İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hristiyan dünyasını birleştiriyor

 
Vatikan resmi internet sitesinde Papa Benediktus’un Türkiye ziyaretinin kapsamı ve önemiyle ilgili yaptığı açıklamada, Papa’nın ziyaretinin pastoral, ökümenik ve diyaloğa yönelik bir açılım arz etmekte olduğuna vurgu yaptı.

Pastoral bir ziyaret olarak bu gezinin “kutsal kilise ülkesi” olarak adlandırdıkları Türkiye’nin Hıristiyanlık açısından ne kadar önemli olduğunu vurgulamayı amaçlamakta olduğu belirtildi. Gezinin dinlerarası diyaloğa yönelik amacı ve öneminin ise kilisenin ikinci Vatikan konsilinden itibaren yürüttüğü diyalog faaliyetleri bağlamında Müslümanlarla ilişkileri geliştirmek olduğu vurgulandı. Fakat bu üç husus arasında özellikle ikinci nokta ayrı bir önem taşımaktadır. Zira bununla Roma Katolik Kilisesi’nin ökümenik ya da evrensel bağlamda bir öncelik arz ettiğine ve diğer Hıristiyan kiliselerle ilişkilerin bu bağlamda geliştirilmesinin önemine dikkat çekilmektedir. Bu doğrultuda Papa Benediktus, Türkiye’deki Hıristiyan cemaatlerle görüşmeler yapacak, kardeş kilise olarak adlandırdığı Ortodoks kilisesi patriğiyle birlikte ayin düzenleyecek ve ayrıca Ermeni ve Süryani kilise temsilcileriyle bir araya gelecektir.

Papa’nın Ortodoks kilisesi patriğinin daveti üzerine Türkiye ziyaretini planladığı, ancak bu davetin ciddi sıkıntı çıkaracağı gerekçesiyle ziyaretin Cumhurbaşkanı’nın davetiyle gerçekleşmesinin bir ara formül olarak devreye sokulduğu bilinmektedir. Her ne kadar Papa, Vatikan devletinin başı olarak siyasal bir hüviyet taşıyor olsa da bu hüviyetin yalnızca göstermelik olduğu; zira onun gerçekte 1,3 milyarı aşkın Katolik’in lideri olarak dini kimliğinin daha önemli ve belirleyici olduğu bilinmektedir. Nitekim her ne kadar siyasal bir lider bir devlet başkanı sıfatıyla davet edilmiş olsa da Papa bu ziyareti aslında dinî bir lider olarak yapacaktır. Papa’nın ziyaret programına göz atıldığında onun programının yoğun şekilde dinî bir içerik taşıdığı açıkça görülmektedir.

Roma Katolik Kilisesi’nin Hıristiyanlık tarihinin başlangıcından itibaren kendisini Hıristiyan geleneğinin merkezi olarak gördüğü ve bu doğrultuda diğer bütün Hıristiyan kiliselerini ya da cemaatlerini kendi egemenliği altına almaya çalıştığı bilinen bir gerçektir. Bu nedenle olsa gerek, Hıristiyanlığın, Roma İmparatorluğu’nun resmî dini olarak algılanmasından itibaren Roma Kilisesi kendisini resmi din anlayışıyla özdeşleştirmiş ve kendi teolojik ve kilise yapılanması dışında gelişen her hareketi heresi olarak değerlendirmiştir. Antikite ya da ökümenik konsiller olarak adlandırılan ilk dönem konsilleriyle bütün ortaçağ konsillerinde diğer kilise akımlarına ve farklı teolojik yaklaşımlara yönelik alınan kararları bu bağlamda düşünmek gerekir. Havari Petrus’la Pavlus’un mirasını taşıdığı iddiasıyla Roma kilisesi erken dönemlerden itibaren İstanbul kilisesi üzerine egemenlik kurmaya çalışmış; ancak kendisini Doğu Roma ya da Bizans siyasal gücüne bağlı bir kilise olarak gören İstanbul kilisesi buna şiddetle karşı çıkmıştır. Nitekim siyasal anlamda ortaya çıkan ayrılıklar çeşitli teolojik ve liturjik farklılık noktalarıyla da desteklenerek iki kilise arasındaki uçurum büyümüş, nihayet 11. yüzyıl ortasında iki kilise arasındaki bütün köprüler atılmıştır. Ortodoks kilisesi gibi yine Doğu kiliseleri arasında yer alan Ermenilik, Süryanilik ve Nesturilik gibi akımlarla Roma Kilisesi arasındaki köprüler ise çok daha önceki dönemlerde, MS 5. yüzyılda atılmıştır.

Tarihin ilerleyen dönemlerinde Roma Kilisesi çeşitli yollar ve yöntemlerle bu ayrı ve kendisine aykırı kiliseler üzerindeki egemenliğini yeniden tesis etmek amacıyla çeşitli girişimlerde bulunmuştur. 1204’teki haçlı seferinde olduğu gibi zaman zaman şiddet ve baskıyla bunu tesis etmeye çalışmıştır. Zaman zaman da kiliseler arasında yakınlaşma ve birleşme söylemi içeren konsil kararlarıyla bunu sağlamaya çalışmıştır. Ancak bu yakınlaşma ve birleşme söylemi hiçbir zaman kendisini de hesaba çekerek kendi teolojik ve eklesiastik yapısını da masaya yatırma ya da öteki kiliselerle bir araya gelerek ortak bir noktada ya da çizgide buluşma anlamında olmamıştır. Bunun yerine öteki kiliseleri kendi bünyesinde absorbe etme hedefi her zaman göz önünde bulundurulmuştur. Ancak, genelde 18. yüzyıl aydınlamasına paralel olarak gelişen sosyal ve siyasal duruma ve özelde ise özellikle 20. yüzyılda yaşanan gelişmelere paralel olarak Katolik Kilisesi’nin diğer kiliselere yönelik tutumunda önemli bir değişim ortaya çıkmıştır. Katolik Kilisesi diğer kiliseleri absorbe etme ya da kendi bünyesine katmadan ziyade onlar üzerinde bir hami ya da bir ağabey rolüne bürünmeye başlamıştır. Bu doğrultuda diğer kiliselerle ilişkilerin geliştirilmesine ve tarihsel karşıtlıkların elden geldiğince yerini diyalog ortamına bırakmasına özen gösterilmiştir.

Bundan önceki iki Papa gibi Benediktus’un Türkiye ziyaretini de bu bağlamda düşünmek yerinde olacaktır. Benediktus’un ziyaretinin kuşkusuz -yegâne değilse bile- en önemli amaçlarından birisi başta Ortodoks Rum kilisesi olmak üzere Türkiye’deki Hıristiyan azınlık cemaatlerine destek vermek, dünya genelinde onların sorunlarına dikkat çekmektir. Henüz Türkiye ziyareti gerçekleşmeden ve Papa’nın vereceği olası demeçleri basına yansımadan bu amacın gerçekleşmesi yönünde hayli mesafe alınmıştır. Zira iki bini aşkın uluslararası medya ordusu günler öncesinden kamp kurdukları başta İstanbul ve Ankara olmak üzere çeşitli merkezlerden yaptıkları röportajlar ve haberlerle Türkiye’de yaşayan Hıristiyan azınlıklara yönelik çeşitli sorunlara dikkat çekmişler ve adeta Papa’nın yapacağı açıklamalara ortam hazırlamışlardır. Benediktus’un ziyaretinin bir başka nedeni de bu ziyaretle dünya Ortodoksları arasında Fener Patrikhanesi’nin otoritesine yönelik vereceği mesajdır. Bununla Papa, dünya Katoliklerinin lideri olarak Fener Patrikhanesi’ni Ortodoksların merkezi olarak tanıdığını ilan edecek ve bunu sorgulayan başta Moskova Patrikliği olmak üzere diğer Ortodokslara mesaj gönderecektir.

Bu bağlamda Papa’nın ziyaretinin diyaloğa yönelik amacı ve önemi gözden geçirildiğinde ziyaretle hedeflenen diyalog ortamının Müslümanlardan ziyade Türkiye’deki Hıristiyan cemaatlere yönelik olduğu aşikârdır. Esasen bu, Papa’nın çeşitli açıklamalarından ve tutumundan da anlaşılmaktadır. Zira İslam’a ve Müslümanlara yönelik hemen her fırsatta önyargılardan beslenen görüş ve yaklaşımları dillendiren ve ortaçağın hastalıklı İslam karşıtı tutumunu hâlâ sürdürüyor görünen Papa, Müslümanlarla sağlıklı bir diyalog ortamından hayli uzak görünmektedir. Belki de bu nedenle Vatikan, Papa’nın Türkiye ziyaretinin önemine yönelik yukarıda söz ettiğimiz açıklamalarında öncelikle diğer hususları vurgulamakta ve dinlerarası diyaloğa en son yer vermektedir.

PROF. DR. ŞİNASİ GÜNDÜZ – İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ

Yorumlar kapatıldı.