İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

`Büyük birader´lere hayır

AHMET İNSEL

Fransız Ulusal Meclisi, Osmanlı Ermenilerinin l. Dünya Savaşı sırasında maruz kaldıkları katliamları soykırım olarak tanımlamayı reddetmeyi suç ilan eden yasayı kabul etti. Böylece, 2001 yılında Meclisin bir bildiri biçiminde yayımladığı, Fransa’nın Ermeni soykırımını tanıdığını ilan eden yasa tamamlanmış oldu. Eğer hükümet yasayı Senato’ya bu yasama yılı içinde gönderirse ve Senato aynı dönem içinde yasayı olduğu gibi kabul eder ve Cumhurbaşkanı bunu onaylarsa, 2007’nin ilk yarısında Ermenilerin soykırıma maruz kalmadıklarını ifade etmek Fransa’da suç sayılacak. Bu yasanın Senato’da uyutularak, yasanın yürürlüğe girmeden gündemden düşürülmesi olasılığı var. Ama yasa uyutulsa da, sorun çözülmüş olmayacak.

Hükümetin karşı olduğu bu yasa önerisini, Ermeni kökenli seçmenlerin yoğun olduğu bölgeden seçilmiş bir Sosyalist Parti milletvekili Meclise getirdi. Ama yasanın, iktidar ve muhalefet partisi miletvekillerinin çoğunluğunun karşı olmasına, hukukçuların ve tarihçilerin bu tür “tanıma ve vicdan” yasalarını şiddetle eleştirmelerine rağmen, Meclisin beşte birini oluşturan milletvekillerinin oyuyla yasanın kabul edilmesini sadece Ermeni oylarıyla izah etmek mümkün değil. Böyle bir izah tarzı, bu kararın arkasında yatan, derin ve bir o kadar endişe verici eğilimleri gözden kaçırmaya yol açıyor.

Böyle bir yasa tasarısının Fransa’da gündeme gelmesinin ortaya koyduğu farklı olguları birkaç başlık altında toplayabiliriz.

Birinci sorun, başka birçok konuda olduğu gibi, bazı yasaların Mecliste hazır bulunan küçük bir milletvekili grubu tarafından geçirilebilmesi, yasaların demokratik meşruiyeti sorununu gündeme getiriyor. Buna çok az oy farklarıyla kazanılan seçimlerin, tek temsilcili dar bölgeli seçim sisteminin belli bölgelerde yoğunlaşmış dar çıkar gruplarına siyasal partilerin bağımlı kalmasının yarattığı siyasal iradenin temsil yeteneği sorunu ilave oluyor.

İkinci sorun, yarı başkanlık sisteminde, yasama gücünün yürütmeyi denetleme ve siyasal inisiyatif alma yetilerinin zayıflamasıyla bağlantılı. Siyasal olarak çok fazla gücü olmayan milletvekilleri, siyasal görev boşluğunu simgesel olarak güçlü vicdani çıkışlarla telafi etmeye çalışıyorlar. Vicdan siyaseti, siyaset alanını işgal edebiliyor. Bu çerçevede, Meclisin bildiri niteliğinde bir yasa çıkarması Fransa’da anayasaya aykırı olmasına rağmen, vicdan siyasetinin marjinal seçmen siyasetine ilave olması nedeniyle, bu yasayı kimse Anayasa Mahkemesine götürmüyor. Vicdan siyasetiyle seçim kaygısı birleştiğinde, ortaya böyle bir ucube çıkabiliyor.

AB üyeliği faktörü

Fransa’da parlamentoda küçük bir grubun böyle bir yasayı kabul ettirebilmesinin başka bir nedeni, Türkiye’nin AB üyesi olma talebinin bu ülkede yarattığı büyük huzursuzluk. Gerçekten bugün Fransa’da toplumun önemli bir bölümü, Türkiye’nin üyeliğine karşı bilinçli veya bilinçsiz ama güçlü bir tepki gösteriyor. Tam bu noktada, Ermeni soykırımının inkar edilmesinin suç olduğunu ilan eden yasa, siyasetin bu tepkiyi araçlaştırmasının somut bir tezahürü. Önüne çıkarılan engellerden Türkiye’nin yorularak, üyelik talebinden vazgeçmesi de amaçlanıyor. Bellek ve vicdan yasaları türünden yasaların siyasal manipülasyonlara nasıl açık olduğunu, bu gelişme net biçimde gösteriyor.

Üçüncü sorun, içinde bulunduğumuz dönemde giderek artan kimlik politikalarının, kimlik tanınması taleplerinin siyasete ikame olması tehlikesiyle ilgili. Vicdan siyasetinin ilgili konularda bu kimlik tanınması siyasetlerine eklemlenmesi, doğrunun belirlenmesi yetkisinin siyasal gücün eline geçmesi sonucu doğurabiliyor. Kanun yoluyla tarihsel olguları tartışılmaz dogmalara dönüştürmek demek bu. Yasama gücünün tarihi doğruları tespit etmesi, bunlara aykırı söz söyleyenleri cezalandırmaya karar vermesi, demokratik ilkelere bütünüyle aykırı bir gelişmedir. Fransa’da yakın tarihte çıkmış benzer içerikte yasalar var. Bu yasaların söz ve düşünce özgürlüğüne ve akademik özgürlüklere karşı bir müdahale olduğunu Fransa’da birçok tarihçi ifade etti. Bunun başka benzer girişimlere yol açma tehlikesinden endişeliler. Nitekim, Fransa’da kolonyal geçmişin olumlu yanlarının okullarda öğretilmesini öngören bir yasa da Mecliste kabul edildi. Tarihçilerin bardağını taşıran da bu girişim olmuştu.

Demokrasi, siyasal ve toplumsal konularda doğrunun mutlaklığının reddedilmesini içerir. Bu ilkeyi bilimsellikle ilişkilendirmek de anlamsızdır. Toplumsal konularda anlamın yeryüzüne indirilmesinin, insanlara içkin kılınmasının olmazsa olmaz bir koşuludur bu. Bugün dünya tepsi gibi düz ve yuvarlaktır inancı ifade edilebilir. Bilimsel açıdan bariz bir yanlış olan bu inancı savunarak, coğrafya öğretmeni, profesörü olunamaz. Ama başarılı bir denemeci veya romancı olunabilir. Kamu alanında bu iddia özgürce dile getirilebilir. Bu iddiayı savunan bir yazar, bu konuda yazdığı bir eseri basacak yayınevi bulursa, yayımlatabilir. Olmazsa, kendi parasıyla bir matbaada bastırabilir. Bu iddialar zırvalıktır demek de elbette mutlak bir haktır.

Gerçekler Bakanlığı

Demokrasilerde herhangi bir yasayla yanlışlığı bilimsel olarak kanıtlanmış bir iddianın dile getirilmesi yasaklanamaz. Benzer biçimde, Kur’an’ın Allah’ın kelamı değil, Hz. Muhammed’in aklından geçenlerin bir ifadesi olduğunu beyan etmek de, söz ve düşünce özgürlüğünün olmazsa olmaz bir parçasıdır. Veya son Osmanlı sultanının vatan haini ya da vatansever biri olduğunu ifade etmek de. Bu örnekleri çoğaltmak çok kolay.

Demokrasilerde bir cürümü övmek suç teşkil edebilir. Örneğin tarihçiler, Fransa’da Yahudilerin maruz kaldığı soykırımı övmenin sadece suç olarak tanımlanmasının doğru bir karar olduğunu belirtiyorlar. Soykırım tabirini inkar etmenin suç olarak tanımlanmasına karşı çıkıyorlar.

Bir başka konu, toplumsal barış. Fransa’da çok sözü edilen, toplumların tarihleriyle yüzleşmesi gereğinin, diğer adıyla “bellek çalışması”nın toplumsal barışı güçlendireceği iddiasının tehlikeli yönü, bunun siyasal alanda araçlaştırılmasıdır. Bellek çalışması “bellek yasalarına” dönüştüğünde, bellek artık çalışmaz, donar. Mutlakın ve dogmanın esiri olur. Bu nedenle Fransa’da tarihin kanunla yazılması yönünde atılan adımların, başka ülkelere de örnek teşkil etmesi, toplumlar arası çatışmaları yatıştırmak değil, tersine her toplumda çoğunluğun inandığı mutlak doğrulara bilinçlerin hapsedilmesi sonucu yaratacaktır. Bu da, geçmiş yüzyıllarda insanlık tarihinin tanık olduğu inanç savaşlarına kapının açılması demektir.

Tarihin ve doğruların kanunla belirlenmesi, Büyük Birader’in, ‘Gerçekler Bakanlığının’ bilincimize ve belleğimize hakim olması demektir. Türkiye toplumunun Fransa Ulusal Meclisi milletvekillerine vereceği en güçlü yanıt, ülkemizdeki Büyük Biraderi etkisiz kılmaktır. Ülkemizdeki ceza yasasının benzer maddelerini ve buna ilişkin uygulamaları bir an önce gündemden kaldırmak, yapmamız gerek ilk iş değil midir? Fransa Ulusal Meclisine kızalım elbette ama Türkiye’de yapacak çok işimiz var.

http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=6327

Yorumlar kapatıldı.