi Kardinal Umberto’nun kibirli tavırları bu bölünmede kuşkusuz etkili oldu, ama bölünmenin yolu zaten yukarıda sıralanan faktörler tarafından döşenmişti. Arkalarında tarihin bu kadar ağır yükü olan Papa’nın ve Patrik’in bütün bu farklılıkları bir yana bırakıp, bu ziyaret sayesinde aralarındaki yaraları kapatarak kiliselerini birleştireceğini düşünmek, en hafifinden bu iki kilisenin tarihini anlamamaktır.

Doç. Dr. Turhan Kaçar: Balıkesir Üniversitesi, Tarih Bölümü

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=205973

Yorumlar kapatıldı.