İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İsmet Paşa’nın torunundan ders gibi konuşma

Zülfü Livaneli

TBMM Genel Kurulu geçen salı günü Fransa Parlamentosu’nda kabul edilen yasayı görüşmek için toplandı. Ne yazık ki toplantıda bulunan milletvekili sayısı, böyle önemli bir güne yakışacak düzeyde değildi.

Genel Kurul’da konuşma yapan CHP’li milletvekillerinden biri de Gülsün Bilgehan’dı.

Rahatça söyleyebilirim ki sevgili Gülsün, dört yıldır bu çatı altında dinlediğim en iyi konuşmalardan birisini yaptı.

Biliyorsunuz; Fransa Parlamentosu’nun aldığı karar üzerine, Türkiye’de çalışan yetmiş bin Ermeni’nin sınır dışı edilmesini öneren milletvekilleri olmuştu.

Gülsün bu konuda bambaşka ve çok insani bir şey söyledi.

Dedi ki: “Ben bir anne olarak konuşuyorum. Türkiye’de çalışan yetmiş bin Ermeni’nin çoğu çocuk bakıyor. Yani en değerli varlıklarımız olan çocuklarımızı onların şefkatine teslim ediyoruz.”

Gülsün Bilgehan’ın böylesine parlak buluşlarla bezenmiş konuşmasının bir özetini sizinle paylaşmak istiyorum.

***

“Bizim Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili bütün davalarımız, Lozan’da halledilmiş ve sınırlarımız çizilmiştir (…) Lozan Antlaşması’nın en büyük önemi adalete ve eşitliğe dayanan bir barış antlaşması olması ve kimsenin hakkını yememesidir. Ermenilerin de hakları korunmuştur.

Zaten Ermenilerin 1923’ten 1973’e kadar da önemli bir itirazları olmamıştır. Ancak, bu tarihlerden itibaren dünyadaki Ermeni diasporası, Asala terörü ile adını ve varlığını siyaset sahnesinde duyurmaya başlamıştır.

Anlaşılan yeniden, bu defa değişik yöntemlerle atağa geçtiler. Neden şimdi?

Türkiye son zamanlarda Ermeni iddiaları konusunda ilerleme kaydetmeye başlamıştı. Ermeni diasporasının güçlü olduğu ülkelerde bile, özellikle basında, artık Türk tezleri daha sık yer alıyordu. En azından iki görüş de konuşulur olmuştu.

Bütün zorluklara rağmen, Türkiye, Avrupalıların beklemedikleri bir şekilde AB müzakerelerinde ilerliyor (…) Kopenhag kriterleri yerine getirildi.

Türkiye’nin AB’de önünü başka nedenlerle kesmek gerekiyor. Bu yüzden, diğer ülkelere dayatılmayan maddeler icat etmeye başladılar. Türkiye’nin asla kabul etmeyeceği dayatmaların başında atalarının bir soykırım uyguladığının kabulü gelecektir.

Tasarının kabul edilmesi için uzun bir süreç gerekli. Ancak, hiç boş durmamalı, artık kendimize akıllı bir strateji bulmalıyız. Boykotu, tepkiyi sade vatandaşın

sırtına yüklemeyelim. Bundan hükümet sorumlu olmalıdır.

Bu iletişim çağında, Türkiye’nin kendisini ve davalarını çok daha iyi anlatması gerekiyor. Birkaç iyi niyetli milletvekili, sivil toplumcu ya da iş adamının gayretiyle bu iş yürümez. Büyükelçiliklerimizi daha geniş imkânlarla donatmalı, iletişim grupları ile çalışmalıyız. Yürüyen hukuki süreci incelemeliyiz.

Soykırım suçlaması çok ciddi bir iddiadır. Şunu sormalıyız, İkinci Dünya Savaşı sırasında, bir tek Yahudi, bir tek Alman öldürmüş müdür? İşte soykırım budur.

Türkiye, özgürlükler ülkesi olduğunu da kanıtlamalıdır. Başka ülkelerde eleştirdiğimiz yanlışları kendi ülkemizde uygulamamalıyız. Bu konuda yargıya, kabul edilen yasaları yorumlamada ve uygulamada büyük görev düşmektedir. Sövgü ile eleştiri ayrılmalıdır.

Biz bu topraklarda bin yıldır farklılıklarımız ve aykırılılıklarımızla birlikte yaşıyoruz. Ne yazık ki dünyada gittikçe aşırı milliyetçi, hatta ırkçı ve İslam karşıtı bir akım yükseliyor.

Bu kültürler ve dinler arası çatışmalara karşı Türkiye, Müslüman dünyadaki tek laik ülke olarak farkını daha fazla ortaya çıkarmalı. Biz Atatürk Türkiyesi olarak AB’ye girmek istiyoruz, kültürler arası çatışmanın bir parçası olarak değil.”

***

Konuşması bittiğinde Gülsün’ü tebrik ederken, “İşte İsmet Paşa’ya layık bir torun!” diye düşündüm.

Haksız mıyım?

http://www2.vatanim.com.tr/root.vatan?exec=yazardetay&tarih=21.10.2006&Newsid=90822&Categoryid=4&wid=5

Yorumlar kapatıldı.