İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türkiye’nin üyeliğinin altından kalkamayız

Demokrasi ve özgürlük alanında ilerleme kaydedemeyen Türkiye’nin üyeliği AB’yi ölümcül biçimde zayıflatır. Türkiye, Avrupa tarihinin dışında olduğu gibi, üyeliği AB’yi Doğu’ya doğru iyice genişlemek zorunda bırakır

Frits Bolkestein 

‘Büyük tren kazası’ diyorlar; Türkiye’nin AB’yle üyelik müzakereleri çatırdıyor. Avrupa liderleri Aralık 1999’da Türkiye’ye aday statüsü verilmesi kararı aldı. Şimdiyse bazıları, belki de çoğu bu sözden dönmek istiyor.
Türkiye’nin üyeliği iyi bir şey mi olacak? Ülkede üyeliğe dair heyecan azalsa da, Türkiye açısından muhtemelen başına gelecek en iyi şey sayılacaktır. AB içinse kötü olacak. Neden?
Mevcut çatırdama Kıbrıs’la ilgili. Türkiye ne Kıbrıs’ı tanıyor ne de limanlarını ve havaalanlarını Kıbrıs gemilerine açıyor.
Bu durum kendi içinde bir gariplik yaratıyor. Eğer bir kulübe katılmak istiyorsanız, kulübün üyelerinden birini tanımazlık edemezsiniz.
Bir başka konuysa Ermeni soykırımı. Türkiye’de bu olayı ‘soykırım’ diye nitelemek suç sayılıyor; tıpkı, sonradan beraat etse de yazar Orhan Pamuk’un da başına geldiği gibi. Şaşırtıcı biçimde, Ermeni soykırımını inkârı suç saymanın teklif edildiği Fransa’da Türkiye’de ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlamaların bir benzeri yaşandı. Fakat Fransa’daki öneri yasalaşacak gibi görünmezken, TCK’nın 301. maddesi yeteri kadar gerçek.

Tek sorun 301 değil ki…
Kopenhag Kriterleri tüm AB üyelerinin demokrasi, insan hakları ve azınlık haklarını saymasını talep ediyor. Avrupa Komisyonu 2004’te, Türkiye’nin bu kriterleri üyelik müzakerelerinin başlatılmasına yetecek derecede karşıladığına karar verdi.
Ben buna tek karşı çıkan kişiydim.
Günter Verheugen’ın komisyonun genişlemeden sorumlu üyesiyken hazırladığı raporda, 21 bin 870 Türk’ün 2003’te Avrupa’dan siyasi sığınma talep ettiğine ve bunların 2 bin 127’sinin kabul edildiğine değiniliyordu. Yani, AB üyelerinin kendileri 2 binden fazla Türk’ün hükümetleri tarafından baskı gördüğünü 2003’te teslim etmişti. Mart 2005’te, Türk polisi kadınların Uluslararası Kadınlar Günü’nü kutlamak için düzenlediği bir gösteriyi şiddet kullanarak engellemişti.
Avrupa Komisyonu’nun bu hafta açıkladığı Türkiye’yle ilgili rapor,
özellikle işkence ve din, ifade ve toplantı özgürlüğü konusundaki eksiklikleri vurgulayarak tüm bu başarısızlıkları kınadı. Bunların bazıları şüphesiz aşılabilir; 301. madde değiştirilebilir, işkence durdurulabilir. Ama bazılarına bir şey yapılamaz.
Türkiye’de kilise ve cami eşit görülecek ve böylece gerçek din özgürlüğü sağlanacak mı? Azınlıklar kültürel özgürlüğe çoğunlukla eşit derecede sahip olacak mı? Kadınlara tıpkı erkeklere davranıldığı gibi davranılacak mı?
Bazıları, bu konularda üyelik sonrası ilerleme sağlanacağını söyleyecektir. Ben bundan emin değilim. Tersine, üyelik gerçekleştikten sonra tüm liberalleşme istekleri buharlaşıp gidecek.
Türkiye’nin temel kimliği nedir? Müthiş bir tarihi var. Ama bu Avrupa tarihi değil. Avrupa’nın tarihine, Hıristiyanlık, Rönesans, Aydınlanma, demokrasi ve sanayileşme gibi dev gelişmeler damga vurdu. Türkiye bu kalıba uymuyor. Burada, Türkiye’nin üyeliğine Hıristiyan olmadığı için karşı çıkmakla suçlanacağım. Kastettiğim kesinlikle bu değil. Fakat, siyaseten doğru olmak adına birçokları bunu reddetse de, Avrupa uygarlığının derin bir Yahudi-Hıristiyan mirası üzerine kurulduğunu inkâr etmek de neredeyse imkânsız.
Bazıları, İslamcı dalgayı sadece Türkiye’nin AB üyeliğinin durduracağını savunuyor. Fakat AB radikal İslama karşı bir siper oluşturan Türk ordusunun gücünü ve etkinliğini azaltmak istiyor. Avrupa ne yaptığını biliyor mu?
Ortadoğu’yla komşuluk demek Türkiye’nin üyeliğini reddetme gerekliliğinin en önemli nedeniyse, bu üyeliğin yaratacağı sonuçlar. Türkiye’nin üyeliğine izin verdiğiniz takdirde, Türkiye’den daha Avrupalı olan Ukrayna’yı reddedemezsiniz. Ukrayna’yı da Beyaz Rusya, Moldovya ve belki de Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan izleyecektir. Eski Yugoslavya devletleriyle birlikte bu, 40 üyeden oluşan ve doğuda Rusya, güneyde de Suriye, Irak ve İran’la komşu olacak bir AB demektir.
Türkiye’nin üyeliğini destekleyenler dış ilişkilere odaklanıyor. Bu meşru. Fakat öncelik AB’nin kendi içindeki uyumudur ve bu üyeliği savunanlar AB’nin nasıl işlediğini anladıklarını düşünseler de aslında anlamıyorlar.
Üye devletlerin uyum sağlaması zaten başlı başına zor. Türkiye üye olursa bu durum sadece kötüleşir. Eski Almanya başbakanı Helmut Schmidt şöyle demişti: “Türkiye’nin üyeliğinin altından kalkamayız.” Haklıydı.
Bu üyelik AB’yi ölümcül bir biçimde zayıflatır. Fakat bu belki de Britanya hükümetinin işine gelir, özellikle de Gordon Brown tarafından yönetileceği zaman. (Eski Avrupa Komisyonu üyesi, 10 Kasım 2006)

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=204189

Yorumlar kapatıldı.