İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Varolmanın dayanılmaz gayrimeşruluğu

Fransa’da Ermeni olmak, Türk olmak, Türkiye’de Ermeni olmak, Türk olmak… 

SAMİM AKGÖNÜL

Strasbourg- Azınlık yaratılır, kendiliğinden doğmaz. Ya önce sayısal olarak azlaştırılır bir grup, katliamlarla, sürgünlerle, mübadelelerle ve daha sonra kalanlar hakim grup tarafından azınlıklaştırılır, ezilir, haklarından mahrum edilir ya da bir grup kaçar bir memleketten, savaşlardan, baskılardan, fakirlikten, katliamlardan. Ve gelinen memleketin ‘sahipleri’ tarafından azınlıklaştırılır, ezilir, haklarından mahrum edilir. İki durumda da, çoğunluk, toprak parçasında meşru hakkı, her hakkı olduğunu düşünen topluluk, azınlığı, az olanı, orada eğreti görür. Ve çoğunluk azınlıktan sürekli sadakat belirtisi ister, ispat ister, hatta kendi bireylerinden istemediği kadar sadakat bekler. Ta ki azınlık çoğunluğun isteğine uyup kendi kimlik imlerini bırakana kadar. Ama gene de yaklaşamaz çoğunluğa. Çünkü yakın başkalık, yakındaki başkalık çok korkutur çoğunluğu, gayrimeşru saydığı bireyleri içine almak istemez, kaybolmaktan korkar, bozulmaktan, dejenere olmaktan. Ve istifler kendine yaklaşanları, iter azınlığın içine, azınlık artık kabul etmese de.

Azınlık değiller
Ermeniler Fransa’da azınlıktadırlar ama artık azınlık değiller, çünkü Fransa’da varolma meşruiyetini sonunda elde ettiler. Bu meşruiyet iki günde de elde edilmedi Marsilya’da ezildiler, Lyon’da ezildiler, Paris ve çevresinde ezildiler. Varolmak için tutunacak dalları fazla yoktur. Her azınlık gibi iki bacağa yüklenirler: Dil ve din. Ama bu iki bacağın basacağı zemin, yani anavatan, hayali de olsa bir anavatan yoktur. Sovyet Ermenistan’ına Stalin’in sirenlerine kapılıp gidenler kös kös geri döndüler. Anavatan belki Türkiye’dir ama bunu da kendilerine itiraf etmek zordur. Fransa Ermenilerinin Ermeniliklerini taşıyan anavatan ‘soykırım’dır. Bu kelime, bu hafıza, bu trajedi anavatan oldu ve olmaya da devam ediyor. Nasıl İsrail siyonizmin yaratılması gereken ütopyasıysa, soykırım da Ermenilerin yaratılması gereken ütopyasıdır, ‘yoksa yokuz’u. Üstüne basılan zemin. Milletler zaferlerin üzerine inşa edilirler, kahramanlıkların, kazanımların. Ama bir o kadar da kayıpların, travmaların, trajedilerin üzerine. Bu Türkler için de geçerlidir, Ermeniler için de, Yunanlılar için de geçerlidir, Fransızlar için de.
Artık Ermeniler Fransa’da azınlık olmadıkları için, toplumun meşru parçası olarak görüldükleri için Fransız toplumu, bilgili ya da bilgisiz, art niyetli ya da hümanist, bu parçayla kader, dava birliği yaptı. Fransız Parlamentosu’ndan çıkan komik, ironik yasa sadece güncel, seçim yatırımı değildir, toplumun içine işleyen bir inancı temsil eder.
Fransa’da Türkiyeliler de vardır, kendilerini Kürt kabul edenler, Türk kabul edenler. Sayıları aşağı yukarı Ermenilerle aynı, 500 bin civarında. Ama Fransa’da Türkler hem azınlıktadırlar hem de azınlık. Çünkü varlıkları çoğunluk tarafından kabul edilmedi henüz. Çifte eğretidirler çoğunluğun gözünde, zira bir yandan Türktürler, -Türküm demeseler de- çoğunluğun gözünde Türktürler ve Fransız kamuoyunda Türklük Avrupa kimliğinde gayrimeşrudur. Müslümandırlar diğer yandan, Müslüman olmasalar da, Müslümanım demeseler de Müslümandırlar ve Fransız kamuoyunda, Batı kamuoyunda Müslümanlık Batı kimliğinde gayrimeşrudur. İşte bu yüzden de Türkler, Türkiyeliler Fransa’da azınlıktır, meşruiyetlerini henüz elde edemediler. Çünkü Fransız ulus-devleti bir tepki dönemine girdi. Bu tepki ulus-devletin kaybolmasından, mengenenin iki ucu arasında ezilmesinden duyulan korkudan doğan bir tepkidir. Bir taraftan ulus üstü kurumlar Fransa egemenliğini tırtıklıyor hissi var, -ki Avrupa Anayasası projesinin reddi bu korkudan doğdu, diğer yandan ulus altı öğeler, bölgeler, azınlıklar, cemaatler teker teker kısmi özerklik istiyor, hak talep ediyor ve yavaş yavaş elde ediyorlar. Ulus-devlet savunma söylemini geliştirir, Fransa içindeki bütün sosyal sorunlar bir taraftan Avrupa komisyonuna yüklenir ve Avrupa fikri günümüzde Fransa’da ‘moda’ bir fikir değildir, diğer taraftan bütün sorunlar, işsizlikten emniyetsizliğe, emeklilik yaşından sosyal sigortaya bütün sorunlar etnikleştirilir ve hatta dinselleştirilir. Ve bu söylem azınlık yaratır. ‘Azınlık olmasın’, ‘azınlık yoktur’ söyleminin altında azınlık yaratıyor. Milliyetçilik Türkiye’de olduğu gibi Fransa’da da, aynı şifrelerle, aynı kurallarla yürürlükte, yürüyor. Çünkü sınıfsız ulus yaratma iddiası, çekmeceli toplum yaratma felaketine yol açıyor. Milliyetçilik globalleşirken, demokratlık, sosyal demokratlık, hümanist demokratlık glokalleşiyor, küresellikten çıkıp yerelleşiyor, hümanist soldayım diyen siyasi akımlarda bile haklar konusunda, egemenlik konusunda, yerel söylem, yerli söylem küresel söylemin yerini alıyor.

Kaderler aynı
Halbuki Fransa’daki Türk bakkalla, Ermeni bakkalın ve Fransız bakkalın kaderi aynıdır. Halbuki Türk işçiyle, Ermeni işçinin ve Fransız işçinin kaderi aynıdır. Halbuki çoğul aidiyet, hem Fransız hem Ermeni olmak, hem Fransız hem Türk olmak, hem Türk hem Kürt olmak, hem Türk hem Ermeni olmak insanın doğasında vardır. Hâlbuki kimlik dil gibidir, sünger gibi emen, alan, veren, senkretik. ‘Hâl’in Arapça, ‘bu’nun Türkçe, ‘ki’nin Farsça olduğu gibi. Halbuki. Bireysel kimlik tek tanrılı din gibi kıskanç değildir. Hem Hıristiyan hem Müslüman olabilmeyi kabul etmez, edemez dogma. Milliyetçilik de hem Türk hem Ermeni olmayı, hem Fransız hem Türk olmayı kabul edemiyor. Halbuki!
Revaçta olan Türk, Fransız ya da Ermeni olmak değil, bir şeyin ‘ci’si olmak, Türkçü olmak, Ermenici olmak, Fransızcı olmak. Bu Türkiye’de de geçerli. Birbirlerine nanik yaparak Türkiye’deki Türkçüler ve Fransa’daki Fransızcılar aynı yoldan gidiyorlar. Sarkozy, De Villiers, Le Pen rüzgarında Fransa’da Fransızcı olmayan Fransız olmak zor. Ama varlar, bazıları Fransız, bazıları Türk, bazıları Ermeni. Daha çok beraber olacaklar, olmalılar. Fakat ‘ci’ler azınlık yaratıyorlar. Azınlık yoktur diye bağıra bağıra. Ve yarattıkları azınlıklara grup haklarını vermiyorlar.
Türkiye’de bir Ermeni azınlığı var. Hukuken azınlık oldukları için değil, azlaştırılmış ve azınlıklaştırılmış oldukları için. Ve Türk kamuoyunda Ermenilerin varlığı gayrimeşrudur, eğretidir, olsa olsa müsamaha edilmektedir. Hak vermek, kimlik savunmak, başkalık savunmak tehlikelere yol açar diye düşünülür. Şimdi bunu verirsek ileride şunu da isterler denir. Bir “biz” vardır bir de “biz olmayanlar”, bu konuda en ufak bir şüphe bile yoktur, tartışılması yasak düşünülmesi dahi tehlikelidir.
Ve Türkiye Ermenileri, Fransa Ermenilerinin kendileri için yarattığı kavramsal ‘anavatan’dan yoksundur. Çünkü yasaktır. Nasıl Fransa’da Ermenilere soykırım vardır demeyi yasaklamak komikse, nasıl Fransa’da Türklere soykırım yoktur demeyi yasaklamak iğdiş ediciyse. Türkiye’de de vardır, yoktur, biraz vardır vs. demeyi yasaklamak o kadar anlamsız. Bu yol aynı yol, paranoyanın globalleşmesi. Düşüncenin glokalleşmesi.
Türk Ceza Kanununun 301. maddesi Türklüğe hakareti cezalandırıyor, neyin hakaret olduğunu belirtmeden. Madem Türkiye vatandaşı Ermeniler vardır, Rumlar vardır, Kürtler vardır, o halde aynı madde Ermeniliğe hakareti, Rumluğa hakareti, Kürtlüğe hakareti de yasaklamalıdır, ki bunun sonu yoktur. Ya da söz serbest bırakılmalı, bireylere ve gruplara güvenilmeli. Devlet Bahçeli, Deniz Baykal, azıcık da ucundan son zamanlarda Tayyip Erdoğan’ın rüzgarında Türkiye’de Türkçü olmayan Türk olmak zor. Tıpkı Fransa’da gibi. Ama varlar, Türkçü olmayan Türkler de var, Kürtçü olmayan Kürtler de, Ermenici olmayan Ermeniler de. Ve Fransa’da olduğundan daha çok beraberler, kader birliğini anlamış bir yürüyüşteler. Grupların haklarını savunmanın bireyleri silmeyeceğini anlamış bir duruştalar. Ve birey özgürlüklerinin grupları yok etmeyeceğini. İşte bu işbirliğinden, Türkiye de toplum millet sisteminden özgürlükçü demokratlığa geçebilir. Fransa -şimdilik- tam ters yolda.
SAMİM AKGÖNÜL: Öğretim görevlisi 

http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=6386

Yorumlar kapatıldı.