İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Zamanımızın Nobel Kazananı

BİA Haber Merkezi

13/10/2006 Margaret ATWOOD

——————————————————————————–

BİA (Toronto) – Ünlü Türk romancı Orhan Pamuk, Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Bu felaketli zamanlar için daha kusursuz bir kazananı düşünmek zor. Tıpkı Türkiye’nin Müslüman Doğu/Ortadoğu’yla Avrupalı ve Kuzey Amerikalı Batı’nın kavşağında bulunması gibi, Pamuk’un yapıtı da ideolojilerin de kişiliklerin de çatıştığı, giderek kültürün ve dinin daha tehlikeli hale gelir şekilde üst üste bindiği kaygan zemini kendine mekan ediniyor.

Yalnızca Türkiye’de değil, Britanya’da da insanların yüreklerinde, akıllarında, ruhlarında ne olup bittiğini anlamaya başlamak istiyorsanız, Pamuk’u okumanız gerek demek abartı olmaz. Britanya’da Jack Straw’un başörtüsüyle ilgili tartışması, ürkünç bir şekilde, Pamuk’un yakın zamanda çevrilen 1996 tarihli romanı Kar’daki konuyu yansılıyor (Romanda bize Atatürk’ün amansız modernleştirme kampanyasının çok tartışmalı başörtüsü yasağını içerdiği hatırlatılıyor).

Pamuk böylesi bölücü düşünce ayrılıklarının şok dalgalarını hissediyor. Hiçbir zaman uyuşmazlıktan kaçan biri olmadı: Yalnızca bir yıl önce, “Türklük karşıtlığı” suçlamasıyla kovuşturmaya uğradı -20. yüzyılın başında Ermenilerin uğradığı akıbeti, yetkililer için tabu olan bir konuyu dile getirecek kadar gözükaralık etmişti. Muhtemelen uluslararası protestolara bir yanıt olarak, suçlamalar düşürüldü; ama daha az tanınan birçok Türk yazar o kadar şanslı değildi.

Halihazırda birçok edebiyat ödülü kazanmış durumda; altıncı romanı “Benim Adım Kırmızı”ya verilen 2003 Dublin Impac Ödülü de dahil. Türkiye’de bir romancıdan çok daha öte: İnsanlar sanki başarısı kuşku götürmez bir peygambermiş, muazzam popüler bir şarkıcıymış, ulusal bir psikanalistmiş veya tek kişilik bir gazetenin başyazısıymışçasına akın akın onun romanlarını okuyor. Romanlarında programatik hiçbir şey yok; yalnızca karakterlerinin ve Türk insanlarının kendilerini sürüklenip gitmiş hissettiği o girdabın merkezinden yazıyor.

Türkiye nereye gidiyor? Bir zamanların görkemli, çokça belalı geçmişiyle nasıl uzlaşacak, eskiyle yeni arasındaki ihtilafı nasıl çözecek, laikçilerle İslamcılar arasındaki güç mücadelesiyle nasıl baş edecek ve özsaygsını, iç huzurunu, iç bütünlüğünü veya yeni bir yönü nasıl bulacak? Pamuk’un romanları hazırlop çözümler sunmaz, ama böylesi sorgulamaların dolambaçlı satırlarını acılı ve iç burkucu bir sadakatle takip eder. Bazen, karakterleri nasıl yapacaklarını bilmedikleri, ama yapmaya zorlandıkları seçimler nedeniyle, kelimenin tam anlamıyla neredeyse parça parça olmuşlardır. Onun bir romancı olarak gücü, kısmen, karakterlerini yaptıkları seçimler nedeniyle yargılamayı reddetmesinden gelir: Trajedileri, hangi yolu seçerlerse seçsinler, huzur bulamamalarıdır; daha da kötüsü, toplumlarındaki başka bir öğe onları mahkum etmeye kararlıdır.

Böylece Pamuk’un kahramanları -bunlar tipik erkek kahramanlardır, kadın değil- sanki özellikle korkulu ve tehditkar bir toplu rüyada sıkışıp kalmışlar gibi, romanlarının olay örgüleri arasında gezinirler.

Romanı Kar hakkında New York Times Book Review’a yazmıştım: “Talih dönmeleri, kendine kapanan olay örgüleri, tekinsizlik, yaklaşıldıkça geri çekilen gizemler, kasvetli kentler, av peşinde koşan gece, kimlik kaybı hissi, sürgündeki kahraman -bunlar iyi mevsim ürünü şarap gibi Pamuk demek, ama aynı zamanda modern edebi manzaranın da parçaları.”

Bir Pamuk kahramanının sonunun meçhul kişilerin elinde ölmek olması alışılmamış bir şey değildir.

Türkiye’nin eski üstünlüğü Pamuk’un kahramanlarının başının etini yer: Devasa, varsıl Osmanlı İmparatorluğu’nun mimari parçalarına ayakları takılabilir, boş bir Ermeni kilisesini görebilir, eski Rus yöneticiler anımsatılabilir ya da gözleri bir an için, bir zamanlar büyük saygı, sevgi gören, tamamen Batılılaşmış, laik bir Türkiye yaratma girişimleri şimdi boşa çıkmış görünen Atatürk’ün sineklerle lekelenmiş resmine ilişebilir. “Nereye gitti bütün o güç?” diye sorar böylesi yankılar. Hıristiyan Bizans kenti Konstantinopolis’in uzun gölgesi üzerine düşerken, Avrupalı Batı’yla Müslüman Doğu ikisinin birden tuzağa düştüğü bir ağın içinde birbirinin aynadaki zıttı ikizler gibi görünürler.

Pamuk bize bütün romancıların en iyi hallerindeyken sunduğu şeyi sunar: Gerçeği. İstatistiklerin gerçeğini değil, belli bir zamanda, belli bir yerdeki insan deneyiminin gerçeğini. Ve büyük edebiyatın bütün türlerinde olduğu gibi, kimi anlarda siz onu değil de, o sizi inceliyormuş gibi gelir insana. “Kimse bizi o kadar uzaktan anlayamaz” der Kar’daki bir karakter. Okur, bu bir karşılaşma davetidir. (MA/TK)

* Şair, romancı, edebiyat eleştirmeni, feminist ve siyasi eylemci Margaret Atwood’un Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat Ödülü’nü alması üzerine yazdığı ve Guardian’da 13 Ekim’de yayınlanan yazıyı, Tolga Korkut Türkçeleştirdi.

http://www.bianet.org/2006/10/13/86543.htm

Yorumlar kapatıldı.