İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yasalaşsın mı yasalaşmasın mı?

Hasan ÜNAL

Fransa parlamentosunun alt kanadında kabul edilen ve Ermeni soykırımı olmadığını söylemeyi suç haline getiren kararın haksız ve ahlaksız olduğu ortada. Karar Senato’dan da geçer ve Cumhurbaşkanı tarafından onaylanırsa devreye girecek ve Ermeni soykırımı olmadığını söyleyen herkes hapis ve/veya ağır para cezalarına çarptırılacak.

Buna karşı hukuk yolunun denenmesi mümkün. Karar kanun haline gelip de uygulamaya konulduğunda, bundan ceza alanların ferden AİHM’ye gitmesi mümkün ve AİHM’nin de mağdurlar lehinde karar vermesi muhtemel. Ama bu, oldukça uzun bir süreç. Önce kararın kanunlaşması gerekecek. Sonra uygulama başlayacak; ardından mağdurların Fransız iç hukukunu tüketmesi gerekecek ve derken konu AİHM’ye intikal edecek.

Emekli Büyükelçi Gündüz Aktan’ın üzerinde durduğu ve bunları beklemeksizin kararın kanunlaşması üzerine, Türkiye’nin Fransa aleyhine AİHM’de devlet davası açması önerisi daha makul görünüyor. Çünkü Soykırımı Sözleşmesi’nin ilgili maddeleri bir kişiye veya topluma soykırımı suçu isnadında bulunulabilmesi için mutlaka ve mutlaka mahkeme kararı olması gerektiğini ortaya koyuyor. Dünyanın en ağır ve en aşağılayıcı suçu olan soykırımın isnadının bu kadar kolay yapılabilmesi ilgili sözleşmeye aykırı. Aykırı olduğu için de Türkiye’nin böyle bir davayı kazanması ihtimali yüksek.

Ancak kabul etmek gerekir ki, bu da uzun bir yol. Daha doğrusu bu hukuk yolları tek başına yeterli olmayabilir ve istenen sonucun en kısa zamanda hasıl edilmesi mümkün olmayabilir. Dolayısıyla bu hukuk yolları beklenirken, diğer tepki yollarına başvurmamak doğru olmaz. Tam tersine, bir yandan Fransız mallarının boykot edilmesi; öte yandan Fransız şirketlerinin ihalelere alınmaması gibi yollara mutlaka başvurmak gerekiyor. Aksi takdirde, Türkiye’nin her hangi bir ciddi tepki vermekten aciz olduğu kanaatine kapılan Ermeni çevreleri ve onlara destek verenler daha da cesaretlenmiş olacaklar.

Hukuk yollarıyla ilgili bir başka tehlike olduğunu da unutmamak gerekir. Bu karar kanunlaştırılmaz ve beklerse, o zaman ne yapacağız? Chirac’ın Başbakan Erdoğan’ı arayarak kararın kanunlaşmaması için yoğun çaba sarfedeceğini söylemiş olması bu ihtimali kuvvetlendiriyor. O zaman hiç bir şey yapmaya gerek olmadığını düşünerek bekleyecek miyiz? Hatta bu bekleme süreci Türkiye’den bazı tavizler kopartmak için kullanılırsa ne yapacağız?

Örneğin Fransız tarafından siyasetçiler bize, ‘yaaa, siz de Ermenistan sınırınızı açın, bu arada Ermeni soykırımı iddialarını kabul edeceğinize dair bazı işaretler verin ki, biz de bunun yasalaşmasını engelleyelim’ derlerse ki, bunu şimdiden diyorlar, o zaman ‘pekiyi efendim’ deyip gereğini yerine getirecek miyiz? Bana öyle geliyor ki, bu iş sonuçta bir pazarlık aracı olarak kullanılacak ve bir yandan Avrupa Komisyonu; öte yandan da AB ülkelerinin temsilcileri bu pazarlıkta Türkiye’den tavizler koparmak için değişik taktikler uygulayacaklardır.

Bütün bu ihtimaller yan yana getirildiği ve Türkiye’deki AKP hükümetinin olabildiğinde teslimiyetçi dış politikaları da dikkate alındığı zaman, Türkiye’nin ciddi tepkiler vererek, gök kubbeyi Fransa’nın başına yıkmak yerine, cılız ve laf olsun torba dolsun nevinden tepkilerle işi geciktirmeye ve bu arada AB müzakerelerini devam ettirebilmek amacıyla taviz vermeye daha yatkın olacağını gösteriyor. AB politikaları mevcut haliyle devam ettiği sürece, Türkiye’nin dış politikasının kendi milli çıkarları için kullanılması mümkün olmuyor. Ve muhtemelen bu Ermeni tasarısında bunu bir kere daha göreceğiz.

Ortalama düzeyde milli nitelikli dış politika uygulayabilen bir hükümetle, bu konu fevkalade ciddi bir fırsata dönüştürülebilir; ancak bu hükümet ve ona destek veren bu müzakere/mütareke basın ve televziyonları ile fazlaca bir sonuç vermeyebilir; inşallah yanılırız…

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/yazidetay.asp?AuthorID=100&ArticleID=2756

Yorumlar kapatıldı.