İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Gayrimüslimlere hakları verilmeli

‘Birilerinin sesini yükseltme zamanı gelmişti, değil mi?’ Türkiye gezisinde Hıristiyanların ve diğer gayrimüslimlerin hakları için sesini yükselten Papa 16. Benediktus’u izlerken, Hıristiyan veya Vatikan hayranı olmasa bile birçok Batılının aklından bu tür bir cümle geçiyordu.
Türkiye’nin Avrupa’da bir gelecek umudunu azınlık inançlarına dair tutumunda bir değişiklikle ilişkilendirerek Papa, Müslüman âlemiyle Batı arasındaki ilişkilerde ‘karşılıklılık’ talep eden giderek artan sayıdaki insanın yüreğine su serpti. Bu kişilere göre, Müslüman azınlıklar tarihsel olarak Hıristiyan kimliğe sahip ülkelerde serbestçe ibadet edebildiği için, Batı dünyası da haklı biçimde Müslüman ülkelerden Hıristiyanlarının ve tabii ki Yahudilerinin haklarına daha fazla saygı göstermelerini bekleyebilir.

Şeriata bile tabi tutuluyorlar
Bu sav şöyle devam ediyor: Suudi Arabistan’ın gayrimüslimlerin ibadet etmesini yasaklamasından İslamcılığın gücünün artmasından korkan Mısır’daki Kıptiler üzerindeki daha kurnazca baskıya kadar uzanan birçok şekilde, Müslüman ülkelerdeki gayrimüslimlerin hakları ihlal ediliyor. Nijerya ve Sudan gibi bölünmüş ülkelerde, Müslümanların çoğunlukta olduğu bölgelerde yaşayan Hıristiyanlar en sert şekliyle şeriata tabi tutuluyor. İran’da yaklaşık 300 bin Hıristiyan ve 300 bin Yahudi taciz, ayrımcılık ve resmi medyanın düşmanca propagandasına maruz kaldıklarını söylüyor; Bahai mezhebi mensuplarıysa daha da fazlasından mustarip.

Papa yanlış kişi
‘Karşılıklılık’tan söz etmek acımasız görünebilir. Batı, hiçbir ‘değiş-tokuş’ söz konusu olmadan, tüm dini gruplara prensipte eşit davranmak zorundadır. İslam âleminde yaşayan Hıristiyanların durumu çok daha kötü olsaydı bile, bu Batı’nın Müslümanlara kötü davranması için bir neden teşkil etmezdi. Fakat, Müslüman topraklarda yaşayan dini azınlıklar sadece kilise liderlerini değil, bütün Batılıları ilgilendirmeli. İnsan haklarını koruma prensibinin yanı sıra, dini çoğulculuk aşırılık yanlılarının İslam’la Batı arasında çıkmasını beklediği veya istediği ‘medeniyetler çatışması’na karşı bir kalkandır. Batı’da yaşayan yerleşik ve hukuka uyan bir Müslüman nüfusla, İslam âleminde mutlu ve güven içindeki dini azınlıklar, her yerin tek bir inanca veya kültüre ‘ait olduğu’ yaklaşımının tersini kanıtlar.
Fakat burada bir sorun var; Papa gibi kilise liderleri bunu kanıtlayacak konumda değil.
16. Benediktus’un Türkiye’de gördüğü gibi, birçok Müslüman Hıristiyan komşularının düşman Batılı güçler için çalışıyor olmasından korkuyor. Bu korku, Batılılar Doğu’daki dindaşları için lobi yaptığında daha da artıyor.

İş Müslüman aydınlara düşüyor
O zaman, Müslüman dünyasındaki dini azınlıkların ideal avukatı kim? Batı’da yaşayan ve bu yüzden de çoğu Müslüman ülkedeki muhafazakâr atmosferde mümkün olacağından daha rahat bir biçimde, kendi dinlerini özgürce yorumlayabilecek ve diğer inançlarla etkileşime girebilecek Müslüman aydınların da bu tartışmaya girmesi gerek. Bu kişiler dini hoşgörü kültüründen yararlanabildikleri için, İslam âlemindeki dincilere karşılıklılık ilkesinin yararlarlarını anlatabilmek açısından özellikle iyi bir konumda bulunuyorlar.

Osmanlı teokrasisi uygun değil
Papa’nın Türkiye’de öğrendiği gibi, Osmanlılar azınlıklarına bazı Hıristiyan rejimlere göre çok daha yumuşak davranıyordu. Fakat bu sistem idealleştirilmemeli ve kimse de bir yandan Hıristiyanlar ve Yahudileri korurken, bir yandan da onları ikinci sınıf vatandaş sayan geleneksel Müslüman teokrasisinin, modern bir devletin temelini oluşturabileceğini iddia etmemeli.
Bu modası geçmiş teokratik sistem, herkesin oy verme hakkına sahip olmasına ve insan haklarına dair ideallerin henüz öne çıkmadığı farklı bir dönemde bir amaca hizmet ediyordu. Bu sistemin bugünün dünyasında yeri yok ve daha çok sayıda Batılı Müslüman bunu söyleme cesaretini kendisinde bulmalı. (Başyazı, 1 Aralık 2006)

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=206147

Yorumlar kapatıldı.