İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Psikanalist yazar Piralyan:  Diasporadakilere psikanaliz gerekiyor

Ece Temelkuran

Piralyan, psikanalizin gerekliliğini şöyle açıklıyor: Çünkü çocukluklarında duydukları hikâyeler onları korkunç etkiliyor. Türklerin de bunları duymayı kabullenmesi gerekiyor. Her iki toplumun da travmatize olduğunu anlatan Helene Piralyan, ‘Ermeniler kendilerini kurbanlaştırdıkları için, Türkler de sürekli suçlandıkları için travma yaşadılar’ diyor

Ve Ermeni Diasporası konuştu – 5
FOTOĞRAFLAR: Yurttaş Tümer

Gerçekler üzerinde tepinmek ya da…
Ermeniler ve Türkler ilişkisinde, meselesinde en cesur olanlar şimdiye kadar “Gerçekler ortaya çıksın” dedi. Ben de diyorum, hikâyeler anlatılsın, 1915’te olup bitenlere ad konmadan önce orada ne oldu, insanlar ne tür hikâyelerden geçtiler anlatsınlar, insanlar dinlesinler, gerçekler üzerinde duralım artık diye. Ama önce Ermenistan’da, sonra Paris’te diaspora ile konuşurken artık başka bir şeyin daha söylenmesi, bir adım daha atılması gerektiğini düşünmeye başladım.
Üzerine basılacak, Ermenilerle Türklerin üzerinde birlikte durabileceği bir gerçeklik zemini olabilir mi? Hatta bir adım daha atalım:
Gerçek ortaya çıksa uzlaşabilecek miyiz?
Bir seçim meselesi galiba. Bizi küstüren gerçekler üzerinde tepinip durmakla, geçmişte olanın acısını tedavi etmek arasında bir seçim bu. Çünkü…
Dünyada tıpkı Ermenilerle Türklerin yaşadıklarına benzer acı olayları yaşamış olan toplumların barışması, uzlaşması için nicedir bir yöntem var: Hakikat Komisyonları.

Hakikat gerekli mi?
Güney Afrika’da siyahlarla beyazlar arasında, Sierra Leone’de iç savaştan sonra denendi bu komisyonlar. Başarılı da oldular. Aralarındaki husumeti gidermek için tarafların hiçbir şeyden korkmadan konuştuğu komisyonlar, insanlık tarihinde yeni bir yöntem yaraları tedavi etmekte. İşte bu komisyonlar için ve onlar üzerinde çalışan Priscilla B. Hayner, 2002 yılında bir kitap yazdı: Konuşulamaz Gerçeklikler: Hakikat Komisyonlarının Zorluğuyla Yüzleşmek (Unspeakable Truth: Facing the challenge of truth commissions). Hayner’in kitapta, Sierra Leone deneyiminden sonra sorduğu soru şu:
Uzlaşmak için hakikate ihtiyacımız var mı?
Hakikati anlatmak mümkün mü?
Ancak kim kime ne yaptı, bu anlatılırsa mı uzlaşabiliriz? Yoksa tam da bunu yapmak uzlaşmayı engeller mi? Hayner, barışma, affetme ritüelleri öneriyor kitabında. Sierra Leone’dekilerin hiç hakikati anlatmadığını, ama en sonunda bir törenle barıştıklarını ve yaraların artık onları yönetmesine izin vermediklerini anlatıyor.

‘Her çocuk yara alır’
İşte Paris’te ben de bunun üzerine şunu düşündüm:
Çocukluğumuzda aldığımız yaraların hesabını kimden sorarız? Artık o zamanki insanlar olmayan anne ve babalarımızdan mı? Hesap sormaktan öte yapmaya çalıştığımız çocukluk yaralarının sonuçlarını tedavi etmek değil midir büyüyünce? Her çocuk yara alır çünkü. Ve çocuğun hatırladığı gerçeğin ta kendisi olmayabilir. Ya da bizi yaralayan, bize yapılan şey değil, bizim ondan nasıl etkilendiğimizdir belki de. Yara oradadır, büyüyence yapabileceğimiz tek şey o yaranın bizi yönetmesine izin vermemektir.
Bu mümkün olabilir mi? Gerçeğin ne olduğu, kaç kişinin öldüğü, ne niyetle öldürüldükleri üzerine kavga etmektense uzlaşma isteğini ya da kavga yorgunluğunu karşılıklı kabul edip…
Çünkü yaralar geri döndürülemez aslında, ancak yaranın acısı tedavi edilir.
Bunları konuşmak gerek şimdi. Hep bir adım, bir adım daha ileri gitmeli.

***

“Sadece diasporada değil, Türk toplumu içinde de var bu hayaletler. Türkler de hayatlarının ve toplumlarının büyük parçasını kaybettiler.”
Psikanalist ve yazar Helene Piralyan’a, diasporadaki sert tavır sahiplerini, öfkeli hayaletlerin çocukları gibi gördüğümü anlattım. Çocukluklarında kulaklarına bir acılı fısıltı olarak bırakılan seslerin hâlâonlara acı çektirdiğini düşündüğümü… Piralyan da böyle dedi işte:
“Belki Ermenilerin hayaletleri, ama Türklerin de üzerinde yaşıyor ve onları da rahatsız ediyorlar.”

‘İki toplum da travmatize’
Nedim Gürsel’in yazdığı bir cümleden söz ediyor Piralyan, Anadolu topraklarında çok fazla ceset olduğu ve cesetlerin uzayan tırnaklarının topraktan çıktığı, ölülerin yaşayanlardan daha canlı olduğu üzerine bir cümle. “Bu kadar ölü varken” diyorum, “O zaman nasıl konuşacağız sizce?”
Piralyan, “Tam şimdi yaptığımız gibi” diyor, “Tarihsel ve siyasi konuların ötesinde psikoloji düzeyinde konuşmalıyız. Eksik bir yas çalışmamız var birlikte yapmamız gereken, onu tamamlamalıyız” diyor. Sonra Piralyan bu eksik bıraktığımız yas için diasporaya düşeni söylüyor:
“Diasporadakilerin çocukluklarına dair psikanalizden geçmeleri gerekiyor. Çünkü çocukluklarında duydukları hikâyeler onları korkunç etkiliyor. Türklerin de bu insanları duymayı kabul etmeleri gerekiyor. Çünkü dinledikleri, Türklerin içindeki bilinçdışı acıyı da ortaya çıkarabilir.”
Piralyan her iki toplumun da travmatize olduğunu anlatıyor:
“Ermeniler kendilerini kurbanlaştırdıkları için, Türkler de sürekli suçlandıkları için travma yaşadılar.”

‘Korku kadar da aşk var’
Piralyan’a malum yasayı soruyorum. O yasa da bu kurban pisokojisinden mi kaynaklanıyor acaba?
“Mutlaka. Diasporadakiler bu yasanın onları korkularından koruyabileceğini zannediyor. Çocukluklarında dinledikleri hikâyeler yüzünden psikolojik olarak kendilerini hâlâ tehlikede hissediyorlar.”
Fakat korku kadar aşk da var aslında. Diaspora tam da korktuğu ülkeye âşık. Piralyan diasporadaki Türk korkusunun çok somut olduğunu, tedavisinin yarım kaldığını, o topraklara duyulan aşkın da yarım bırakıldığını anlatıyor. Garip geliyor bir anda, yıllar yılı bütün politikaların, karşılıklı yapılan siyasetin bütün bu patolojiler üzerinde durması, yaraların bizi doksan yıl sonra da yönetmesi. “Kesinlikle” diyor Piralyan, “Bu yüzden analiz etmeliyiz zaten.”
Sonra kendi kişisel deneyimini anlatıyor:

‘Kendilerinden korkuyorlar’
“Ben de korkuyordum Türklerden. Ama sonra anladım ki Türklerden korkmuyorsunuz aslında, onlarla karşılaşmanın sizde uyandıracağı duygudan korkuyorsunuz. Farkında değiller, ama diasporadaki diyalog karşıtı insanlar aslında kendilerinden korkuyorlar.”
Tuhaf bir şeydir bu. İnsan korkularından ayrılmaktan da korkar. Korkularıyla belirlediği yaşamının altının boşalacağını düşünür iyileşirse.
Piralyan da buradan devam ediyor:
“Onlar bir düşmanları olmamasından korkuyorlar en çok.”

Diaspora bizimle konuşmuyor

Türkiye Kökenli Yurttaşlar Derneği Başkanı Metin Ümit, ‘Diaspora Türklerle bir geleceğe ihtiyaç duymuyor. Ermenistan’dan insanların bu birlikteliği diasporaya göstermesi gerekiyor’ diyor

“Kadın hakikaten korkuyormuş meğer!”
Metin Ümit gülerek söylüyor bunu. Paris’teki Ermeni bir kadının hâlâ Türklerden korktuğuna inanamayarak. Ve ekliyor sonra, “Çağırdık, toplantılarımıza geldi, gece eğlencelerimize geldi. Çok duygulandı sonra.”
Ümit, Türkiye Kökenli Yurttaşlar Derneği (ACORT) adlı bir örgütün yöneticisi. Eski solcu ağabeylerin köhnemiş sol geleneklerin sekterliğinden kurtulmuş bir dernek olarak, Fransa’da yaşayanların Fransa’daki hayata ve siyasete katılması gerekliliğini savunarak yaşayan bir dernek ACORT. Ama yine de “Başka bir dünya mümkündür” diyerek solda.
Metin Ümit de oradan bakıyor hem Türkiye’ye, hem de Ermeni meselesine:

‘Paris’te protesto yanlış’
“2001’de Ermeni ‘soykırımı’nı tanıyan yasa geçerken burada, Türkiye’de bu sayfaların açılması, tartışılması gerektiğine dair bir söylem tutturduk. Tamam, Türkiye’den tepki geldi. Ama buradaki diaspora da bizimle hiç konuşmak istemedi.”
Ümit, Türkiye’ye en çok zarar veren şeyin Paris’te yapılan “soykırım yalandır” gösterileri olduğunu söylüyor. Çünkü şöyle:
“Buradaki çocuklar belki de hiç bilmiyordur ne olup bittiğini. Ama göçmenliğin ve yoksulluğun getirdiği sıkıntılarla birikmiş bir öfkesi vardır. Gösteri oluyor diye gider, zaten bir şeylere, birilerine bağırmak istiyordur. Böyle gösteriler buradaki yoksulluk öfkesinden çok besleniyor. Fransa’da da bütün Türkler böyle düşünüyor zannediliyor.”
Ümit, son çıkan soykırımı inkâr edenleri cezalandıran yasaya ise kesinlikle tepki verilmesi gerektiği görüşünde:
“Fransa’da kolonizasyonun iyi yanları da olduğunu söyleyen yasa böyle kitlesel tepkiler sonucunda kaldırıldı. Bu yasa da kaldırılabilir aslında.”

‘Birliktelik gösterilmeli’
Türk mahallesinde bizi bir gezintiye çıkaran Metin Ümit’le niyeyse en çok bu mahallede bulunan siyahların berberleri önünden geçiyoruz. Onlarca berberde, yüzlerce siyah rasta ördürüyor saçlarını. Bir yandan da diasporayı anlatıyor Ümit:
“Diaspora Türklerle bir geleceğe ihtiyaç duymuyor. Ya da öyle gösteriliyor bize. Bu yüzden de Ermenistan’dan insanların gelip burada, Paris’te Türklerle konuşması ve bu birlikteliği diasporaya göstermesi gerekiyor. Diasporanın böyle yasaları kendi çıkarları için çıkarttığının, Türkiye’deki Ermenileri kurban ettiğinin, Ermenistan’daki Ermenileri önemsemediğinin gösterilmesi gerekiyor Avrupa’ya.”

YARIN
“Tabii ki Yeni Rakı canım, ne olacak?”
Çiftetelli Ermenico! 

http://www.milliyet.com/2006/11/20/yazar/temelkuran.html

Yorumlar kapatıldı.