İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

çok faydalı ideolojiler

chp’nin sıkı sıkıya sarıldığı “başbakan sara galiba” önerisinin yalçın küçük’ten gelmesi geçtiğimiz haftanın hayal kırıklıklarından biri. diyelim ki bu iddia doğru, diyelim ki tayyip erdoğan’ın böyle bir görevde yer alması uygun değil, bu iddianın araştırılması ve kanıtlanması da icap ediyor. bu yalçın küçük’e mi düşerdi? devlet planlama teşkilatı’nın iddialı planlamacısı, ankara üniversitelerinin parlak akademisyeni, ikinci tip’in muhalefetinin örgütleyicisi, mamak direnişçisi (açlık grevi yapıp ölümden döndüğünü şimdi kendisi bile hatırlamaktan kaçınıyor galiba), doğruluğu tartışmalı bile olsa önemli tarihsel tezlerin savunucusu, haklı olduğu kesin olmasa bile eylülist kavramının babası, gebze mahpusu, arada sabetaycı avcılığı gibi münasebetsiz bir durakta epey zaman geçirse ve sağdan soldan önemli herkesle yakın olduğunu ifade etmeye ihtiyaç duymak gibi bir zaafı olsa bile rica ederim, bu tür bir konuya neden ilgi gösterir?

uzun bir soru sordum, umarım cevabımı kısa bir cümleyle toparlayabilirim. insanın, öneminin anlaşılması için beklemeye tahammül edebilmesi kolay iş değil. hemen herkes yaşadığı anda kendisine kıymet verilmesini istiyor. on yıl, yirmi yıl geçtikten, hele de öldükten sonra değerinin anlaşılması kimseyi mutlu etmiyor. o yüzden de güncel olan git gide daha fazla önem kazanıyor. tarihin ve yakın tarihin güncel tartışmaların odağına oturduğu günlerden geçiyoruz. beni affedin, ters bir şey söyleyeceğim. çoğumuz, hiçbir halt bilmediğimiz konular üzerine konuşup duruyoruz. sadece türkiye cumhuriyeti’nin değil her ülkenin bir resmi tarihi var ama resmi tarihle uyuşmayan şeyler söylemek birçok ülkede zor bir şey değil. bir ülkenin tarihinin belirli kısımlarının araştırılması mümkün değilse, sıradan vatandaşların bu konularda bilgilenmesi şaşırtıcı olur zaten. tekrar kendisine dönmek zorundayım; yalçın küçük, kurtuluş savaşı’nın tarihiyle ilgili resmi görüş dışındaki gerçekleri araştırmaya çalıştığı için de önemli bir adamdır, söylediklerinin doğr veya yanlış olmasından bağımsız olarak. tekrar konumuza dönecek olursak ermeniler ve kürtlerle ilgili konuşulanlar arasında ciddi bir fark var. öldürülen ermenilerle ilgili verilen bütün rakamlar geçen yüzyılın başına dayanıyor. kürtlerle ilgili verilen sayı ise hâlâ hayatta olan bir çoğunluğun gözünün önünde oluştu. bence 30 bin gerçekçi bir rakam ama örneğin şeyh sait isyanı hesaba katılarak telaffuz edildiğini sanmıyorum. ama ermenilerle ilgili kesin denebilecek birkaç nokta var bence; ermeni nüfusu kırmaya yönelik bir devlet politikasının izlendiğini kimse inkâr etmiyor. ama “onların” da “bizi” kestiğini iddia edenler var. bu türden olayların da yaşandığını birçok tarihçi de kabul ediyor ama devletin sistemli politikasıyla küçük grupların eylemleri bir tutulamaz. ama kaç kişi ölmüş olursa olsun, bu devlet politikasının adı soykırım değil katliam; daha hayırlı bir durum olduğundan değil ama öyle işte. çünkü bir kıyımı soykırım yapan ölen insan sayısı değil, örneğin ikinci dünya savaşı sırasında ölen sovyet vatandaşlarının sayısı yahudilerden fazla ama soykırıma uğrayan yahudiler. öte yandan fransa’nın cezayir’de, -şimdi aklımıza gelmese de ingiltere’nin hindistan’da- yaptıklarını soykırım olarak nitelemek mümkün değil. emperyalizm, sömürgecilik, işgal falan başka türlü olmaz ki zaten…

bir diğer önemli nokta şu; bir hükümetin ya da bir devletin politikaları ulusun tamamını bağlamaz. nasıl ki, 12 eylül darbesini hepimiz desteklemediysek, akp hükümetinin politikalarını hepimiz desteklemiyorsak bütün fransızlar da kendi hükümetlerinin politikalarını desteklemiyor. geçen hafta da yazdım, tekrar hatırlatayım, şu soykırım dalgası zaten bir tasarı, üstelik de parlamentonun tamamının desteklediği bir tasarı bile değil. bunu “fransızlar bize düşman” diye yorumlamak hangi aklın eseridir?

bu siyasetin salaklıktan kaynaklandığına inanmıyorum ben. bence ermenilerin osmanlı imparatorluğu tarafından en hafif terimiyle biraz hırpalandığı fikri karşısında bu kadar tepki örgütlenmesinin sebebi osmanlı imparatorluğu’na duyulan bağlılık da değil. türkiye cumhuriyeti o imparatorluğun devamı olmadığı gibi, anadiline, ülkesinde üretilen mala, ülkesinin insanlarına güvenmeyen, yabancı dili, yabancı malı, yabancıları kendinden üstün gören insanların memleketlerine bağlı olduklarına inanmak da zor. bence mesele bütün bunların getireceği hukuki ve mali sorumluluk, ödenecek tazminat, el değiştirecek mülk ve toprak. üstelik, allahın hikmeti midir bilinmez, o mülk ve toprak şimdilerde genellikle kürtlerin ama tabii onların arasında, devlet içinde söz sahibi olan zenginlerinin elinde. bu işten anlayanlar türkiye cumhuriyeti’nin başka bir devlet olması sayesinde tazminattan kurtulunabileceğini söylüyor. gerçi tazminat bize koymaz; türkiye cumhuriyeti, avrupa insan hakları mahkemesi aracılığıyla kendi vatandaşlarına da tazminat ödüyor habire. bir takım devlet memurlarının, “devletin selameti” için yaptıkları işkencenin bedeli bizim vergilerimizle ödeniyor. hiçbir işkenceci kolay kolay hapis yatmadığı için de bu tazminat caydırıcı olmuyor. o yüzden icap ederse, ermenilere de tazminat ödenir, ne var ki. ama mülkün ve toprağın el değiştirmesi kolay kabul edilir bir şey değil.

bütün bu işler olup biterken milliyetçilik de çok işe yarıyor tabii. yoksa zamanında ermenilerden ailesine geçmiş tek bir bilezik, tek bir karış toprak, tek bir köle bile olmayanlar nasıl fransız düşmanı olacak…

25 Ekim 2006, Çarşamba 

http://www.gazetem.net/aduzkanyazi.asp?yaziid=192

Yorumlar kapatıldı.