İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İlerleme Raporu üzerine düşünceler

AYDIN CINGI

8 Kasım 2006’da açıklanan ‘ilerleme raporu’ aslında çok bilinmedik yönler içermiyor. Öngörüldüğü üzere, kısa dönemde bir tren kazası yok; ancak, ortada, karşılıklı anlayış ortamı oluşturulamadıkça aşılması olanaksız sorunlar var.

Öncelikle raporun içerdiği haklı eleştirileri ele alalım. İnsan hakları konusundaki iyileştirmeleri hepimiz, esasen AB’den bağımsız olarak talep ediyoruz. Adli sistemde reform ve yolsuzlukla mücadele bizim de önceliklerimiz. Yurttaşlık hakları ve siyasal haklar, kadınlara ve sendikal örgütlenmeye dönük ekonomik ve sosyal haklar, azınlıklara ilişkin kültürel haklar, bizim de birincil sorunlarımız arasında. Bu bağlamda, ifade özgürlüğünün kısıtlanmasında kullanılmakta olan 301. maddenin demokratik anlayışla bağdaşır biçimde değiştirilmesini de, sol ve demokrat bir sivil toplum örgütü olarak, destekleyeceğimiz açıktır.

Ne var ki, AB’nin Kıbrıs konusunda Türkiye’ye karşı tutumu etik dışıdır. Ayrıntıları ilgili kamuoyu esasen biliyor. Bu alanda aydınlanma düşünürleri, çözüm arayışında adaletin esas olduğu yolundaki temel ilkeyi hepimize benimsetmişlerdi. Bir örgüte önce adım atmış olmak, bir takım formel hukuk yöntemleriyle, hak anlayışını altüst etmemeli. AB’nin tutumu, her türlü anlaşma ve uzlaşmanın temelini oluşturan ‘güven’ duygusunu zedeliyor.

Bundan üç yıl öncesinde, her dört Türk seçmeninden üçünün AB üyeliğini desteklemesine karşın, üç yıl sonra bugün her üç seçmenden ancak birinin AB üyeliğini destekliyor olması, işte bu yüzdendir. Türkiye’de AB normlarına uyulmasını bir ‘dayatma’ gibi kabul edip ille de ‘Biz bildiğimiz gibi yaşayalım’ diyen kesim marjinal bir uç ulusçu kesimdir. Geniş kesimler ise, Kıbrıs konusundaki haksız davranışı fark ediyor. Ayrıca, Türk halkının, bırakınız Ermeni sorununu, dünya kamuoyuna olur olmaz vesilelerle, Pontus ya da Süryani halklarını yok etmiş bir ‘soykırım uzmanı’ insan topluluğu gibi tanıtılmasını buruk bir istihza ile karşılıyor.

AB’nin monolitik bir sosyo-politik yapı olmadığını biliyoruz. Değişik kaynaklı korkularıyla yönlenen Fransa, Avusturya, Güney Kıbrıs gibi bazı ülkeler dışındaki AB ülkeleri bünyesinde Türkiye’nin üyeliğine olumsuz olduğu kadar olumlu bakan kesimler olduğunu da biliyoruz. Oysa, demografik düşüşü ve dinamizm kaybı süren Avrupa’dan bir tek ülkenin dahi bu yüzyıl ortasında dünyanın en büyük yedi ekonomisi içinde bulunmayacağını Türkiye’yi reddeden kesim bilmiyor. Avrupa’nın tutucu unsurları, geleceği, geçmişe bakarak hep eskisi gibi düzenleyebileceği kanısında. Kendini ‘biz/öteki’ düalizminden ve bu düalizmin ‘yukarıdan bakan tarafı’ olma rolünden sıyıramıyor. Aslında dünya çapında bir güç olabilme olanaklarını elinin tersiyle itiyor. Bu aşamada, kısa vadede tren kazasından, çok uzun vadede trenin yolda kalmasından söz etmek daha anlamlı olmalı.

Avrupa’nın orta vadede Türkiye dışında da sorunları vardır. Bunlar; ekonomik etkinlik ve istihdam, ortak bir asgari ücrette belirginleşen bir sosyal boyut, ortak bir dış politika ve savunma politikası, ortak bir çevre politikası, daha geniş bir bütçe ve yeterli kurumsal yapı gibi sorunlardır. Reddedilmiş bulunan anayasa taslağı, bir iki yıl içinde rötuşlanıp kamuoylarına sunulacaktır. Ancak şurası kesindir ki, tek tek AB ülkeleri çağın sorunlarıyla artık baş edebilme yetisinde değildir. Güçlendirilmiş bir AB mevcut globalleşme dalgasının getirdiği sorunlarla yüzleşmede en uygun araçtır. Avrupa, eğer tüm kesimleriyle bu gerçeği kavrayamayacak ve kendi içinde bütünleşip yeni açılımlarla zenginleşmeyi reddedecekse, dünyanın her geçen gün daha az ‘Avrupa merkezli’ olacağı fikrine kendini alıştırmalıdır. 

http://www.gundemimiz.com/haber.asp?HaberId=24147 

Yorumlar kapatıldı.