İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Pamuk Türkiye değil

Etyen Mahçupyan

Nobel edebiyat ödülünün Orhan Pamuk’a verilmesinin ardından Türkiye yaygın bir psikolojik rahatsızlık geçiriyor. Kendisini temsil etmediğini, kendisine ait olmadığını düşündüğü bir yazarın şimdi Türkiye’yi uluslararası sanat dünyasında taşıması, birçok insanı bayrağı elinden alınmış küçük çocuklara çevirdi. Biz o bayrakları hep birlikte sallamayı, birlikte marşlar söylemeyi vatandaş olma halinin doğal göstergesi sandığımız için, bayrağı alıp evirip çevireni, niye böyle davrandığımızı sorgulayanları yadırgıyoruz. Ne var ki sanatçı denen insan kategorisi tam da bu iş için var… Onların işlevi kendilerinden ve yakın çevrelerinden hareketle ürettikleri gözlemler vasıtasıyla evrensel insan doğasına a dokunabilmeleri. Bunu milliyetçi ve cemaatçi bir bakışın içinde sıkışıp kalmış kişilerin anlaması ve takdir etmesi beklenemez. Çünkü söz konusu bakış kendisini biricik hale getiren, yücelten ve böylece insanlığın ortak birikiminden uzaklaştıran bir zihniyetin sonucudur. Dünyanın hangi köşesinden ve hangi kültürden olursa olsun, milliyetçilerin gerçek insani meselelerle namuslu bir biçimde yüzleşmeleri son derece güç. ‘Milli’ bakış çifte standardı olağan ve meşru hale getirir, ötekini anlamayı değil kendi kimliksel çıkarlarımızı vurgular, gerçeğin ne olduğunu anlamaktansa kendi gerçeğimizi nasıl üretebileceğimizin ve bunu nasıl başkalarına kabul ettirebileceğimizin peşine düşer…

Öte yandan ‘büyük’ vasfını taşıyan devlet adamları ve siyasetçiler milliyetçiliğin bu açmazının farkındadır ve bu ideolojinin son kertede insani bir zaviyeden bakıldığında gayrı meşru olduğunu da bilirler. Zamanında De Gaulle’un düşüncelerini paylaşmamasına karşın “Sartre Fransa’dır” demesinin önemi burda. Belki de De Gaulle kendisini ‘büyük’ yapacak fırsatı o an görmüş ve kullanmıştır. Çünkü kendisini insanlık tarihinin sayfalarına olumlu bir şahsiyet olarak geçirecek söz buydu. Bu sözle Sartre Fransa ayarına yükselmedi, aksine Fransa Sartre’ın ayarına erişmiş oldu. Dolayısıyla akıllı bir devlet adamı olan De Gaulle kendi ülkesinin kalibresini daha üst noktalara taşıdı.

Bizde ise susan bir Cumhurbaşkanı var… Yakın kaynaklar bu sessiz tavrın “son derece bilinçli olduğunu” söylemişler. Herhalde kastedilen kelime ‘bilerek’ olmalıydı, çünkü ‘bilinç’ De Gaulle’de var olan ilave bir derinlik gerektirir ve bir Cumhurbaşkanı’nın kendi ülkesinin kalibresini yükseltecek böylesine önemli bir fırsatı elinin tersiyle reddetmemesi beklenir. Söylendiğine göre Cumhurbaşkanı “tarih bilinci, devlet yönetme ilkeleri ve yüksek sorumluluğu” nedeniyle susmuş. Buradaki ‘tarih bilinci’ gerçekte tarihte ne yaşandığı değil, milli tarih tezinin sahiplenilmesinden ibaret; ‘devlet yönetme ilkesi’ resmi devlet tezinin fikir özgürlüğünden, yaratıcılıktan ve uluslararası insani prestijden daha üstün olduğunu ima etmekte; ‘yüksek sorumluluk’ ise resmi görüşün kıskacında kalmış bir cumhurbaşkanını akla getiriyor… Dendiğine göre Cumhurbaşkanı’nın ‘bu ülkede şu kadar kişi öldürüldü’ sözünü unutma lüksü yokmuş. Peki, söz konusu ölümlerin bizzat kendisini unutma lüksü var mı?

Orhan Pamuk’un Nobel edebiyat ödülünü almasının ‘Türk devletini’ rahatsız etmesi, bu devletle toplum arasındaki çelişmenin gelecekte daha da artacağını gösteriyor. Çünkü bu devlet anlayışı, toplumu uluslararası platformlara saygın bir biçimde taşıyacak vizyona sahip gözükmüyor. “Sartre Fransa’dır” ama Pamuk gerçekten de Türkiye değil… Çünkü Türkiye daha o olgunluğa gelemedi. Ali Bayramoğlu konuya ilişkin bir yazısında ‘Gurur duyulması gerekenden utanan bir zihniyetin hastalıklı olduğunu’ söylemişti. Tersi de ne kadar doğru: Utanılacak olandan gurur duyan bir zihniyete ne demeli. Bu zihniyet Orhan Pamuk’u taşıyabilir mi?

http://www.gazetem.net/emahcupyan.asp?yaziid=289

Yorumlar kapatıldı.