İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Benim sevgili Ermeni eniştem

Ertuğrul Özkök

KÜÇÜK bir Ermeni hikayem var.Daha doğrusu benim değil, yazar Ayşe Kulin’in.

Gerçek bir hayat hikáyesi.

Biz Türkler Ermeni meselesine nasıl bakarız?

Farklı farklı.

Çünkü, bir bölümümüzün hayatında hálá böyle insanı ağlatan, düşündüren hikáyeler var.

Tıpkı Ayşe Kulin’in Ermeni eniştesi gibi.

Bugün köşemi, Ayşe Kulin’e, daha doğrusu onun “Sevgili Ermeni eniştesine” bırakıyorum.

* * *

“Biz Ermenilere soykırımı uygulamadık. Bunu, hem tarihi iyi incelediğim için hem de eniştemden dolayı biliyorum.

Eğer Ermenileri: Doğu illerimizi işgal etmiş olan Rus askerlerine yataklık yapmalarını, Rus üniformaları giyerek bize karşı savaşmalarını önlemek için sürgüne yollayacağımıza öldürmüş olaydık, ben, sevgili eniştemi hiç tanımayacaktım.

Ermeni olaylarını onun ağzından dinleyemeyecektim.

Masum Ermenilere çektirdiğimiz derin acıları belki de hiç bilemeyecektim. Çünkü, bir akşam ailece akşam yemeği için masa başına toplandıkları sırada, jandarma ani bir baskınla evlerine dalarak, babasını ve amcasını alıp götürdüğünde çocuk yaşta olan eniştem, ileriki yıllarda, bana o gecenin dehşetini nakledemeyecekti.

Soykırımı gereği öldürülmüş olacaktı. Ben de büyük teyzem ile eniştemin geleneklere, ailelerine ve yıllara meydan okuyarak asla vazgeçmedikleri büyük aşklarından esinlenip, NEFES NEFESE adlı romanımı onların aşkı etrafında öremeyecektim.

* * *

Eğer Türkler soykırımı uygulamış olsalardı, eniştem, kardeşleri ve annesiyle birlikte, Merzifon’daki evlerinde bir akşam vakti kurşunlanmış olacaktı.

Evin erkeklerinin hoyratça yuvalarından kopartılmalarından bir süre sonra, evin kadınları sahip oldukları mülkleri aceleyle satıp, çocuklarıyla İstanbul’a gelmeyeceklerdi.

Bir süre Gedikpaşa’da bir kilisenin bahçesine kurulmuş sahra yataklarında barınmayacaklardı.

Annesi oğlunu, bulundukları semtteki Gedikpaşa Amerikan Mektebi’ne burslu öğrenci olarak yazdırmayacak, oğlu da, o okulda okumakta olan Maliye Nazırı Reşat Bey’in kızı ile tanışmayacaktı.

Böylece anneannemin küçük kız kardeşi Sabahat Reşat ile Aram Balayan’ın aşkı filiz vermeyecek, yaşamları bambaşka mecralara akıp gidecekti.

Eğer üzerimize yapıştırılmak istenen ’soykırım’ yaftası doğru olaydı, eniştem çoktan öldürülmüş olacağı için, anneannemin babası Reşat dedem, kızı bir Ermeni’yi sevdiğinden dolayı intihara teşebbüs etmeyecek, aile bir skandalla sarsılmayacak, teyzem Kıbrıs’a sürgüne yollanmayacaktı.

Eniştemin ailesinde de büyük acılar yaşanmayacak, ailesinin tüm bireyleri ona yüz çevirmeyecek, bir Türk kızını sevdiği için üniversite bahçesinde zamanın Kerinçsiz’leri tarafından Allah’ın günü tartaklandığından üniversiteyi bırakmak zorunda kalmayacaktı.

* * *

Teyzemle tanıştığı 1921’den tam yirmi iki yıl sonra 1943’te, sırf evlenmelerine onay versin diye, eniştem dinini İslam’a, adını Bálá’ya çevirmek zorunda da kalmayacaktı.

Bu dahi, topraklarımda soykırımı yaşanmadığının bir göstergesiydi. Çünkü soykırımı uygulayan toplumlarda, böylesi ’kitabına uydurma’lar söz konusu bile olamazdı. Soykırımları, insanları, kadın erkek, yaşlı genç demeden, din ve isim değiştirme kandırmacasına aman ve zaman vermeden hemen hallediverirdi.

Ülkelerine ihanet eden bazı Ermenilerin yüzünden, yüzlerce masum Ermeni sürülmüş, horlanmış, zulüm görmüş ve ölmüştü.

Suçlu Ermenileri cezalandırmak ve vatanlarını korumak adına, bazı Osmanlı yöneticileri kurunun yanında yaşı da yakmış, tehcire, işkenceye, kıyıma başvurmuş, fatura sonraki yıllarda ödenmek üzere, bu işle hiç alakası olamayan ’T.C. Türklerine’ yazılmıştı.

Biz Türkler ve (madem kimliklerinin vurgulanmasında ısrarcılar) Kürtler, Ermenilerin çoğuna hak etmedikleri bir ezayı reva görmüştük.

Ermeniler de bugün, nedense Kürtleri bağışlayarak, yalnızca bize, hak etmediğimiz bir cezayı reva görmekteler.

* * *

Yaşanan onca acıya karşın, eniştemle birbirimize derin bir sevgiyle bağlı olmamız ile onun her iki toplumunun hataları yüzünden çektiği acıları bağışlamış olması, benim Ermeni meselesindeki tek gerçeğimdir.

Teyzem de, eniştem de öldüler.

Şimdi eniştem, kutsallarını uğruna feda ettiği sevgilisinin yanında yatarken, onların iki aşık olarak üstesinden gelebildikleri sorunların, bizim iki ulus olarak halledememiş, asırlar süren birlikteliğimize rağmen hálá barışamamış olmamıza hayıflanıyordur.

Ama içimden gelen ses bana diyor ki, ben göremesem bile, Tanrı ve Tarih ilahi adaletlerini er veya geç, bir gün mutlaka gösterecektir.” 

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/5366985.asp?yazarid=10&gid=61

Yorumlar kapatıldı.