İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Atatürk bugünleri görseydi

Etyen Mahçupyan
 
Geçenlerde yaptığı Yunanistan gezisi sırasında Genelkurmay Başkanı yine ilginç şeyler söyledi.: “Yaşadığımız dünyada ırkçılığa dayanan şey utanç vericidir… Türkiye bayrağı ile, toprağı ile bütündür. Dünyada yüzde yüz saf olan ülke yoktur… Türkiye ırk esasına dayalı cumhuriyet değil. Anayasamız yurttaşlığa dayalıdır.” Asker üzerinden siyaset mühendisliğinin halen revaçta olduğu bu ülkede, askeri hiyerarşinin en tepesinden böyle bir yorumun gelmesi yürekleri ferahlatabilir. Ama Genelkurmay Başkanı sözlerine şöyle devam etmiş: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran insanlara ‘Türk’ denir. Türkiye’yi kim kurdu? Türk de kurdu, Arap da kurdu, Çerkes de kurdu, Rum da kurdu…” İnsan bu cümleleri okuduğunda üzülmeden edemiyor. Türkiye’nin ideolojik açıdan hala aynı kıskacın içinde boğulup kalması; mantığı ve ahlaki duyarlılığı dışlayan bir söylemle gününü geçirmesi hiç hayra alamet değil. Önce işin ahlaki kısmına bakalım: Türkiye’yi kuranlar arasında Arapları, Çerkesleri, herhalde Yunanistan ziyareti nedeniyle Rumları sayarken, bir diğer önemli etnik kimlik nasıl olur da insanın aklına gelmez? Üstelik bunları söyleyen Güneydoğuda yıllarca hizmet vermiş, söz konusu kimliğin entegrasyonunda yaşanan başarısızlığı bir güvenlik meselesi olarak karşısında bulmuş bir devlet memuruysa… Ancak Kürt kelimesi nedense o an Genelkurmay Başkanının aklına gelmiyor. Belki de geliyor ama yine her nedense telaffuz edilmek istenmiyor. Oysa bilirsiniz bizde bürokrasinin böyle üst noktalarına gelmiş olanlarından ‘devlet adamlığı’ tavrı beklenir ve bu tavrın da en kritik özelliği toplumu kucaklama yeteneğidir. Devlet adamlığının siyasi bağlamda ‘ahlaki’ duruşundan söz edildiğinde, ülkeyi ve toplumu birliktelik içinde yarına taşıyacak bir vizyona sahip çıkması kastedilir. Kürt kelimesini ağzımıza almadan bir Türklük tanımlayıp, bunu da vatandaşlığın temeli olarak sunarsak, başkalarını ‘bölücülükle’ suçlayacak halimiz kalmaz.

Diğer taraftan Genelkurmay Başkanı’nın sözleri mantıksal bir yaklaşım karşısında da epeyce zorlanacaktır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran insanlara Türk deniyor denmesine de, kuranların bir bölümü zaten ‘Türk’ olarak zikredilmekte. Yani hem Cumhuriyet’i kuranlar arasında olduğunuz için ‘Türk’ olabiliyorsunuz, hem de bundan tamamen bağımsız bir biçimde etnik kimliğiniz nedeniyle. Bunun ne kadar ‘işlevsel’ bir bakış olduğunu iyi biliyoruz. Seksen yıldır devletin işine geldiğinde ve genellikle söylemlerinde birinci tanımı kullandığını; ama iş uygulamaya ve siyasi tercihlere geldiğinde etnik Türklüğe yaslandığına tanık oluyoruz. Burada da ahlaki bir kıstasın geçerli olduğu bir yana, salt mantık açısından bile ortada garip bir durum yok mu? Acaba Cumhuriyet’i kuranlar arasında yer alan ‘Türkler’ ile diğer Türkler arasında nasıl bir fark var? Bu iki Türk birbirine eşit mi? Bu durum vatandaşlığa nasıl yansıyacak? Nitekim uygulamada bu iki Türk’ün hiçbir biçimde eşit olmadığını, vatandaşlık içinde bir hiyerarşi yaratılmış olduğunu görmek zor değil. Dahası Yargıtay’ın gayrımüslim vatandaşları ‘yabancı’ saymasından anlaşılacağı gibi etnik Türk ‘ün ille de Müslüman olması gerekiyor. Devlet vatandaşı dinsel içerikli bir etnisite ile tanımlarken, bir de kalkıp kendisine ‘laik’ diyebiliyor… Bu durumda ‘Türkiye laiktir laik kalacak’ demek, gerçekte ‘Türkiye totaliterdir, totaliter kalacak’ demekten öte bir anlama sahip değil…

Genelkurmay Başkanı sözlerini şöyle bitirmiş: “Atatürk bugünleri görseydi çok üzülürdü, belki kahrından daha önce de giderdi.” Atatürk’ün bugünleri görseydi ne düşüneceğini bilmek mümkün değil… Ama umarım mantık ve ahlak açısından zaaf içindeki bu devlet ve vatandaşlık anlayışı karşısında gerçekten de kahır duyardı.

http://www.gazetem.net/emahcupyan.asp?yaziid=293

Yorumlar kapatıldı.