İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Milliyetçiliğe ceza getirin de bitsin! 1-2

Ruhat Mengi

Dün Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in Chirac’ın Fransa’da oylanan yasa tasarısıyla ilgili sözlerine verdiği cevabın yeterli olmadığını yazmıştım.

Yeterli değil çünkü karşımızda tek dakikasını boş geçirmeyen bugünden başlayıp 10-20 yıl sonrasına kadar “soykırımı kabul ettirme” konusunda atılacak her adımı “Türklerden alınacak destek” dahil olmak üzere plânlayan, gözünü intikam, para ve toprak hırsı bürümüş bir kitle var.

Bunlar ne piyasaya sürdükleri binlerce kitabı, ne ABD ve AB’de düzenledikleri sayısız konferansı, TV ve gazetelerde yapılan propagandayı yeterli bulmuyor, yabancı üniversitelere astıkları “bıçağından kan damlayan Türk” posterler ve müzik gruplarına hazırlattıkları Türk düşmanı şarkılarla giderek daha büyük kitleleri etkiliyorlar. Onun için bir yandan Chirac’a filan güvenmeyip BM veya AB’nin desteğiyle kurulacak ortak bir tarihçiler komisyonunun çalışmasını sağlamak, diğer yanda ise gerekli kitapları, arşiv belgelerini Avrupa’ya, Amerika’ya yaymak gerekiyor.

Ermeni diasporası kendi kitaplarını evlere bile postalar, satışını yaparken Türkiye’den çıkan veya Ermenistan’ın ilk Başbakanı Kaçaznuni’nin yazdığı “Taşnak Partisi’nin Yapacağı Bir Şey Yok” raporu gibi kitapları anında kitapçılardan toplatıyor. Defalarca yazdım, yine yazıyorum; Türk Dışişleri artık işi ele almak ve bugüne kadar kaybettiği zamanı da telafi edecek şekilde gerekli kitap ve belgeleri Avrupalı parlamenterlere, kitapçılara, okul kütüphanelerine göndermek zorundadır.

HALAÇOĞLU’NA BÜYÜK HAKSIZLIK!

Kâmuran Gürün, Yusuf Halaçoğlu, Hikmet Özdemir, Bilâl N. Şimşir, Gündüz Aktan’ın yerli ve yabancı belgelerle hazırlanmış kitapları, Kemal Çiçek’in Ermeniler’in Zorunlu Göçü, Necdet Sevinç’in “Arşiv Belgeleriyle Tehcir-Ermeni İddiaları ve Gerçekler” kitabı, Hasan Dilan’ın “Fransız Diplomatik Belgelerinde Ermeni Olayları” kitapları bile olayları her yönüyle anlamak için yeterli.

Bu arada Emre Aköz’ün 17 Ekim Salı günkü köşe yazısında Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu için yazdığı “Şu sıralar bütün enerjisini ‘soykırım olmadı’ tezini savunmak için harcıyor. Tersi çıksa koltuğuna veda edecek” sözlerinin büyük bir haksızlık ve hata olduğunu yazmadan geçemeyeceğim.

Halaçoğlu ve senelerdir birçok tarihi olayı ve Ermeni olaylarını dünyada mevcut tüm belgeleri inceleyerek yazan ve anlatan diğer değerli tarihçilere teşekkür edeceğimize onları böyle iki cümlede karalamak işte biz Türklere özgü bir durum. Diğer toplumlarda benzerini görmediğiniz gibi onlar bu tür insanlarını şeref madalyalarıyla onurlandırıyorlar. Ermeniler ise “bir yalanı yayan” profesörlerine bile bin çeşit ödül veriyor. Emre Aköz sadece Vahakn Dadrian’a verilen ödüllere internetten bir bakmalı. Ayrıca Yusuf Halaçoğlu bunu söyleyen tek tarihçi olmadığı gibi “tersi çıksa koltuğundan olacağı” da son derece anlamsız bir iddiadır. Onların gerçekleri anlatmak için ellerinden geleni yapmaları ancak takdiri hakediyor, tekdiri değil!

Keşke Avrupa ve ABD’de konferanslar veren, makaleler yazan Türk yazar ve akademisyenler de “Biz ne olduğunu pek bilmiyoruz ama biz zaten insanların hikâyeleriyle ilgiliyiz” diyerek Türkiye’ye büyük bir haksızlık yapmadan önce bu kitaplara hiç değilse birkaç saat ayırarak göz atsalardı.

Elif Şafak’ın W. Post’ta yayınlanan ve “1915’te ne olduğunu tam olarak bilmiyorum ama ben insanlarla, onların hikâyeleri ve acılarıyla ilgiliyim (…) Bazı Türkler’in 1915 hakkında konuşmamalarını üzücü buluyorum, bizimki ortak bir bellek kaybı görülen bir toplum (…) Ermeniler’in bir gün unutmasını ve affetmesini isterim ama önce biz Türkler hatırlamak zorundayız” şeklindeki makalesi 30 Eylül’de Kanada’nın yüksek tirajlı bir gazetesi olan The Gazette’de de yayımlanmış.

Yine geçen Salı Fransız TV’si 5. Kanal’ında Yves Calvi’nin yönettiği bir programda bu konu tartışılmış ve tesadüfe bakın ki soykırıma inanan diğer Türkler gibi Ahmet İnsel de (onun dışında Ara Toranian isimli bir Ermeni ve iki Fransız varmış) Ermeni katılımcıya hak verdiğini, bu katliamdan söz etmenin Türkiye’de tabu olduğunu ve hatta Ermeniler’in acısını paylaştığımızı göstermek için Türkiye’de bir Ermeni katliamı anıtı yapılması gerektiğini söylemiş…

Devam edeceğiz.

Kaldığımız yerden devam ediyorum. Fransa’da soykırım iddiası ile ilgili yasa meclisten geçtikten sonra Fransız TV’si 5. Kanal’da Ahmet İnsel’in konuşmasını dinleyince duygularını;

“Günlerdir Fransız eşime anlatmaya çalıştıklarımın tam tersi bir söylemi yine eşimle izlediğim programda bir Türk’ün ağzından duyunca ne diyeceğimi şaşırdım. HAYRET, HÜSRAN ve ÇÖKÜNTÜ içindeyim, kendisini kınıyorum” sözleriyle anlatan Avni Can isimli Türk okuyucu 15 yıldır Fransa’da yaşıyormuş.

Ben dün Ahmet İnsel’in Fransız TV’sinde “Türkiye’de bir Ermeni soykırım anıtı yapılmalı” dediğini yazınca Fransa’da konuya duyarlı bir başka Türk okurumuzdan; Selin Cotton’dan mail geldi, Cotton konuşmada “anıt” değil “plaket” kelimesinin geçtiğini, bunun da “savaşta hayatını kaybeden Ermeni ve Türk Osmanlı vatandaşları için plaket” şeklinde kullanıldığını bildiriyor.

Kimseye haksızlık yapmak istemeyiz, onun için hemen bunu belirtme gereği duyuyorum. Burada amaç yurt dışında Türkiye ve tarihi hakkında neler konuşulduğunun o ülkelerde yaşayan Türk vatandaşlar tarafından çok dikkatle izlendiğini anlatmaktır.

Soykırım iddiasıyla ilgili tüm gelişmeleri detaylarıyla yakından izleyen ABD’deki okurumuz İdil Aker ise New York Times’ın 16 Ekim 2006 tarihindeki baş yazısından söz ediyor. “Orhan Pamuk’un Nobel Ödülü” başlıklı baş yazısındaki şu cümlelere dikkat edin:

“İslâmcılar ve Türk milliyetçileri özellikle geçen yıl bir İsveç dergisinde Ermeni soykırımı ile ilgili net açıklamasından sonra Mr. Pamuk’un edebiyatçı bir provokatör olduğunu düşünüyorlar. Ama biz onun gerçeği söylediğine inanıyoruz.”

Ne güzel değil mi? Orhan Bey hem “Kar” romanında türban sorunundan İslâmcı militanlara, Kürt gerillalara (nedense terörist değil), ordunun rolünden MİT’e, Atatürk’ün kıyafet devriminin eleştirisine kadar satır aralarında siyasetin alâsını yapacak ve hatta Batman’da töre ve aile baskısı sonucu ortaya çıkan genç kız intiharlarını Kars’a “türban intiharı” olarak taşıyacak (böyle olunca işin içine din, inanç girdiği ve sanki sokakta bir “devlet baskısı” varmış gibi gösterildiği için yazar devlete karşı olma misyonu üstleniyor) ama Türkler onun “1 milyon Ermeni, 30 bin Kürt” sohbetine itiraz ederse ya İslâmcı ya da milliyetçi olacak.

Son derece adil ve “ifade özgürlüğü”nün herkese eşit uygulanmasına da uygun (!) doğrusu.

Bir yanda bunlar olup biterken diğer yanda böyle bir soykırımın olmadığını, Ermeni çetelerinin sırf Türk topraklarında bağımsız bir Ermenistan hayaliyle başlattığı olayların sonunda mukateleye dönüştüğünü bilen ve anlatanlar ise belli isimler tarafından milliyetçi olarak sınıflandırılıyor ve “milliyetçiliğin yükseldiği” görüşü pompalanıyor.

Salı günü Prof. Emre Kongar TV’de Mehmet Barlas’ın benzer bir tanımına “Ben ulus milliyetçisiyim” cevabını verdi. Evet çoğumuz öyleyiz; ırkçılık değil bu, ulusçuluk…

Gurur duyulacak bir sorumluluk, bir aidiyet duygusu, kime ne?

Ayrıca, her ülkede fazlasıyla var, kim karışabiliyor?

http://www2.vatanim.com.tr/root.vatan?exec=yazardetay&tarih=20.10.2006&Newsid=90663&Categoryid=4&wid=4

Yorumlar kapatıldı.