İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

11 Eylül sonrası Batı ve Türkiye

İsmet Berkan

Bu köşede dün Orhan Pamuk’un kazandığı Nobel ödülüne verdiğimiz ilk tepkilerden hareketle, pozitif milliyetçilikle negatif milliyetçilik arasında bir kıyaslama yapmış ve yükselen negatif milliyetçiliğin ‘kurban kültürü’ ile ilişkisine değinmiştim.

Bizde böyle de Batı’da farklı mı? Aslında, Kaide’nin 11 Eylül’de Amerika’da düzenlediği saldırıların ardından dünyanın değiştiğini söyleyenler haksız değil. Tabii ‘dünya’dan kasıt Hıristiyan Batı. Ama Batı değişince ister istemez bunun Doğu’ya etkileri de oluyor.

Önceki günkü yazımda da, Fransa’nın ‘Batı’ olarak Ermeni meselesini nasıl Türkiye’yi, Türkleri ve elbette Müslümanları Batı sistemi dışında tutmaya çalışmak için kullanmasını anlatmaya çalışmıştım. Ermeni meselesinde biz belki sütten çıkmış ak kaşık değiliz ama Fransa başta Batı’nın bu konuyu

ele alma biçiminin ardında yatan nedenleri de iyi anlamalıyız.

Kaldı ki, ‘Fransa’ veya ‘Batı’ diye genellemeler yapıyor olmam da doğru değil aslında, çünkü Türkiye’yi ve İslam’ı Batı’dan uzak tutmaya çalışan ırkçı-ayrımcı tutum bütün Fransa’nın tutumu değil, gerek bu ülkede ve gerekse Batı’da bunun tam tersini düşünen, öneren ciddi bir entelektüel kamuoyu mevcut.

***

Dilerseniz en son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim: Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefi ve olası tam üyeliği, Türkiye’den de, tek tek Türkiye vatandaşlarının bu üyelikten elde edeceği kazanımlardan da ve hatta Avrupa Birliği’nin kendisinden de büyük bir proje aslında.

Bu söz, Türkiye’de ve Batı’da pek çok kişiye çiğnene çiğnene sakıza dönmüş banal bir söz gibi gelebilir ama unutmayın, bir şeyin ‘banal’ olması onun gerçek olmasına engel değildir.

Unutmayın ki 21. yüzyılda yaşıyoruz. Ve maalesef bugün dünya kültürlerarası ilişkileri hâlâ dini kimlikler üzerinden yapmaya çalışıyor.

Yani, son tahlilde, Batı’nın gözünde bizler ‘Türk’, ‘insan haklarına inançlı’, ‘demokrasiyi bihakkın uygulayan’, ‘hukukun üstünlüğü ilkesini hayata geçirmiş’ insanlar değil, 72 milyon Müslüman’ız.

Aynı şekilde, Batılılar da bizim için son tahlilde Hıristiyan veya Yahudi. Bu durum sadece bizim için de geçerli değil, bütün İslam âlemi son tahlilde Batı’yı Hıristiyan veya Yahudi olarak görüyor.

Kültürlerarası çatışmanın iki tarafı açısından da aynı durum söz konusu: Bütün ara renkler, hasletler, farklar, değerler siliniyor, iki taraf birbirini din açısından değerlendiriyor.

Ne oluyor? Haçlı seferlerine veya İslam’ın ve Osmanlı’nın fetihleri dönemine geri mi dönüyoruz?

Ruh halleri açısından galiba dönmeye başladık bile. Bu durumda, Osmanlı’nın çökmesi, yani en büyük islami gücün susmasıyla belirginleşen 20. yüzyıl tarihe bir parantez olarak mı geçecek? Geçmişte Batı gözünde Osmanlı’da cisimleşen ‘İslam tehdidi’ bugün Usame bin Ladin’de mi cisimleşti?

Daha geçen gün bir haber vardı: Paris’teki ünlü Charles de Gaulle Havaalanı’nda çalışan 600 kadar Müslüman görevlinin hassas yerlere giriş izinleri ‘güvenlik’ nedeniyle iptal edilmiş. Bütün Müslümanları potansiyel tehdit olarak gören bu ırkçı-ayrımcı anlayış yaygınlaşıyor Batı’da.

Buna karşılık, Türkiye’de de, ‘Onlar bizi hiçbir zaman tam üye yapmazlar’ tezi giderek yaygınlaşıyor, bir ulusun modernist projesine ilişkin umutlar eriyip bitiyor.

Aslında durum, dünyanın geleceği açısından çok ciddi.

Bu konuya bayramdan da yararlanarak biraz daha devam edelim.

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=202380

Yorumlar kapatıldı.