İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Fransa: Tepkileri abartmayalım

Altan Öymen

Fransız politikacıları dünya basınında alay konusu haline geldi. Aldıkları kararı değerlendirirken bunu göz önünde tutmalı ve kendi işimize bakmalıyız. 301 konusunda da kendimizi “Avrupa’ya kızıp yanlış yapma” durumundan kurtarmalıyız

Değerli okurlarımın Şeker Bayramı’nı bugünden kutlarım. Üç haftadır gazetemizden uzaktaydım. Bir özel sorunumla da ilgili olarak Amerika’daydım. Amerika’nın şu sıralardaki durumuyla ilgili notlarımı bayramdan sonra yazacağım. Bugün, ülkeme döner dönmez karşılaştığım konulardan bazısına değinmek istiyorum.

Fransız Meclisi’nin densizliği

Fransız Milli Meclisi’nin yaptığı, bir bakıma ayıptı, bir bakıma da gülünç… Birçok ülkenin yazarlarından bir kısmı, bunu bir mizah konusu haline getirdiler.

En güzeli, İngiliz gazetesi The Guardian’da Timothy Garton Ash adlı yazarınkiydi. Önceki gün Radikal’de tam çevirisi yayımlandı.

Tüm Avrupa parlamentolarını Fransız örneğini izlemeye davet ediyordu.

“Hadi bakalım” diyordu, “Gelin bunu Avrupa tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı yapalım”.
Ve önerisini somutlaştırıyordu;

İngiliz Parlamentosu (1940’taki) Katiyn katliamının sorumlusunun Ruslar olduğunu ‘inkâr’ edenleri…

İrlanda Parlamentosu İspanyollar’ın (15’inci yüzyıldaki) engizisyonunun saçtığı dehşeti önemsemeyenleri.

Türk Parlamentosu Fransa’nın (1950’ler, 1960’larda) Cezayir’de ayaklananlara işkence uyguladığına itiraz edenleri…

Avrupa Parlamentosu, Amerikalılar’ın (18’inci ve 19’uncu yüzyılda) Kızılderililere yaptıklarını soykırım diye nitelendirmeyenleri cezalandıran yasalar çıkarsın…
Buna benzer örneklerle, Fransız Parlamentosu’yla dalga geçmeye devam ediyordu yazar:

“Ancak üzüntü veren bir şey var” diyordu, “Biz Avrupa Birliği ülkelerindekiler, bu ‘iğrenç düşünce suçlarına ölüm cezası veremiyoruz.”

Fakat o ‘üzüntü’den kurtulma ihtimalini de, bir ‘teselli’ verir gibi vurguluyordu.

“Belki, zaman içinde bunu da değiştirebiliriz.”

Yani: Ölüm cezasını yeniden koyabiliriz. O zaman daha rahat ederiz. O suçları işleyenleri asabiliriz.

Bence, Fransız Milli Meclisi’nin marifetine karşı önlem ararken, işin, artık tüm dünyadaki benzer değerlendirmelerle alay konusu olduğu unutulmamalıdır.

Fransız politikacıları, attıkları adımla kendilerini gülünç bir duruma düşürmüşlerdir.

Bu durumlarıyla da, Fransa’daki Ermeniler adına savundukları ‘soykırım’ iddialarını zayıflatmışlardır.

Sadece Fransa dışında değil, Fransa’nın içinde de artık, ‘soykırım’ sözü eski ağırlığını kaybetmiştir. Bunu işitenler onu sadece 1915 olaylarıyla değil, belirli Fransız politikacılarının 2006 yılındaki bu girişimleriyle birlikte hatırlayacaklardır.

“1915 olaylarına soykırım demeyi kabul etmiyor musun? Öyleyse seni hapse atarım.”

Bu mantığın, Avrupa’nın başka ülkelerinden de önce, düşünce özgürlüğünün beşiği sayılan Fransa’ya ne kadar yabancı düştüğünü, aklı başında Fransızlar da, elbet görüyorlar. Le Monde dahil, Fransız gazetelerindeki yorumlar bunun göstergesidir.

Ölçüyü kaçırmamak

Durum böyleyken, Fransızların tümüne kızıp, tepkilerimizin ölçüsünü kaçırmanın elbette manası yok.

Diplomatik alanda, sivil toplum örgütleri alanında yapılanlar yapıldı. Konu Meclis’te görüşüldü. Bildiri yayımlandı.

Ama mesela, RTÜK’ün yaptığı gibi “Medyamız Fransız medyasının ürünlerini yayımlamasın’ gibi tavsiyelerde bulunmak hem gereksiz, hem de yanlış. Çünkü, Fransız medyasının en azından bir bölümü Fransız Meclisi’ni eleştiren ürünler de üretiyor.

* * *

Veya, biri AKP’li, öteki CHP’li iki sözcünün yaptığı gibi, Türkiye’de çalışan Ermenileri sınırdışı etmeyi önermek..

Hele bunun, bu alandaki siyasi çizgimiz açısından, bizi ne kadar tutarsız hale düşüreceği meydandadır.

Türkiye, kendi insanlarından da milyonlarcasının ‘yurtdışında’ yaşadığı bir ülkedir. Onlar arasında, gittikleri ülkelerin usulleri dışında çalışmaya başlayanlar da vardır. Durumları sonradan legalleşmiştir.

Türkiye tüm o süreç içinde, onlara tolerans gösterilmesini isteyen devlet olmuştur.

Şimdi, Fransa’ya karşı önlem alıyorum gerekçesiyle bunun tam tersine bir tutum içine girmesi, hangi akla hizmet edecektir?

Üstelik, önerilen ‘önlem’, Türkiye’deki çeşitli ülkelerin vatandaşları arasından sadece Ermenilerin çekilip çıkarılmasıdır. Bunun Ermenilere karşı (hem de ülkemizde barış içinde çalışmaktan başka hiçbir günahı olmayan Ermenilere karşı) yeni bir ‘tehcir’ hareketi diye yorumlanmaya ne kadar müsait olduğu belli değil midir?

* * *

Bunların hiçbiri, Fransa’nın yaptığına karşı gerçekçi bir önlem değildir. En gerçekçi önlem bence, Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesiyle ilgilidir.

301 konusu

301’inci madde, daha önce de çok belirtmiştik, uygulanmasındaki anlayış farkları yüzünden, fevkalade sakıncalı sonuçlar doğuruyor.

Bu sonuçlardan en önemlisi, ülkemizdeki düşünce özgürlüğünün demokrasi ve özgürlüklerle bağdaşmayan sınırlar karşısında kalmasıdır.

Bu, ülkemizdeki yazarlar, çizerler, düşünürler için büyük bir rahatsızlık nedenidir.

301’inci maddeden şimdiye kadar açılmış olan davaların büyük kısmında sanıkların aklanmış olması, bu rahatsızlığı azaltmıyor. Bu maddeden (bence yanlış olarak) hüküm giyen sanık vardır.

Ayrıca, daha açılmış ve açılmakta olan davalar vardır ki, nasıl biteceği belli değildir.

Kaldı ki, sonuçta aklanacağından emin olsa bile, bir yazar, çizer, düşünür için, mahkeme koridorlarında ve salonlarında günlerini geçirip, yazdığı yazının hesabını vermek kolay bir şey midir?

Hele bir de malum bir ‘hukukçu’lar ekibinin hem ihbarcılık yapıp savcıları dava açmaya zorlayabildikleri, hem de mahkeme binası basıp sanıklara fiziki olarak da saldırabildiği bir ortam içinde?..

Böyle bir manzara, demokratik bir ülkeye herhalde yakışmaz.

Özetle: 301’inci maddenin, herşeyden önce, bizim kendi sorunumuz olarak ele alınıp değiştirilmesi gerekiyor.

* * *

Bu değişikliğin, Fransız Meclisi’nin kararıyla ilgili boyutuna gelince… O şudur:

Çeşitli ülkelerde, Fransa’yı o karar dolayısıyla eleştiren yazarlar, Türkiye’yle ilgili olarak bir hata yapıyorlar. Sanıyorlar ki, Fransa’nın “Ermeni soykırımı yoktur” demeyi suç sayan yasası, Türkiye’deki durumun karşılığıdır. Yani, Türkiye’de Hrant Dink’in mahkûm edilip, Orhan Pamuk’tan Elif Şafak’a kadar birçok yazar ve gazetecinin yargıç önüne çıkmasına yol açan 301’inci madde, “Ermeni soykırımı vardır” demeyi yasaklamaktadır da, Fransızlar bunu cevaplamışlardır.

Yazılarından alıntılar yaptığımız İngiliz yazarı bile, belli ki, öyle sanıyor. Yazısının bir başka yerinde Orhan Pamuk ve diğer Türk yazarlarının ‘soykırım’ sözünü söylemeye cesaret ettikleri için, “301’e göre cezalandırıldıklarından” söz ediyor.

Oysa ne bizim 301’inci madde Fransa’daki gibi inanılmayacak kadar acayip bir maddedir, ne de bizde “Ermeni soykırımı vardır demek yasaktır” diye bir başka ceza maddesi vardır.

Nitekim, son sıralarda üniversite ortamında yapılan tartışmalarda, 1915 olaylarının ‘soykırım’ diye nitelendirilebileceği tezini öne süren Türkler de vardı. Bunun hiçbir hukuki sonucu olmadı.

Bazı yazarların, Ermeni olaylarıyla ilgili sözleri yüzünden, 301’inci maddeye göre hâkim önüne çıkarılması da ‘Soykırım’ dediler diye değildir. Zaten bunu onlardan hiçbiri söylemedi. Maddedeki ‘Türklük’ kelimesinin belirli ihbarcılarca yorumlanma biçiminin sonucudur.

Maddenin işte o şekildeki yorumlardan kurtarılacak şekilde yeniden düzenlenmesi gerekiyor…

Bu düzenleme yapılırsa, her şeyden önce, ülkemizdeki düşünce özgürlüğünün bu yüzden çektiği sıkıntılar sona erecek.

Ayrıca, bizdeki durumun Fransa Meclisi’ndeki skandalla aynı kefeye konulması ve o skandal için “hafifletici sebep” sayılması önlenmiş olacak…


‘301 değişmesin’ diyenler

Mesele, galiba, bu durumun henüz yeterince fark edilememiş olmasında…

Bazı siyasetçilerimiz, konuya bence yanlış bir açıdan bakıyorlar. Sanıyorlar ki, 301’in değiştirilmesi, AB tarafından Türkiye’ye uygulanan artniyetli dayatmalardan biridir.

Bu ‘tez’i Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal’ın da benimsediği, hatta bunun en hararetli savunucuları arasına katıldığı görülüyor.

Geçen günkü grup toplantısında sormuştur:

“Kim istiyor bu 301’in değiştirilmesi gereğini?… Kim çıkardı bunu?..”

Cevabını kendisi vermiş, AB’nin, Türkiye’yi, çıkarına aykırı olan bir yasa değişikliğine zorladığını, Türkiye içindeki AB yandaşlarının da buna destek verdiğini, suçlayıcı ifadelerle söylemiştir.

Benim görebildiğime göre bu bakış açısı baştan sona yanlıştır.

1- 301’inci maddenin değiştirilmesi gereğini ilk isteyen veya bu konuyu ‘ilk çıkaran’, AB değildir. Türk gazetecilerinden Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi ve arkadaşlarıdır. Türk Ceza Kanunu’nun çıkışından önce, tasarının çeşitli maddeleri üzerinde görüş bildirirlerken, bu konuya da değinmişler, 301’inci maddenin basın özgürlüğü açısından sakıncalar doğuracağını belirtmişlerdir.

2- Aynı görüşe daha pek çok Türk gazetecisi, yazarı, hukukçusu katılmıştır. Hele yasanın uygulanması başlayınca, 301’in doğurduğu sakıncalar daha iyi görülmüş, değişiklik isteyenler artmıştır.

3- Hatta, bu değişiklik isteklerinin tarihçesi daha da eskidir. Maddede sorun çıkaran sözcükler, eski ceza kanununun -301’in karşılığı olan- 159’uncu maddede de vardır. 1995-1999 dönemindeki Adalet Bakanlarından Prof. Hikmet Sami Türk, o maddede de bazı değişiklikler öngören bir yasa tasarısı hazırlamış, tasarı Meclise gelmiş, fakat üzerinde yeterli mutabakat oluşmadığı için yasallaşmamıştı.

4- Türk Ceza Yasası’nın çıkışı sırasında AB’den 301’inci madde ile ilgili bir olumsuz görüş işitilmemiştir. AB’nin bu konuyla ilgilenmesi, Türkiye’deki yazar-çizerlerin ilgilenmesinden çok daha sonra başlamıştır.

* * *

Özetle: “301’i değiştirmemeliyiz. Çünkü AB’nin dayatmasıdır.” tezinin yandaşları, o tezin ‘dayanağı’ sandıkları verileri yeniden gözden geçirmelidirler. Yanlışlıklarını görüp, tezlerini değiştirmelidirler.

Yorumlar kapatıldı.