İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Sadece utanç ve özür…

Geçen haftaki yazımda (“Tanrıça İnanna’nın rahibeleri ya da tarihsel hesaplaşma alanı olarak hukuk”) ciddi bir hata yaptım. Daha doğrusu hata yaptığımı okurlar sayesinde farkettim. Sümerolog profesör Muazzez İlmiye Cığ’ın yargılanmasını, Türkiye’de hukuk vasıtasıyla tarihle yapılan hesaplaşmanın bir sonucu olarak, yani belli bir tarih anlayışını mutlak kılmak için, 301’den yargılanan aydınlara yapılan hukuki baskılarla paralellik içinde değerlendirmiştim.

Basındaki bir çok haber ve bu konuda yazan bir çok yazar gibi…

Adeta hep beraber Muazzez İlmiye Çığ’ın başka yazdıklarını görünmez kıldık. “Sümeroloji” biliminin modern dili (“Kadınların başını örtme geleneğinin, Sümer tapınaklarında genel kadınlık yapan Sümer rahibelerine dayandığı”) Çığ’ın sahip olduğu başka bir dili görünmez kıldı.

Yeteri kadar araştırıp, incelemeden; sadece gazete haberlerine dayanarak yazdığım için utanıyorum ve özür diliyorum…

Allah’tan dikkatli köşe yazarları var, Hürriyet’ten Ahmet Hakan gibi… Ve Allah’tan dikkatli okurlar var, bana Hakan’ın yazdıklarını aktaran Ömer Tulgan gibi…

Ahmet Hakan, 1 Kasım tarihli, “92 yaşındaki kadın neden yargılanıyor” başlıklı köşe yazısında şunları yazmış:

“İşin doğrusu şudur. Muazzez İlmiye Çığ, “Vatandaşlık Tepkilerim” adlı bir kitap yazmıştır. Bu kitap, Doğu Perinçek ve arkadaşlarının kitaplarını yayımlamakla ünlü Kaynak Yayınları tarafından yayımlanmıştır. Çığ, kitabında şu cümlelere yer vermiştir: ‘Madem ki dinimizde imam nikahı ile seks doğal görülüyormuş… O zaman gizli yerlerde değil, eski mabetlerde olduğu gibi, camilerde birer aşk odası konsun. İsteyen gidip orada bir imam nikahı ile seks yapsın. Böylece hem camiye gelir olur, hem de imam para kazanır. Canı seks isteyen kadınlar ve erkekler orada imam nikahı ile kendilerine göre veya şeriata göre yasal seks yaparlar.’” Öncelikle bu yazılanları bilimle bağdaştırmanın mümkün olmadığını, daha doğrusu bilimle alakalı bir mevzu olmadığını ortaokulda “sosyal bilimler” benzeri bir ders alan bir öğrenci de bize söyleyebilir… Yani dava konusunun bilimsel bir araştırmayla ilgili olmadığını herhalde aklı biraz başında olan herkes teslim edebilir.

Ama nasıl bir kamuoyu, nasıl bir “kamusal alan”dır ki bu memleketteki, “bir” yorum, “tek bir yorum” bütün neredeyse herkesi kuşatıyor? En

iyisi Ömer Tulgan’ın gayet soğukkanlı biçimde yazdıklarını aktarayım:

“Eğer bu doğru ise, kanaatimce yazılan yazının içeriği, hoşgörü ilkelerini çiğnemek bir yana, her türlü toplumsal adabın ötesinde niteliktedir. ister dindar, ister ateist olsun, aklı başında hiç bir insan böyle bir kışkırtıcı yazıyı kabul edemez. Yine de, bu kışkırtmanın müeyyidesi hukuki olamaz, olmamalıdır… ‘Bunun müeyyidesi ahlaki olmalı, yazının sahibi katiyyen mahkeme huzurunda değil, ama kamu vicdanında mahkum edilmelidir’ diyeceğim, ama… doğrusu ona da elim varmıyor: linç kültürünün kutsandığı bir toplumda hukuk kuralları ötesi bir kamu vicdanına çağrı yapmak da bir başka sorun…

Siz bir çözüm görebiliyor musunuz Allah aşkına?” Ben de pek çözüm göremiyorum; ama Ahmet Hakan’ın formülü oldukça aklıma yatıyor:

“Bari en azından ‘Muazzez hanım çok ayıp etmişsiniz çok’ diyebilelim de ‘camiyi geneleve benzetmenin’ en azından böyle bir bedeli olsun…

Bu arada Türk siyasal tarihinin en önemli kişiliklerinden biri olan Bülent Ecevit’e Allah rahmet eylesin; eşinin, yakınlarının ve sevenlerinin başı sağolsun… Cenazesinden faydalanmak isteyenlere karşı, gerçekten onu sevenlere Allah sabır versin…

http://www.gazetem.net/fkentelyazi.asp?yaziid=297

Yorumlar kapatıldı.