İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Avrupa’da pervasız bir Ermeni lobisi var

Türkiye, AB konusunda kritik bir sürece girdi. 8 Kasım’da açıklanacak İlerleme Raporu’nda, Türkiye’ye ilişkin bir değerlendirme yapılacak. Buna bağlı olarak AB üyesi ülkelerin liderleri aralık zirvesinde Türkiye’yi masaya yatıracak.

Türk limanları Rumlara açılmadığı için müzakerelerin durdurulması ihtimali, ‘tren kazası’ diye nitelendiriliyor. İlerleme Raporu’nun yayınlanmasına 10 gün kala Zaman’ı ziyaret eden Avrupa Parlamentosu Liberal Grup Başkanı Graham Watson, Türkiye-AB ilişkileri konusunda önemli mesajlar verdi. Yaşananlardan endişe duyduğunu dile getiren İngiliz parlamenter, bunu iki temel gerekçeye dayandırıyor: “Türkiye’deki ilerleme bazı belirli alanlarda yavaşladı. AB’nin 3 üyesi de müzakerelerin askıya alınması için bahane arıyor. Fransa ve Avusturya ortada zaten. Almanya’yı da bu kategoriye koyabiliriz.” Müzakerelerin durdurulmasının iki tarafın başarısızlığı olacağını belirten Watson, bunu şöyle açıklıyor: “AB, geçtiğimiz yıl bu zamanlarda Ankara ile müzakereler başladığında Türkiye’ye verdiği taahhütleri gerçekten yerine getirmediği için başarısız olacak. Türkiye ise, söz verdiği reform sürecini tam olarak gerçekleştirmediği için… Müzakereleri tahriş eden özel madde Kıbrıs konusudur. İki tarafın da bu konuda ilerleme kaydedememesi nedeniyle müzakerelerin durdurulduğunu görmek istemem.”

İlerleme Raporu, sizce nasıl olacak? Türkiye’den neler talep edilecek?

Endişeliyim, çünkü Türkiye’deki ilerlemenin bazı belirli alanlarda yavaşladığına inanıyorum. Endişeliyim, çünkü müzakerelerin askıya alınması için bahane bulmak isteyecek AB’de 2 ya da 3 üye var.

Bunların adını verebilir misiniz?

Fransa ve Avusturya açıkça ortada zaten. Almanya’yı da bu kategoriye koyabiliriz. Bana göre müzakerelerin askıya alınması kimsenin yararına olmaz. AB ve Türkiye ekonomilerinin yakınlaşmalarını göz ardı edemezsiniz. İnsanlar arasındaki gidip gelmelere gözünüzü kapatamazsınız. Türkiye ile Avrupa’nın dünyanın bazı önemli sorunlarına karşı bir araya gelmek için ortak zeminleri olmadığını öne süremezsiniz. Tüm mantık, bize AB ile Türkiye’nin birbirine yakınlaşması gerektiğini söylüyor. Bunu, tedrici müzakere süreciyle yapmak, popüler önyargılar için başarısızlığa uğratmaktan çok daha iyi.

Müzakereler askıya alınırsa, bundan Türkiye mi sorumlu tutulmalı?

Müzakereler durdurulursa, sanırım bu her iki tarafın da başarısızlığının bir sinyali olur. Her iki taraf, çünkü AB, geçtiğimiz yıl bu zamanlarda Ankara ile müzakereler başladığında Türkiye’ye verdiği taahhütleri gerçekten yerine getirmediği için başarısız olacak. İkinci olarak Türkiye, söz verdiği reform sürecini tam olarak gerçekleştirmediği için başarısız sayılacak. Müzakereleri tahriş eden özel bir madde olduğunu biliyoruz. Bu tahriş edici madde Kıbrıs konusudur. Olaylara olumlu yönünde bakacak olursak, ümit ediyorum ki Kıbrıs konusunu tartışarak, nihayetinde daha güçlü bir şey inşa edebiliriz. Fakat eğer müzakereler çökerse, bu konuda hiçbir ilerleme kaydedilemez.

Temel problem Kıbrıs dediniz. Ancak Türk tarafı, bu konuda AB’nin sınıfta kaldığını düşünüyor. Ya siz?

Sanırım Kıbrıs konusu, mevcut durumun zorluğunu maalesef olumsuz bir şekilde kristalize ediyor. Rumlar, AB’nin kendilerine yönelik iyi niyetin bir sınırı olduğunun farkına varmalı. Zaten Annan Planı’nı reddederek bunu ağır bir şekilde kullandılar. Türkiye de AB’nin, birliğin bir üyesi ‘işgal’ altındayken bu şekilde devam edemeyeceğinin farkına varmalı. Bu konuda çıkış formülü yok değil. Türkiye’nin AB üyeliği önündeki engelleri bertaraf etmek için çaba sarf eden AB dönem başkanı Finlandiya’nın formülü var. Bu formül sınırlı; ancak bu her iki tarafça kabul edilirse biraz ilerleme sağlanabilir. Ümit ediyorum ki bu şansı yakalarız. Aksi halde, hem Türk hükümeti hem de dönem başkanı Finlandiya için zor olacak.

Komisyon üyeleri, Rumların üyeliğinin hata olduğunu söylüyordu. Ama Rumlar hâlâ avantajlı konumda duruyor.

Aramızda, Yunanistan’ın birliğe alınmasının dahi hata olduğunu düşünenler var. Yolsuzluk meselesinde Yunanistan hâlâ Bulgaristan’ın bile arkasında yer alıyor. Üyeliğe engel meselesinde, İngiltere’nin 10 yıl boyunca Fransa tarafından engellenmesi söz konusuydu. Bugün benzer bir durumla karşı karşıyasınız. Önemli olan burada, üyeliğinize destek konusunda geniş bir kesim oluşturarak, karşı çıkanları marjinalize etme. Bu açıdan Fin Planı’nı önemli buluyorum. Türk tarafı, planın kendilerine çok az şey verdiğini söylüyor. İngilizlerin bir sözü vardır; yarım dilim ekmek bile hiç ekmek olmamasından iyidir.

Sanırım, Rumlar, Fin Planı’na da soğuk. Reddederlerse, bedeli ne olacak?

Sanırım siyasi iyi niyet açısından hatırı sayılır bir bedeli olur. Konsey meseleyi halledemezse, sanırım bir ilerleme kaydedilmesi için konunun Avrupa Adalet Divanı’na götürülmesi söz konusu olur. Direkt bir bedel olur mu? Muhtemelen hayır. Fakat, siyasi iyi niyetin değerini asla küçümsememek gerek.

Türkiye limanları açarsa bu sefer Rumlar tanınma isteyecek. Bu ise imkansız. Çünkü AB, Rumlara hiçbir zaman bedel ödetmedi. Bu garip bir durum değil mi?

Sizi anlıyorum; ama bu fikri paylaşmıyorum. AB’ye dışardan baktığınızda onu siyasi bir topluluk olarak görebilirsiniz. İçerden baktığınızda ise AB hâlâ bir ekonomik topluluk. Sonuç olarak ticaret konusundaki vurgu, siyasi reformlar için itici bir güç. Magosa Limanı’nın sınırlı olarak bile açılması, önemli siyasi güçlüklerin çözülmesine yardımcı olacaktır diye düşünüyorum. AB’nin tarihine bakın, büyük başarı nedir? AB’nin dış politikasıdır elbette, gerçekte bir dış politikamız olmamasına rağmen. Yumuşak gücün dış politikası büyük başarılar kazandı, çünkü AB’nin havucu, silahlı güçlerin tehdidinden daha güçlü. Her iki tarafta çözüm isteyenler sürecin devamını sağlamalı.

Almanya Dışişleri eski Bakanı Joschka Fischer, Kıbrıs dolayısıyla müzakerelerin askıya alınması durumunda bunun Türkiye’ye büyük bir adaletsizlik olacağını söyledi. Buna katılıyor musunuz?

Genel olarak Fischer’in felsefesini paylaşıyorum. Evet, Fischer’in dediği gibi Türkiye’ye yönelik adaletsizlikten bahsedebiliriz; fakat aynı zamanda geçmişe bakıp Yunanistan’a yapılan adaletsizliklerden de bahsedebiliriz. AB’nin başarısı ise geriye değil, hep ileriye bakmasındadır.

Türkiye’nin siyasi reformlar gerçekleştirmesi durumunda, mesela 301. maddenin değiştirilmesi halinde, AB’nin Kıbrıs meselesinde yumuşak davranıp müzakereleri askıya almaması söz konusu olabilir mi?

Türkiye’deki reformlarla Kıbrıs arasında bir takası teklif ediyorsanız, emin değilim. Sanırım AB, her halükarda Türkiye’den siyasi reformlar isteyecek. Çünkü bu, AB üyeliğinin zorunlu şartlarından biri.

Türkiye ile müzakerelerin askıya alınmasını teklif edecek 9 AB ülkesi var mı?

Bu ilginç bir hesaplama. Türkiye, Kıbrıs konusunda bir başka imtiyaz vermenin siyasi olarak çok riskli olduğuna karar verir, müzakerelerin devam edeceği riskini göz önüne alır, maceraya atılabilirsiniz. Fakat bu hayli riskli bir strateji. Özellikle Avrupa’daki kamuoyuyla zorluklarınız varken.

Kuzey Kıbrıs dolayısıyla Türkçenin AB’de resmî dil olmasını teklif edenler var. Bunu destekliyor musunuz?

Buna sıcak bakıyorum. AB’nin insanlarının konuştuğu dillere bakma ihtiyacı var. Mesela Rusçanın AB’nin resmî dillerinden biri olmasını isteyenlerdenim. Çünkü bunun, Baltık ülkelerinde ve AB’nin diğer ülkelerindeki insanlara yardımcı olacağını düşünüyorum. Aynı şekilde Türkçenin AB dili kabul edilmesi de doğru diplomatik sinyal gönderecektir. Bu doğrultuda da ilerliyoruz. İleriye dönük düşünen bazı Türk gazeteleri artan oranda Avrupa’nın değişik ülkelerinde yayın yapıyor. Ve kendi medya organizasyonumuz, kendi siyasi think-tank’lerimiz ve siyasi partilerimiz Türkiye ile işbirliği yapmak istiyor. Liberal ailesi, AK Parti ile aktif bir şekilde diyaloğa geçmekle ilgileniyor, Hıristiyan Demokratlar ilgilenmese bile. Bazı şeyleri bir araya getirmek için birçok yol var.

Fransa’da ortaya çıkan Ermeni kararı meselesi var. Ama bu sadece Fransız Meclisi’ne has bir durum değil. Avrupa Parlamentosu da bu işin içinde. Eurlings’in raporunda soykırımı tanıma son anda çıkarıldı. Sizce, AP’nin bu tavrının arkasında ne var?

Pervasızca bir Ermeni lobisi var. Siyonist lobi olduğu gibi. Bu lobiler, organize oldukları Amerika’dan da destekleniyor. Bunların bizim politikalarımız üzerine tahrif edici-çarpıtıcı bir etkisi var. Milletvekillerine baktığınız zaman üç şeyi temsil eder: 1- Mensubu oldukları politikayı. 2- Seçildikleri üye ülkeyi. 3- Geldikleri bölgeyi temsil ederler. Parlamentodaki faaliyetleri ve oylamada kararları bu menfaatler doğrultusunda olur. İngiliz vekiller, Türkiye’nin üyeliği yönünde oy verirler, çünkü İngiliz kamuoyunun düşüncesi bu doğrultudadır. Fransız vekiller menfaatlerine uymadığı için Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkarlar. Asıl çözülmesi gereken ise ideolojik sorunlar. Hıristiyan Demokratların ideolojik saiklerle kamplaşması, hemen yüzleşilmesi gereken bir sorun. Bize göre, yapılması gereken, dar düşünmeyi bir tarafa bırakarak çok daha geniş bir platformda buluşabilmek. Seküler bir dünyada yaşıyoruz ve Türkiye seküler bir ülke. Müslüman, Hıristiyan, Yahudi ya da inançsız olsun, hepimiz eşitiz ve hepimiz bu birliğin vatandaşlarıyız.

Soykırım iddiaları ve tartışmalarını ne kadar yakından takip ediyorsunuz? Türkiye, Kıbrıs’ta olduğu gibi bu meselede de ileride olmasına karşın Avrupa’nın tavrı olumsuz. Bu anlamda AB özeleştiri yapmalı mı, yapıyor musunuz?

Ermeni soykırımı uzmanı, araştırmacısı değilim. Ancak dikkatimi çeken iki üç şey var. Birincisi, üzerinde konuştuğumuz olaylar, ki bu olaylar şu anda elimizde olan iyi bir soykırım tanımından 50 yıl önce meydana gelmiş. İkincisi, ne olduğunu yeterince bilmiyoruz; tam olarak ne olduğu ve trajedinin boyutu hakkında tarihî belgelere, kayıtlara sahip değiliz. Üçüncüsü, bu tür varsayımlar oluşturulacak tarihçiler komisyonu vasıtasıyla en iyi şekilde çözülebilir, istediği gibi at koşturan siyasetçiler tarafından değil. Ermeni soykırımı konusunda Türkiye de tarihî bilgiler temelinde geçmişini yeniden ele alan, değerlendiren, gözden geçiren bir süreçten geçmeli.

Selçuk Gültaşlı

Yorumlar kapatıldı.